30 Temmuz 2018 Pazartesi

Tarihsel hafıza

Cıbran Konfederasyonu lideri Albay Halit bey 1919 yılı ilkbaharında Varto’dan ayrılarak tayinle Erzurum’a yerleşir. Halit beyin gayesi Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanlığı bünyesindeki Kürt subaylara yakın olmak ve onları Kürt örgütlenmesine dahil etmek, Erzurum’un Doğu Anadolu’nun en önemli ticaret merkezi olması nedeniyle bölgedeki nüfus sahibi kişiler ve aşiret reisleriyle yakın temasta bulunmak ve Erzurum’daki, Rus, İngiliz, İran vb yabancı konsolosluklarla ilişki kurarak, en üst seviyede temaslar sağlayarak Kürtleri örgütlemeyi ve milli taleplerini dile getirmeyi amaçlamaktadır.

Halit bey, Erzurum’a yerleştikten sonra yaptığı ilk iş, daha önce Varto’da çerçevesini çizdiği ‘AZADİ’ örgütünü kurmak olur. Her ne kadar bazı kaynaklar 1920 veya 1922 yıllarını işaret ediyorlarsa da, bunun doğru olmadığı kongre dolayısıyla 3 Temmuz 1919 da Erzurum’a gelen Mustafa Kemal’e karşı yapılmak istenen bir suikasttan anlaşılmaktadır. Halit bey, bu suikast görevini İnaklı Abdulkadir’e (Ebdulkadırê Zeynel Abdi’ye) vermek istemektedir. Fakat amcası İsmail ağa ve kız kardeşi Gülo ile evli olan akrabası binbaşı Kasım’ın ısrarlı davranışları sonucu, son anda bundan vazgeçilerek ayni aşiretten akrabaları Kargapazarlı Mıhemedê Xelilê Xeto’ya bu görev verilmiştir.

Bölgeyi ve Erzurum’dan Çabakçura (Bingöl’e) kadar olan güzergahı çok iyi bilen Mıhemedê Xelilê Xeto için, üç ayrı aktarma noktasında atlar dahi hazır bekletilerek, son noktaya kadar varması konusunda bütün detayları hazırlanan suikast planında, Mıhemedê Xetonun son anda devreye sokulması ve onunda bu suikastı çok rahatlıkla yapabilecek kabiliyet ve imkana sahip olmasına rağmen bunu gerçekleştirmemiş olması, İsmail ağa ile binbaşı Kasımın, Halit beyi örgütsel düzeyde ve bu kılıf altında bilinçli bir şekilde yanılttıkları şeklinde yorumlanmıştır. Daha sonraki ilişkiler ağına bakıldığı vakit, suikastı gerçekleştirmeyen Mıhemedê Xetonun, bu ikili tarafından bilinçli bir şekilde tercih edildiğini ve yanıltıldığını ortaya koymaktadır.

Erzurum kongresinden sonra binbaşı Kasım Varto’ya dönerken, Hınıs’ta, esnaf ve eşrafla yaptığı sohbet esnasında sarf ettiği şu sözler, olayın kavranmasında çok manidar olduğu gayet açıktır. O sırada Hınıs’ta bulunan ve bu sohbete şahit olan Varto Kaymakamlık yazı işleri müdürü Hıdır Arslan’ın babası, alevi avdelan aşiretine mensup Gullik köyünden Abbasê Mıhemedê Zılote’nin, Erzurum’dan dönen binbaşı Kasım’ın Hınıs’ta esnafa, “Berê na lê dı paşiyê de mın sed qürışê xwe bı ser Xalıto xıst” dediğini, bununla Mustafa Kemal’e olan yakınlığını ve onun yanında Halit beyden daha fazla ilgi, alaka gördüğünü ve itibar elde ettiğini ima etmiştir. Halit bey yakalandıktan sonra AZADİ örgütü belgelerinin İsmail ağa tarafından Erzurum’dan alınarak Varto’ya götürülmesi ve tandırdan yakılması, Şeğ Said kıyamı nedeniyle devletin İsmail ağayı binbaşı Kasım’la birlikte Söke’ye göndermesi, işin başından beri İsmail ağanın binbaşı Kasımla birlikte, ittihat ve terakki yöneticileriyle dirsek teması içerisinde hareket ettikleri anlaşılmaktadır. (akrabalık düzeyindeki bu ilişkiler ağına ileride daha detaylı açıklık getireceğim)

Halit beyin çalışma hayatında çok ölçülü ve disiplinli davrandığı, sabırlı ve kararlı bir yapıya sahip olduğu göz önünde bulundurulunca, baştan beri bütün kararları örgütsel bazda ele aldığı, yalnız başına karar verme izleniminde kaçındığı için Mıhemedê Xetoyu tercih etmek zorunda kaldığı ve bu dönemde peş peşe yaşanan olaylara bakıldığında AZADİ örgütünün 1919 yılı başında kurulduğu ortaya çıkacaktır.

Halit beyin Erzurum’a yerleşmesinde, Şeğ Said efendinin çok büyük etkisinin olduğu bilinmektedir. Adettendir Kürt halkının ileri gelenleri bir yerden başka bir yere giderken yol üzerindeki köylüler, kendisine komşu köye kadar refakat ederlerdi. Nitekim 1918 yılı sonu 1919 yılı başında kışın Varto’da Halit beyi ziyaret eden Şeğ Said efendi, alevi avdelan köyleri olan kalçıktan dere Gullik köyüne götürülürken köy halkı kendisine çok büyük ilgi ve alaka göstererek onu misafir eder. Fakat orada çok ilginç provokatif bir olay yaşanır.

Şeyhin yanındaki kendini bilmez bir şahıs, Süleyman Kaya’nın babası Hüsênê Hemed’e, yok yere kurşun sıkar, adam yara almaz ama köyde büyük bir infial oluşur, haberi alan Şeğ Said efendi, derhal o şahsın silahını elinden alır ve ona çok sert mukabelede bulunarak onu köyden ve mahiyetinden kovarak ortalığı yatıştırır. Böylece AZADİ örgütünün kurulma aşamasında, ta işin başında bir provokasyonun önüne geçilerek “şeğ Said efendi uğradığı alevi köylerinde zülüm ve katliam yapıyor” şeklindeki bir propagandaya set çekmiş oluyor. (anlatan H.ARSLAN), Fakat bir iki ay sonra ferê ailesinden Xelo, Alevi köyü olan Kalçık, Saçêğ ve Kovik köylerinde bir yıldan beri misafir olarak kalan Halit bey ve ailesine saldırarak bu olayı kullanacaktır.(daha sonra bu konuya ayrıca açıklık getireceğim)

Erzurum’a yerleşen Halit bey, hemen 15. Kolordu bünyesindeki bütün Kürt subaylarla ilişkiye geçerek onları bir askeri disiplin içerisinde örgütler. En önemlisi Halit beyin Erzurum’un yerli ailelerinden Fevzi Alemdar ailesi, Nalbantlar ailesi, Gemalmazlar ailesi, Korukçular ailesi, Gani beyin babası Akif Kulebi ailesi, hacı Osman efendi ailesi, tırpancı Şaban ailesi, Qulili Mustafa ailesi, Acıkoculu Süleyman efendi yê Mırunê vb birçok aile ve etkili şahsiyetlerle örgütsel düzeyde ilişki içerisine girdiği, bu şahıs ve ailelerden bir kısmının Şeğ Said kıyamından sonra idam ve sürgün edilmelerinden anlaşılmaktadır.

Bu ailelerin bir kısmı Kürt, bir kısmı da muhafazakar ve dindar Türk aileleridir. Aynı şekilde Halit beyin Kars, Kağızman, Ağrı, Patnos, Bitlis, Muş ve Bingöl’e kadar bütün aşiret reisleri ve ileri gelen ailelerle, özelikle Tutakta sipkan aşireti lideri Abdulmecit bey, Patnos’ta haydaran aşireti lideri kor Hüseyin paşa, Kağızman da Türkmen aşiretlerinden, Karapınar köyünden mükim Karkarut aşireti reisi Abbas bey, Malazgirt’den Hasanan aşirti lideri Halit bey, xoyti aşireti reisi hacı Musa bey, Tekman Madrag köyünden Selim bey, Karayazı söylemzli Kulixan bey ailesi ve Keremê kol ağası, Hınıs da Şükrü ağa ve Alaeddin bey ailesi, Muşta Pag beyleri, Anzarlı Mehmet bey ailesi ve Mele Emin ailesi, mala Felemez ailesi ve Şeğ Said hareketinin beyni durumundaki şeğ Said efendi ile mala mele Kal olarak adlandırılan Melekanlı şeğ Abdullah ailesi ve Hacıbeyli Şeğ Aliyê şeğ Mus ailesi ve bu üçlü vasıtasıyla omeri, zıkti, tawsi, solaxi, şükre gibi zaza aşiretleri ve daha yüzlerce Kürt aşiret ve hanedan ailelerle ilişki içerisindedir. Halit beyin amcası İsmail ağa dışında Varto’daki şêwırmendleri (danışmanları) Karaseyitli hacı Dewrêş, İnaqli Zeynel Abdi ve alevi avdelan aşireti reisi Kalçıklı İsmailê Seyitxandır. Halit beyin Varto’daki köşkünün yapılmasında ve aile masraflarını karşılamada en büyük finansörü karaseyitli hacı Dewrêş’dir.

Ayrıca Erzurum’a yerleşen Halit bey örgütsel düzeyde Rus ve İngiliz konsoloslukları vasıtasıyla bu devletlerle ve özellikle yeni Sovyet devleti yöneticileriyle ilişki kurmaya çalışmış, Kürtlere destek ve yardım talebinde bulunmuştur. AZADİ örgütüne ait bazı bilgi, belge ve bildirilerin Rus arşivlerinden çıkması, örgütün Sovyetler birliğiyle ciddi ilişki içerisine girdiğini gösterir.

Erzurum/Tekman Duzordu köyünden merhum hacı Giyasettin Yalçın’a atfen oğlu hacı Ahmet ile Giyasettin Yalçın’ın damadı olan Varto İnaqlı mele Abdulkerim Han’ın anlatımına göre O dönemde bütün konsolosluklar iki katlı havuzlu hanın üst katında bulunuyorlardı, alt katta ise tüccar, esnaf ve çay ocakları mevcuttu. Halit bey Kürtlerle ilgili bilgi ve belgeleri daha önceden Sovyet sefaretine vermiş olacak ki, arada geçen sürede cevap almayınca, Süleyman efendiyê Mırunê’yi sefarete gönderir, bu şahıs Rusya’ya ihracat-ithalat yaptığı için ilişkileri iyi düzeydeydi, Süleyman efendi havuzlu hanın alt katındaki iş yerinde otururken Sovyet sefirinin içeri girdiğini görür ve onu işyerine çaya davet eder, sefir (konsolos), Süleyman efendi ile Halit beyin ilişkilerini bilmiş olacak ki “siz Kürtlerin çayı menfaat içindir, sizler ya işiniz düşünce veya bir kişi size misafir gelince, insana çay ikram edersiniz, eğer sen gerçekten menfaatten uzak bir çay içmek istiyorsan, buyur gel hem çay içelim hem de sohbet edelim” diyerek Süleyman efendi ile birlikte sefarete çıkarlar.

 Süleyman efendi Halit beyden aldığı direktif/talimat doğrultusunda daha önce kendisine sunulan Kürt talepleriyle ilgili düşünce ve destekleri konusunda, yeni Sovyet devletinin tavır ve niyetini öğrenmek ister. Sovyet sefiri (konsolosu) “bütün milletlerin sözleri bir fındık kabuğunda bir araya gelebiliyor, fakat siz Kürtlerin sözü, bir torbadan yere dökülen darı misali onu tekrar toplamak ve bir araya getirmek mümkün olmuyor” diyerek o güne kadar beklemede tutuğu Kürt taleplerini bir kripto ile Moskova’ya bildiriyor ve “Kürtler Osmanlılardan ayrılarak bir beylik kurmak niyetindedir” şeklinde bir not düşerek elindeki bilgi ve belgeleri Moskova’ya iletiyor. Buda yeni Sovyet yöneticilerinin Kürt taleplerini hiçbir zaman ciddiye almadıkları ve üzerinde düşünmeye değer bulmadıklarını göstermektedir.

Bundan büyük oranda Ermeni meselesinin etkisinin olduğu, Ermenilerin Erzurum, Sivas, Harput, Diyarbakır, Bitlis, Van gibi Kürt nüfusunun çoğunlukta olduğu bu iller üzerinde hak iddia etmeleri ve buraları halen batı Ermenistan olarak görmeleri, göz önünde bulundurulunca, Sovyetlerin Kürt meselesini Ermenilerin niyetleri doğrultusunda ele aldığı ve onların taleplerine bağlı değerlendirmeye tabi tuttuğu ortaya çıkmaktadır. İşte “Ben Ermeniyim” diye bağıran ve “sosyalizm gelecek halklar özgürlüğüne kavuşacak” diye yırtınan Kürtlere, Sovyetlerin sadece bu davranışı ve Ermenilerin bu emelleri, kulaklarına küpe olması bakımından yeterlidir.

Erzurum’un batı kapısı olan Ilıcada Mustafa Kemal ve temsili heyetine, 3 Temmuz 1919 da bir karşılama töreni yapılmıştır. Bu törende Mustafa Kemal’e, Hamidiye alayı mensuplarının at sırtında kamçı ve özengi uzatarak protokol kurallarına uygun olmayan resmi geçişteki tavırları ile alayın atış tatbikatındaki performansını gören Mustafa Kemal, gözlemlerini, daha önce İngiliz ve Ruslardan aldığı istihbarat bilgileriyle birleştirince, Halit beyin niyetini gayet iyi anladığı için, bu mihval üzere ona yaklaşım göstermiştir.
Onun 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir’in mahiyetinde kalmasının isabetli olacağını ve yanına yerleştirilen bir kısım insanlarla faaliyetlerinden haberdar olmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bütün bunların bilincinde olan ve olayların kendi kontrolünde geliştiğinin rahatlığıyla hareket eden Mustafa Kemal, 23 Temmuz günü Erzurum kongresini toplamış ve kongreye Halit bey gibi önemli bir şahsiyeti dahi çağırmamıştır.

Konuyla ilgili olarak binbaşı Kasım’ın Hınıs’ta söyledikleri ile İnaqlı Abdulkadir’in oğlu Giyaseddin (Şevket) Han’ın bana anlattıklarını yan yana getirince Mustafa Kemal’in Halit beyden ziyade binbaşı Kasım’la olan ilişkilerini ön planda tuttuğu anlaşılır. Giyasettin Han şunları aktardı. “Mustafa Kemal Erzurum’a gelirken Ilıcadaki karşılama töreninde Mıhemedê Xeto tarafında vurulacaktı. Fakat o Silahı yerine kamçısını ve ayağını heyete doğru uzatarak atını hızlı bir şekilde sürmüş ve alandan uzaklaşmıştır. planının boşa çıktığını gören Halit bey bundan çok büyük üzüntü duyar, fakat üzüntüsünü dışarıya sezdirmeme adına, devlet erkanı ve eşraftan bir kısım şahısların da davet edildiği akşam yemeğine binbaşı Kasım ve bazı şahıslarla birlikte katılır. Ertesi gün 15. Kolordu tarafından Halit beyin alayının da katıldığı bir atış tatbikatı yapılır ve Mustafa Kemal bu atışı tatbikatını bizzat izler, sıra babam Abdulkadir’e gelince o, arka arkaya hedefi tam isabetle vurunca, Mustafa Kemal, elini onun omuzuna koyarak (Halit bey! ben harpte, bıyıklı Abdulkadir gibi attığını vuran subay istiyorum) diyerek beğeni ve memnuniyetini dile getirir. O gün orada hazır bulunan ve söylediği bu sözü, Şeğ Said kıyamından sonraki yargılamalarda Mustafa Kemal’e hatırlatan binbaşı Kasım, babam Abdulkadir’in idamdan kurtulmasına vesile olur.” (Bu idam konusunu ayrıca yazacağım)

Mustafa Kemal’in Ilıca karşılamasını Varto İnaqlı öğretmen Salih Şahin, aynı köyden dayısı hacı Sait Bektaş’a atfen şöyle anlatmıştı “Ilıca karşılaşması Halit beyin tasarladığı plana uygun neticelenmeyince, akşam tertiplenen protokol yemeğinde üzüntüsü yüzünde okunan Halit beye, temsil heyetinden bir subay laf dokundurur ve (sen hangi sıfatla bu yemeğe katılıyorsun? kurtuluş savaşına katılma adına mı yoksa Kürdistan’ı kurma niyetiyle mi buradasın) deyince, Halit bey de (halkım için hangisi hayırlı ise onun adına buradayım) şeklinde cevap verir ve masada soğuk duş etkisi oluşur, daha sonra Halit bey yemekten ayrılınca duzordulu Selimin salonda kalması telkininde bulunur.

Bu olayı mele Abdulkerim HAN ve kayınbiraderi hacı Ahmet Yalçın, hacı Giyaseddin Yalçına atfen bana şöyle anlatılar. “Ilıcadaki karşılamadan sonra morali bozulan Halit bey yemekte fazla kalmaz fakat gözlemci olarak Giyaseddin’nin babası Selimê Mıhemedê Xudeydanın orada kalması talimatını verir, gayesi kendisi ayrıldıktan sonra olup bitenler hakkında bilgi sahibi olmaktı. Selimê Xudeyda, ayrı masada oturan binbaşı Kasım’ın yemekten sonra Mustafa Kemal’le yan yana geldiğini ve ondan büyük iltifat ve alaka gördüğünü anlatır. Binbaşı Kasım kendisini görünce de (sen burada ne arıyorsun) diyerek rahatsızlığını dile getirdiğini, babam Selim de, kendisine (sen nasıl davetli isen bende öyle davetliyim) şeklinde cevap vererek renk vermemiş ve sonra olup bitenler hakkında Halit beye bilgi vermiştir.” Selimê Xudeydanın bu gözlemi ile Binbaşı Kasım’ın Hınıs’ta esnafla olan sohbeti yan yana getirildiğinde, Kasım’ın Mustafa Kemalle ilişkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bütün bu gelişmeler Mustafa Kemal’in Halit bey gibi önemli bir şahsiyeti 23 Temmuz 1919 günü yapılan Erzurum kongresine neden çağırmadığının ipuçlarını vermektedir.

Ayrıca Giyasettin (Şevket) HAN babasına atfen şunları anlattı. “Tatbikat esnasında Mustafa Kemal’in babam Abdulkadir’e duyduğu o hayranlığı fırsat bilen binbaşı Kasım, daha sonra ona (Abdulkadir ben Kemal’le anlaştım bana Aydın Söke’de arazi verecek, gel sende Halit beyden vazgeç, ben kendisine söylerim sana da orada arazi alırız) dediğini, babamda ona (Halit beye herhangi bir katkım yok, yalnız, sende bilirsin savaşta birlikte çok ölümlerden döndük, hep dostane ilişkilerimiz oldu, birbirimize can borcumuz var, benim ondan ayrılmam, onun gıyabında işler çevirmem hoş olmaz, yalnız siz ikiniz akrabasınız, benim sizin aranıza giremem ve işlerinize karışamam doğru değildir, ama benim Halit beyden vazgeçmeyeceğimi sizde çok iyi bilirsiniz) demiş, (serikiye mın daye vi oğırê) diyerek kararlılığını dile getirmiştir. Daha sonra babam bunları Halit beye anlatınca, o da her şeyin farkında olduğunu, bazı şahısların kendisini yılan gibi sokmaya çalıştığını bildiğini, fakat bu şahısları etrafından uzaklaştırmanın bunları daha da tehlikeli hale getireceğini belirterek sabırlı ve dikkatli olunması gerektiğini söylemiştir.”

Sonuç olarak; 1919 yılında Erzurum’a yerleşen Halit Bey, AZADİ örgütünü kurmuş ve bu örgüt adına Sovyetler birliğiyle temasa geçerek, Kürtlerle ilgili niyetini onlarla paylaşmış, yardım ve desteklerini almaya çalışmıştır. Fakat Ruslar, Halit bey ve Kürtler yerine, Mustafa Kemal ve ekibine destek vermiş ve yardımda bulunmuşlardır. Hatta Ruslar, Halit beyin Kürtlerle ilgili niyetini, örgütsel düzeydeki çalışmalarını ve faaliyetlerini Mustafa Kemal’e bildirerek tedbir almasını sağlamışlardır. Şu bir gerçektir ki Türklerle Ruslar, doğu Anadolu da, yanı Türkiye Kürdistan’ında hiçbir zaman karşı karşıya gelmemişlerdir.


Bu topraklarda daima Kürtler, Osmanlı imparatorluğu adına Ruslarla savaşmış ve onların sıcak denizlere (Ak denize) inmelerine engel olmuşlardır. Bu nedenle de Ruslar, kendi burunlarının dibindeki bu Müslüman Kürt halkına hiçbir zaman güven duymamış ve her fırsatta Kürt topraklarının komşu devletler arasında bölünmesine vesile ve yardımcı olmuşlardır. Tarihte, ilk Kürdistan toprağının bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasında rol oynayan ve bunu gerçekleştiren çarlık Rusya ve Pers (İran) imparatorluğudur. Bu iki devletin günümüze kadar Kürtlere karşı hiçbir şekilde dostane davrandığı görülmemiştir. Her ne hikmetse, tarih boyunca Kasrı şirinden Kürdistan’a Sora, Mahabat dan günümüze kadar, Rusların Kürtlere karşı bu hasmane tutum ve davranışları belli olduğu halde ve en son PKK lideri Abdullah Öcalan’ı, kendi ülkelerinden kapı dışarı eden Ruslar, onun Afrika’nın Kenya çöllerinde sefil, perişan ve çaresiz kalmasına ve ABD tarafından Türk devletinin kucağına atmasına sebep oldukları halde, bizim halen aklı bir karış havada olan Kürt solu ve Kandildeki Stalinist zihniyetli Şii taşeronları, Ruslarla olan göbek bağını bir türlü koparamamıştır. Saygılarımla…
22.05.2016
 Abdulbari HAN

JİYANA MOTKİLİ XELÎL XEYALÎ

Xelîl Xeyalî (1876-1926 ji Modkê ye, ji qebîleya “Mûdan” e. Li cem Se‘îdê Nûrsî (1876-1960) ders girtiye û gelek di bin bandora wî da maye. Di dawiya sedsala 19an de çûye Stenbolê û li wê derê li ser xwendin û nivîsandina bi zimanê kurdî xebat kiriye.


JİYANA MOTKİLİ XELÎL XEYALÎ (HAYATI)
1. Jiyana Xelîl Xeyalî:
Xelîl Xeyalî (1876-1926 ji Modkê ye, ji qebîleya “Mûdan” e. Li cem Se‘îdê Nûrsî (1876-1960) ders girtiye û gelek di bin bandora wî da maye. Di dawiya sedsala 19an de çûye Stenbolê û li wê derê li ser xwendin û nivîsandina bi zimanê kurdî xebat kiriye. Di sala 1908an de li Stenbolê di damezirandina komeleyên bi navên Kurd Te’avun û Teraqî û Kurd Neşrê Me’arif de cih girtiye. Ji bo perwerdekirina zarokên kurdan bi zimanê kurdî, di sala 1910an de ji aliyê komeleya Kurd Neşrê Me’arif ve li Çemberlîtaşê yekemîn dibistana kurdî bi navê Kurd Nimûne İbtidaîsi-Meşrutiyet hatiye vekirin. Xelîl Xeyalî di vekirina vê dibistanê de rolek mezin lîstiye. Di vê dibistanê de li gor elfabeya wî ya ku emê jê behs bikin perwerde bi zimanê kurdî hatiye kirin. Di sala 1912an de li Stenbolê ji aliyê hinek xwendevanên kurd ve Komeleya Hêvî hatiye damezirandin û heta Şerê Cîhanê yê Yekem dewam kiriye. Xelîl Xeyalî di damezirandina vê komeleyê de jî rolek girîng leyistiye. [1] Armanca herî girîng ya vê komeleyê ji bo hêsankirina xwendin û nivîsandina bi zimanê kurdî amadekirina elfabeyek kurdî bû. Xelîl Xeyalî di kovara bi navê Rojî Kurd de li ser xwendin û nivîsandina bi zimanê kurdî û sitandartkirina elfabeyek ku ji bo temamê zaravayên kurdî bi kar bê çend gotar nivîsandine. Bo nimûne di hejmara sisêyan de, di gotara xwe ya bi serenavê Ziman de pirsek wiha kiriye: “Kurd îro muhtacê çi ne? Em ewan bêjin”. Paşê jî tiştên ku îhtiyaciya kurdan bi wan heye di 10 madeyan de rêz kiriye. Di madeyên duyemîn, sêyemîn û heştemîn de wiha gotiye:[2]
2- Ser terzek nû elîfbayek.
3- Ji bona temamê zimanê kurdîtiyê qamûsek (ferhengek mezin).
8- Ji bo zimanê kurdan serf û nehwek (rêzimanek).
Çawa ku ji madeya duyemîn jî tê fêmkirin jiber ku baweriya Xelîl Xeyalî bi diviyatiya amedekirina elfabeyek standart ya kurdî hebû, di sala 1909an de li Stenbolê yekemîn alfabeya kurdî ya bi tîpên erebî çê kiriye û navê wê danîye “Elifbeyê Kurmancî”.
Bi saya du şexsiyetên kurd der barê Xelîl Xeyalî de bi kurtasî be jî hinek agahî gihaştine roja me. Yek ji van şexsiyetan Se’îdê Nûrsî ye, yê din Qedrî Cemîl Paşa ye.
Se‘îdê Nûrsî (Kurdî) der barê Xelîl Xeyalî û elfabeya wî de wiha dibêje:
“Ez mînakek neteweperwerî ji we re pêşkêş dikim ku ew jî Xelîl Xeyaliyê Motkî ye. Mîna her beşek miletperweriyê di beşa ziman de jî xelata pêşbaziyê a wî ye. Wî alfabe û serf û nehv(rêziman)a ku bingehê zimanê me ye çêkiriye. Vî zatê han nimûneyek miletperweriyê nîşan daye û ji bo zimanê me yê ku mihtacê temamkirinê ye bingehek daniye. Ez ji ehlê hemiyetê (ji miletperweran) re tewsiye dikim ku,. li pey rêça wî herin û zimanê me li ser wê bingehê ava bikin”.[3]
Ekrem Cemîl Paşa jî wiha dibêje:
Li gor Ekrem Cemîl Paşa, Xelîl Xeyalî û Ziya Efendi (Ziya Gokalp) bi hev re rêzimana kurdî amade kirine û dest pê kirine ku ferhengek jî binivisînin. Lê Ziya Gokalp ji xwendingehê tê derxistin û gava tê Diyarbekir xebatên ku wî û Xelîl Xeyalî bi hev re kiribûn jî bi xwe re tîne û ji wê û pê ve têkiliyên wî û Xelîl Xeyalî tên birîn. Piştî meşrûtiyetê dema ku Ziya Gokalp wekî delegeyê Diyarbekrê beşdarê “Komeleya İttîhad û Teraqî”yê ya li Selanîkê dibe û Xelîl Xeyalî li Stenbolê dibîne. Xelîl Xeyalî ew xebatên ku bi hev re kiribûn jê dixwaze, lê dibêje “min ew şewitandin” û naxwaze ku bide Xelîl Xeyalî.[4]
2. Alfabeya Xelîl Xeyalî
Çawa ku ji gotinên Se‘îdê Nûrsî tê fêmkirin wekî niha di wê demê de jî rewşenbîrên kurdan ji bo sitandartkirina zimanê kurdî li ser alfabeyek sitandart nîqaş kirine. Di nîqaşên di vî warî de Se‘îdê Nûrsî xwestiye ku alfabeya Xelîl Xeyalî wekî bingeh bê qebûlkirin. Nexwe di nîqaşên îro de jî divê ev alfabe neyê jibîrkirin, beranberiya wê bi alfabeyên din bê kirin, kêmahî û zêdehiyên wê bên dîtin û jê were îstîfadekirin. Loma di vê nivîsa xwe de me xwest ku em vê alfabeyê jî bi çend gotinan bidin naskirin:
1) Alfabeya Xelîl Xeyalî yekemîn alfabeya kurdî bi tîpên rrebî ye.
2) Ev alfabe bi hemançapî di pirtûka Mehmet BAYRAK ya bi navê “Açık-Gizli, Resmi-Gyr-ı Resmi Kürdoloji Belgeleri” de hatiye weşandin.[5]
3) Hogir Tahir Tewfîq di xebata xwe ya bi navê “el-Elifbau’l-Kurdiyye Bi’l-Hurûfi’l-Erebiyye We’l-Hurûfi’l-Latiniyye“ (Elfabeyên Kurdî yên Bi Tîpên Erebî û Latînî) de li gor çapa Mehmet Bayrak alfabeya Xelîl Xeyalî jî qeyd kiriye.[6]
4) Alfabe ji aliyê weşanxana “Hîvda ” jî bi tîpên erebî hatiye weşandin.[7] Lê tê de hinek guhartin û şaşî hene.
5) Alfabe ji 34 tîpan pêk tê. Ev tîp digel Latînîya wan ev in:
? =Ab
? =Bb
?=Pp
? =Tt
? =Ss
? = Cc
?=Çç
? = Hh
? =Xx
? =Dd
? =Zz
? =Rr
? =Zz
? =Jj
? =Ss
? =Şş
? =Ss
? =Dd
? =Tt
? =Zz
? =‘
? =Ğğ
? =Ff
? =Vv
? =Qq
? =Kk
?=Gg
? =Ll
? =Mm
? =Nn
? =Ww
? =Hh
??=La
? =Yy
6) Alfabe digel mînak û agahiyên cûrbecûr ji 27 rûpelan pêk tê. Naveroka rûpelan wiha ye:
a) Rûpela yekemîn qapax e. Tê de navê xebatê (Elîfbayê Kurdî), navê nivîskar (Xelîl Xeyalî Motkî), navê çapkirox (Kurdîzade Ehmed Ramîz) û sala çapê (1325) cih digire.
b) Di rûpela duyemîn de 34 tîpên alfabeyê hatine nivîsandin ku me van tîpan digel Latîniya wan li jor da nîşandan.
c) Di rûpelên sêyemîn, çaremîn û pêncemîn de navê van tîpan û rewşa nivîsandina wan di ser û nav û dawiya bêjeyê de hatiye nîşandan.
d) Di rûpela şeşemîn û heftemîn de li ser rewşa dirêjkirina tîpan, tîpên bênuqte, tîpên biyeknuqte, tîpên bidunuqte û tîpên bisênuqte hatiye sekinandin.
e) Nivîskar di rûpela heştemîn de li ser bilêvkirina tîpan li gor ser û cer û ber yên erebî ku ji wan re “hereke” tê gotin sekiniye. Mînak: Be,bi,bu; te,ti,tu.
f) Di rûpela nehemîn de nivîskar behsa “tenwîn”a erebî kiriye û bal kişandiye ku di zimanê kurdî de tenwîn nîne. Çawa ku tê zanîn tenwîn di dawiya navdêrên erebî de cih digire û wekî du seran, du beran an jî du ceran (“..en”, “..in”, “..un”) tê bilêvkirin. Ji bo nimûne tîpa ?=Byê gava di dawiya navdêrek erebî de cih bigire wiha tê xwendin: Ben, bin, bun. Di rûpelên di pey re mînakên cûrbecûr cih girtine.
g) Di rûpelên 23 û 24an de di bin sernavê “Îbare” de nivîskar bi şiklê şê’rê hinek nesîhet kirine. Mînak: Ders bixwune, zimanê Kurmancî hûbe.
h) Nivîskar di rûpelên 24, 25 û 26an de hinek du‘ayên erebî nivîsandine.
i) Di rûpela dawîn de di bin sernavê “Rica “de wiha hatiye nivîsandin:
“Behayê vê (elfabeyê) ji bo tebi’kirina (çapkirina) kutubê (pirtûkên) Kurmacan e. Li pey vê, qiraet (xwendin) û serf (morfoloji=peyvsazî) û nehv (rêziman)a zimanê Kurmancî jî dê tebi’ bibe (were çapkirin). Feqet em muhtacê arîkirinê ne. Bê arîkirin tiştik nabe. Hêviya me xeyret û cuwamêriya Kurmacan e. Meqseda me ji zarokê Kurmacan ra nîşandana rêya ‘ilm û hunerê ye”.
7) Tiştek balkêş jî ev e ku Xelîl Xeyalî bêjeya “Kurmanc” wekî “Kurmac” bi kar anî ye. Ango cih nedaye tîpa “n”yê. Berê me got qey viya kêmasiyeke çapî ye. Lê me dît ku Cemal Reşîd Ehmed di kitêba xwe ya bi navê “Zuhûru’l-Kurd Fî’t-Tarîx” de dibêje ku di dema Mîrektiya Erdelan de Mîrê kurd yê bi navê Xusrev b. Muhemmed di destnivîsek xwe de bêjeya “Kurmanc” wekî “Kurmac” bi kar aniye û ev destnivîsa han di sala 1984an de li Moskovayê hatiye çapkirin.[8] Wê demê me fêm kir ku di nav hinek nivîskarên kurd yên berê de navê “Kurmanc” wekî “Kurmac” jî hatiye xebitandin.
[1] Zinar Silopî, Mes’eletu Kurdistan (Doza Kurdistan), Pêşkêşkirox: İzedîn Mistefa Resûl, çapa duyemîn, Beyrut, 1997, r.33-35
[2] Rojî Kurd, 1913, hejmar:3, r. 21-22 (Amadekar: Cemal Xeznedar).
[3] Seîdê Nûrsî, İki Mektebê Musîbet (Di nav “Asarê Bedî‘iye” de), r.334 -335.
[4] Binêrin Qedrî Cemîl Paşa (Zinar Silopî), Doza Kurdistan, wergerandina bo kurdî: Omer Dewran, Weşanên Bîr, Diyarbekir 2007, r. 24-25.
[5] Mehmet Bayrak, Açık-Gizli Resmi-Gayr-ı Res mi Kürdoloji Belgeleri, Enqere, 1994, r.462-505.
[6] Hogir Tahir Tewfîq, el-Elifbau’l-Kurdiyye Bi’l-Hurûfi’l-Erebiyye We’l-Hurûfi’l-Latiniyye, çapa yekem, Erbîl, 2005.Ji bo agahiyên der barê Xelîl Xeyalî û elfabeya wî di vê kitêbê de binêrin r.23-40.
[7] Elîfbêya Kurdî, muherrir (nivîskar): Xelîl Xeyalî, Çapxana Hîvda , çapa yekem, Stenbol, 2004.
[8] Cemal Reşîd Ehmed, Zuhûru’l-Kurd Fî’t-Tarîx , Erbîl, 2003, I, 61.
Nîşane: Halil Hayali, kürtçe, kürtçe alfabe, Xelil Xeyali, Ziman
mutkili halil hayali efendi

halil hayali (halil hayalî-i mutki), bitlis’in motki kazasının modan aşiretine bağlı, çevresinde saygıyla anılan bir ailedendir. doğum tarihi hakkında kesin bir kayıt bulunmamakla birlikte 1848-1850 yılları en kuvvetli ihtimaller olarak göze çarpar. halil hayali, çocukluğunda nur talebelerinin üstadı said-i kürdi’nin tavrından etkilenerek eğitim konusunda özel bir çaba sarf etmiştir. ilk öğrenimini diyarbakır’da gördükten sonra da dönemin bilim merkezi olarak görülen istanbul’a gelerek üniversite okumuştur. osmanlı döneminde çeşitli devlet kademelerinde görev alan halil hayali bey’in son memuriyeti de halkalı yüksek ziraat mektebi muhasebeciliğidir. 1900 yılından itibaren aralarında kadri cemil paşa, ekrem cemil paşa, kamuran ve celadet ali bedirhan bey’ler gibi onlarca gence kucak açıp onların kendi ilgi alanlarında daha da gelişip başarılı olmaları için her türlü desteği sunmuştur.
‘mekteb-i tıbbiye’de öğrenci olan diyarbakır’ın çermik ilçesi zazalar’ından ziya gökalp ile tanışarak birlikte kürtçe’nin gramerini ve sözlüğünü yazmaya başlarlar. özgürlükçü düşünceleri nedeniyle okulla ilişiği kesilen ziya gökalp, diyarbakır’a geri dönünce ve beraberinde de bu çalışmaları da götürür. meşrutiyetin ilanında halil hayali ve ziya gökalp ikilisi, selanik’te toplanan ittihat ve terakki cemiyeti kongresinde buluşurlar. ziya gökalp’in, diyarbakır delegesi olarak katıldığı kongre için istanbul’da bulunduğu sırada halil hayali kendisinden beraber hazırladıkları kürtçe gramer çalışmalarını ister. ancak gökalp bunları yaktığını söyleyerek geri vermek istemeyince halil hayali bu eseri yeniden yazmaya başlar.
halil hayali kürt terakki ve teavün cemiyeti’nin kurulması için ön ayak olanhayali, kürt neşr-i maarif cemiyeti’nin de kurucularından birisidir. bediuzzaman sadi-i kürdi; “iki mekteb-i musibetin şahadetnamesi yahut divan-ı örfi ve said-i kurdi” adlı kitabında halil hayali’den söz eder:

“işte milli onurun bir örneğini size takdim ediyorum, ki o da mutkili halil hayali efendi’dir. milli onurun her alanında olduğu gibi dilbilimi alanında da derinleşmiş ve dilimizin esası olan alfabesini ve gramerini hazırlamış ve diyebilirim ki bu uğurda gösterdiği gayret, çalışma ve çabalar onun maneviyatıyla bütünleşmiştir. bu kişi, örnek bir onurlu davranış göstermiş ve gelişmeye muhtaç dilimize dair temel atmış olduğundan, onun yolunu izlemeyi ve bu alandaki çalışmaları daha da geliştirmeyi onur sahiplerine tavsiye ederim.”
ekrem cemil paşa ve musa anter’in anlattıkları...
ekrem cemil paşa da kendi hayatını anlattığı “muhtasar hayatım” adlı eserinde halil hayali bey’den büyük bir saygıyla bahseder:
“istanbul’da kürt talebelerine hocalık eden, büyük ruhlu ve azimli, pek büyük bir kürt hakkında bir kaç söz söyleyeceğim. bu sözünü edeceğim kişi, motkili halil hayali bey’dir. aydın, himmetli bir vatanperverdi. biz gençler bu zatı 1909 yılında istanbul’da tandık. o vakitler yaşı elliyi mütecavizdi. cuma günleri divanyolu’ndaki diyarbekir kıraathanesine gelir bizi toplardı. kürt tarihinden, kürt hamaset ve mefahirinden çok şeyler anlatırdı. tarihi, milli ve edebi konuşmasının sonu gelmezdi. biz gençler büyük bir ilgi, zevk ve heyecanla konuşmaları dinler ve çok şeyler öğrenirdik. bu zat istanbul’daki öğrencilere 20 sene hocalık yapmıştır. bunu yaparken de bıkmaz, yorulmazdı. ben 1928 yılında kastamonu hapishanesinden çıktıktan sonra, istanbul’da bir çok defalar ziyaretine gittim. iki seneden beri yataktaymış, 1929’da istanbul’u terk ederken bu büyük adamı daha ağır hasta bir vaziyette yatakta bıraktım.”
musa anter de “hatıralarım” da saygıyla andığı bu değerli insanı şöyle anlatır: “halil hayali bey, kendisini gördüğümde bugünkü orman fakültesi baş muhasipliğinden emekliydi. pırıl pırıl bir ihtiyardı. oldukça kültürlü ve o ölçüde güzel kalemi olan halil hayali beyin gözlerinde adeta vatan aşkı parlıyordu. benim bütün emelim, sağlığımda, bu zalim milletlerin ayakları altında çiğnenen ve bu millete layık olmayan kürt milletinin kurtuluşunu görmektir derdi. kızı nazmiye hanımla oturuyordu. halil hayali, ölümüne yakın kendisindeki alışma notlarını bana verdi. bunların içinde paha biçilmez vesikalar vardır. ziya gökalp’in kendi eliyle yazdığı kürtçe grameri ve kürt dili üzerine araştırmaları vardı. ”
elifbaye kurmanci
istanbul’da vefat eden, osmanlı dönemi aydınları arasında önemli kültürel çalışmalarıyla saygın bir yere sahip olan halil hayali’nin, kürtçe ile ilgili önemli çalışmalar yaptığı biliniyor. kürtçe’nin kurmanci, zazaki lehçeleriyle, türkçe, farsça, arapça ve fransızca’yı bilen halil hayali bey kürt dilinin bilinen ilk alfabesinin (elifbaye kurmanci) yanı sıra kürtçe’nin saff û nahv’ini (dilbilgisi) ve kamus’unu (sözlük) hazırladığı biliniyor. bunların yanı sıra yayın organlarında çıkan yazıları kurmancı lehçesinin ilk düzyazı örnekleri arasındadır. o, türkçe’den kürtçe’ye çeviri yapan ilk aydınlardan biri olarak da kabul edilir. halil hayali’nin bu çalışmalarının duyurularının yapılmasına rağmen ne yazık ki dönemin rojî, kurd, yekbûn ve jîn gibi dergilerinde yayınlanmış yazıları dışında bugün elimize ulaşan başlıca eseri “elifbaye kurmancı”dir.