Gayr-ı Resmi Tarih Çalışmaları için Birkaç Not:
İran'a geçmeden önce Şam'da Şener ile birlikte iki gün kaldım. Öcalan ile aynı evde kalıyorduk. Şam’ı fazla tanımıyordum. Bu süreçte kısmen tanıma fırsatı buldum. Öcalan’ın rehberliğinde Şam'ın tarihi yerlerini gezdik.
Gezdirdiği yerleri tarihçeleri ile anlatmasından buralara yabancı olmadığını gösteriyordu. Tedirgin değildi. Çok rahat ve kendinden emin hareket ediyordu.Gündüz Şam gezileri akşamları ise Şener'le baş başa kalıyorduk. Şener düşüncelerinde açık net ve sadeydi.
Öcalan'ın örgüt içerisinde ki konumu ve sorunlardaki rolünü çok iyi kavramıştı. Düşüncelerini saklamıyordu. Eskiden tanıdığı tüm arkadaş yapısı ile sorunu açıktan tartışma taraftarıydı. Ve bunu yapacaktı.
Şener'e göre dile getirdiği düşünceler doğruydu. Tarih doğrudan yana olduğuna göre düşüncelerinin yaşam hakkı bulmaması için hiç bir neden yoktu.
Öcalan tarafından yürütülen ve bilinçli bir tarzda sistemleştirilerek genel bir uygulamaya dönüştürülen kişilik çözümlemelerinin yaratmış olduğu erozyonu yeterince göremiyor veya inanmak istemiyordu. O hala 78 lerde bıraktığı arkadaşlık yoldaşlık ruhunu arıyordu. Oysa o ruh çoktan öldürülmüştü!
Şu bir gerçekti. Kişilik çözümlemeleri adı altında sürdürülen çalışma özünde kişiliksizliğin geliştirilmesi çalışması idi. Kişinin kendisini ve yakın çevresini inkâr temelinde sürdürülen bu çalışma kendisinde hiç bir olumlu yan bırakmamak üzere yerle bir ediliyordu. Kişi inanmadığı şeylere zorlanıyor, süreç içinde bu kanıksanıyor ve kişi kendisi olmaktan çıkıyordu. Kısacası yapılan, kişilik çözümlemesi adı altında, kişiliğin olumsuzluklardan arındırılması değil, kişiliğin öldürülmesi, diğer bir deyişle kişiliksizliğin geliştirilmesi idi. Ve bu önemli oranda başarılmıştı.
Öcalan'ın kendi yakın çalışma arkadaşlarından başlayarak geliştirdiği bu politika, ne yazık ki yakın çevresi ile sınırlı kalmamış kadrolara, oradan da kitlelere yansıtılarak topluma mal edilmişti. Düşünmeyen, düşünce üretmeyen, inanmadığı şeylere inanmış gibi gözüken, kendisine karşı öz güvenini yitirmiş, aslında çıkış koşulları ile çelişerek temel insani değerlerden uzaklaşan bir sistem ve bu sistemin oluşturduğu garip bir yapı oluşmuştu.
Buna geniş bir bakar körler ve sağırlar katmanı da eklenmişti. Bu ciddi bir tehlike idi ve işimizi zorlaştırıyordu. Konuştuğunda senin gibi düşünen ve sana destek veren insanlar çok rahatlıkla sana karşı bir tavır geliştirildiğinde tam tersi düşünceler ile sana karşı olabiliyor; yada kör bir sessizliğe bürünebiliyordu.
Şener' le bu konuları çok tartıştık.
Hemen hemen tüm konularda hemfikirdik.
Birilerinin duruma müdahale etmesi gerekiyordu ve biz kararımızı vermiştik.
Özünden boşaltılarak öldürülen parti ruhunun yeniden dirilişi için birbirimizle ilişki içerisinde birlikte hareket edecektik.
Tüm hazırlıklarımı tamamlamıştım. İran’a geçmeden önce Öcalan son bir durum değerlendirmesi için beni çağırdı. Elinde Osman Öcalan 'ın gönderdiği bir rapor vardı. Rapora göre İran'da yenilgi sonrası IKDP bünyesinde çok sayıda insan partiye katılmak istiyorlardı. Bunların kısmi ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyordu. Bunun için kabataslak bir bütçe oluşturulmuştu ve para istiyordu.
Yazılanlar fazla inandırıcı olmamakla birlikte yinede hatırı sayılır bir meblağla (bir buçuk milyon mark)Şamdan ayrıldım.
İran üzeri Xakurk alanına geçerek serhat ve Zagros güçleri ile buluştum. Amacım konferans kararlarının yapıya özümsetilerek kararlar temelinde yeni dönem pratiğinin planlanmasıydı. Planlamalar sonrası güçler zaman kaybetmeden alanlara aktarılacaktı.
Bu alanda yürütülen değerlendirme toplantılarında İran faaliyetlerine ilişkin ilginç durumlarla karşılaştım. Diğer alanlarda üç aşağı beş yukarı yaşanan sorunlar aynı mantığın ürünüydü. Buna yabacı değildim. Konferans kararları bunların aşılmasına yönelikti. Ancak İran devleti ile olan ilişkinin niteliği içler acısıydı.
Buna göre;
Parti merkez komite üyeleri, Eyaletler, Eyalet sorumluları ve İran’a girip çıkan tüm kadro yapılanması gerçek kimlik ve öz geçmişleri ile İran’a verilmişti. Ayrıca ileriye yönelik yapılan planlamalar, bölge ve eyaletlerin durumu ve partinin yönelimleri üzerine kapsamlı raporlar sunulmuştu.
Osman yapılanları o kadar rahat anlatıyordu ki; şaşırıp kalmıştık. Adam sanki İran değil de Partinin bir üst birimine rapor vermiş gibi anlatıyordu. İran da faaliyet yürütmenin zorluklarından bahsediyordu. Anlatımları ile buna mecburdum demeğe getiriyordu.
Ne kadar zor koşullarda mücadele ettiğini ifade ederken anlattığı bir olay utanç verici idi. İranlılar görüşmelerin birinde ‘’dediklerimizi yaparsan yap, yapmazsan seni istenmez adam ilan ederiz’’ diyerek işi tehdide kadar vardırmışlar. Adamlar Osman’ın zaafını iyi yakalamış ve değerlendirmişlerdi. İstenmez adam ilan edersek ülkeye gönderilirsin demeye getirerek bunun kendisi için kısa sürede ölüm demek olduğunu vurgulamışlardı. Ve Osman utanmadan bunu bize anlatıyordu. Bir devrimci için bundan daha büyük onur kırıcı bir şey olabilir mi bilmiyorum?
Dinledikçe insan içten içe tepki duyuyordu. Nitekim Harun (Şehmuz Yiğit) dayanamayarak patladı. ‘’Ya adamlar resmen sana korkak diyor ve korkaklığından hareketle senden her şeyi almaya çalışıyor, sen hala ilişki ilişki diyorsun. Lanet olsun bu ilişkiye’’ diyerek tepkisini dile getirdi.
Kararımızı vermiştik. Osman’ı İran faaliyetlerinden alacaktık. Yerine geçici olarak Ahmet’ i (Şemsettin Aktaş) atayacak ve görünürdeki güçlerimizi çekerek birimi daraltacaktık.
Zaten Irak Kürtleri üzerinde geliştirmek istediği paralı askerlik sistemini tartışmaya dahi değer görmeden ret etmiştik. Adam burnunun dibindeki alana Şemdinli’ye müdahale gücünü kendinde bulamıyor ama Irak Kürtlerinin ekonomik sıkıntılarından yararlanmanın hesabını yapabiliyordu.
Toplantılar on güne yakın bir zamanımızı aldı. Faaliyetler değerlendirilmiş, Konferans kararları temelinde yeni dönem yönelimleri izah edilerek, Eyalet faaliyetlerinin pratik planlanması yapılmış ve alanlara dağılmaya hazırlanırken İran üzerinden yeni bir problemle karşılaştık.
İran var olan evlerimizin hepsine eşzamanlı olarak baskın düzenlemiş ve tüm arkadaşları tutuklamıştı. Osman’ı istiyorlardı. Söyledikleri şuydu. Ya Osman ya da bu ilişki biter. Osman’ın dışında bir temsilci istemiyorlardı.
Haber erken ulaşmıştı ve İranlılar adamına sahip çıkıyordu. Buna İran üzeri Şam’dan gelen bir telefon bağlantısı eklenince elimiz kolumuz bağlandı. ‘’İran ilişkisi önemli kaybedilmemeli, güçlendirilerek sürdürülmeli’’.Bu bir talimattı. Osman’ın İran’da ki pratiği bilinmesine rağmen, verilen bu talimat karşısında yapacak bir şeyimiz kalmamıştı ve Osman’ı istemeye istemeye tekrar İran’a göndermek zorunda kaldık. Osman İran’a hizmetlerinin karşılığını alıyordu.
Osman ve beraberinde Serhat gücü ayrılınca; Harun (Şehmuz Yiğit ) ile baş başa kaldık. İkimizde birbirimizi çok iyi tanıyorduk. Lübnan, ülkeye dönüş ve sonrası gelişen savaş pratiğinde uzun süre birlikte kalmıştık. Aynı birlik içerisinde yer almış, aynı acıları aynı zorlukları paylaşmış aynı sevinçleri yaşamıştık. Birbirimizi tam anlamı ile tanıdığımıza inanıyorduk. Ancak Çukurca pratiğini değerlendirirken oldukça zorlanmıştım. O pratiğin sahibi Harun olamazdı.
Bu arkadaş örgüt içi tutuklamalara karşıydı. Köy katliamlarına karşıydı. 85 de çocuk ve kadınları hedefleyen Sıpivyan olayı olduğunda ‘’bu alçaklıktır’’ diye tepki gösteren tek arkadaştı.(Olayda beş çocuk dört kadın ölmüştü )Fatma’nın ‘’Bu Agit arkadaşın eylemi, sen nasıl bunu söyleyebiliyorsun’’ demesine ‘’Kim yaparsa yapsın alçaklıktır’’ diyerek tavrını sürdürmüştü.
Ardından Serxwebun dergisinde ‘’Uludere’de vahşet kontra gene vurdu’’ başlığını görünce ‘’Serxwebun alçaklık yapıyor, eylem bizimdir sahip çıkılmalı eğer yanlışsa özeleştirisi verilmeli’’ diyerek tepkisini dile getirmişti. Kongre kararlarına rağmen ‘’askerlik yasasına inanmıyorum’’ diyerek uygulamayan gene bu arkadaştı.
Zorunlu uygulamalara karşıydı. Ve aynı arkadaş karşı çıktığı, alçaklık olarak değerlendirdiği bu pratiklerden daha ağır bir pratiğin sorumlusu olarak ortaya çıkıyordu. Ben bunu anlamakta zorlanıyordum.
Arkadaşın sorumluluğu altında Karslı Mahir ve Hogır’dan oluşan komite aracılığı ile Çukurca alanında akademi uygulamalarını aratmayacak uygulamalar gerçekleşmişti.
20 dolayında Savaşçı işkenceli uygulamalardan geçirilerek katledilmişti. Bunların önemli bir bölümü üniversite örgencilerinden oluşmaktaydı. Dört kişiyi şahsen tanıyordum. Hakkâri bölgesinden olan bu arkadaşlar, yıllarca milis olarak görev yapmış deşifre olunca, gerillaya katılmışlardı. Katledilenler arasında bunlarda vardı.
PKK tarihinin kara lekelerinden biri olan İkiyaka (Sate) katliamı bu dönemde gelişmişti. (Hogır’ ın sorumluluğunda) Üstelik katledilenler köyde silah almayı ret eden ailelerdi. Bundan dolayı silah alanlarla sorun yaşamaktaydılar. Evleri kısmen köyün dışında olan bu aileler hedeflenmişti.
Garê dağında yakalanan Oramar’ lı günahsız beş çobanın katledilmesi aynı dönemin pratiğiydi. (Karslı Mahir’ in sorumluluğunda) Tek günahları akrabalarının silah alması idi.
Kitlelere yönelik sekter yaklaşımlar sonucu birçok köy boşalmıştı. Bu köylerin önemli bir kesimi, mücadeleye yıllarca destek veren köylerdi.
Her ne kadar olaylarda Hogır ve Karslı Mahirin sorumlulukları olsa da bunların kendileri Harun’un sorumluluğu altındaydı. Harun istese bu olayların hiç birisi yaşanmayabilirdi.
Harun bu pratiğin izahını yapmakta zorlanıyordu.
Toplantılar bittikten sonrada Harun’ la aynı minval üzeri sohbetimiz devam etti.
Uzun süre düşünen Harun başı önünde ‘’ Biliyormusun’’ dedi. ‘’Biz kendi insanlığımızla çeliştik. Yola çıkış ilkelerimiz ile çeliştik. Kendimizle çeliştik’’ diyerek kafasını kaldırdı. ‘’Biz biz olmaktan çıktık’’ dedi. Gözlerimin içine bakarak ‘’Akademide çok önemli bir fırsat yakalamışsınız. Değerlendirmeliydiniz ‘’ diyerek gülümsedi ve ‘’elini çabuk tut, bu yaz ölmeye bak’’ dedi. Aynı şeyi kendisi içinde söylüyordu. ve devam etti.
’’Yoksa bir ajan provokatör olarak değerlendirilip öldürülmemiz işten değil.’’
Harun’un söyledikleri karşısında şaşırmıştım, neden diye sorduğumda ‘’nedeni mi var? Yola çıkış ilkelerimizle çelişmişiz. Kendi insanlığımızla çelişmişiz, kendimizle çelişerek biz biz olmaktan çıkmışız. Bununla da kalmamış bunca yıl savaş içerisinde yer almakla birlikte ölmemişiz. Yapı tarafında seviliyor ve kitlelerce tanınıyoruz. Bütün bu nedenler sana bir şeyler anlatmıyor mu?” diyerek konuyu kapattı.
Aslında Harun bizdeki gerçekliği çok kısa cümlelerle net ve açık bir tarzda ortaya koymuştu. Sisteme vurgu yapıyordu. Oluşturulan sistemin, tertemiz duygularla mücadeleye katılan insanları, süreç içerisinde kendi kendisi ile çeliştirerek nasıl zıttına dönüştürdüğünü vurguluyordu. İsim yapmanın, ön plana çıkmanın sistemde potansiyel bir tehlike olarak algılandığını ifade ediyordu.
O söyleyeceğini söylemişti. Harun’ un ne söylemek istediğini anlamıştım. Birbirimize bakarak güldük.
Ne yazık ki; bu arkadaş dediğini yaptı. Şemdinli de hiç girmemesi gereken bir ortamda yanındaki gücün niteliğine bakmadan tesadüfen karşılaştıkları çetelere karşı gerçekleştirdiği bir pusu eyleminde çok sevdiği ve yanında hiç ayırmadığı çocuk bir savaşçısının silahından çıkan kurşunlarla yaralandı.
Gurup eylem gurubu değildir. Ağırlıklı 13-17 arası portatifler diye adlandırdığı çocuk savaşçılardan oluşan küçük bir guruptur. Çeteler tarafından fark edilmemişlerdir. Kısacası kendileri istemese çatışmaya girmeyebilir. Ancak o çatışmayı seçiyor.
Yaralandıktan sonra tüm gurubu toplayarak olayın bir kaza olduğunu, bu olaydan dolayı kesinlikle kimsenin suçlanmaması gerektiğini vurguluyor. Kendisinin yaralanmasına yol açan savaşçısının Parti tarafından her türlü destek sunularak eğitilmesini partiye ve arkadaşlara bir vasiyet olarak belirterek gurubu olay yerinden uzaklaştırıyor. Ancak ağır yaralanmıştır.
Grup olay yerinden uzaklaştıktan kısa bir süre sonra şehit düşüyor.
Harun Diyarbakır’da parti ile tanışmıştı. Hilvan Siverek mücadelesi içinde pişmişti. Lübnan sonrası ülkeye dönüşün ilk kadrolarındandı..15 Ağustos Şemdinli baskının da yer almıştı. Hakkâri ,Botan,Garzan, Diyarbakır ve Bingöl de savaşın en ön saflarda idi.Onlarca kez ölümden dönmüştü.
Xaqurk üzeri Çukurca ya doğru yol alıyoruz. Yol güzergâhındaki tüm köyler viraneye dönmüş durumda. Sağa sola saçılan eşyalardan, köy sakinlerinin panik içinde köylerini terk ettikleri anlaşılıyordu. Köyler, sokak ve yıkıntılar arasında dolanan yabanileşmiş bir kaç kedi ve sağa sola saçılmış eşyaların yarattığı renk cümbüşü dışında hiçbir yaşam belirtisi göstermiyordu.
Bu köyler bazı istisnalar dışında PKK ye en aktif desteği veren köylerdi. İşin ilginci devletin baskılarından çok Bekaadaki kongrede çıkarılan askerlik yasası ve benzeri zorunlu uygulamaların kurbanı olmuşlardı..
Devlet baskılarına yabancı değillerdi. Onu kendilerinden görmemişlerdi. Kendi iradelerini hiçe sayan bu güce sadece öfke duymuşlardı. Yaşadıkları acıları, haksızlıkları, aşağılamaları içe atmış öfkeye dönüştürmüşlerdi. Bu açıdan bu ceberut devletlere baş kaldıran herkese kucak açmışlardı. Güney, kuzey, doğu ayrımı yapmamışlardı. Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmişlerdi. Gerektiğinde silah kuşanmışlardı. Onlara bizim çocuklarımız demişlerdi. Birine bir şey oluğunda acısını ta yüreklerinde hissetmiş, kendilerinden kopan bir parça olarak algılamışlardı.
Ya şimdi!.
Bizimkiler dedikleri ne kadarda çok düşmanlarına benzemişti.
Bazı şeyleri anlamakta zorlanıyorlardı.
Kol kanat gerdikleri, sahip çıktıkları yapı, kendilerinden uzaklaşmıştı. Köylerini basıyor çocuklarını askerlik yasası adı altında zorlan evlerinden alarak dağa çıkarıyordu. Eskiden asker geldiğinde kaçanlar, şimdi devrimciler geldiğinde kaçar duruma düşmüşlerdi.
Tüm itirazları tehdit ve azarlamalarla susturuluyordu. Vergilendirme sistemi zaten kendilerini aşmıştı. Devletin baskıları yetmemiş gibi, birde bizimkiler dedikleri insanların baskılarına maruz kalmışlardı.
İlkin bunda bir terslik var diyerek konuyu parti ile tartışmak istemişlerdi. Dilleri döndükçe zorla bu işlerin olmayacağını anlatmaya çalışmış, duydukları rahatsızlıkları ifade etmişlerdi.
Mücadeleye karşı değillerdi.
Bunu içtenlikle istiyorlardı.
Çok şey kabullenebilirlerdi. Ancak gözlerinin önünde her gün köy basarak gençlerinin alınmasını kabullenemezlerdi.
Buna birde alınan gençlerden bazılarının kaçma teşebbüsü içerisinde vurulması eklenince çareyi doğup büyüdükleri köylerini terk ederek, kısmen daha korunaklı alanlara, akrabalarının yanına sığınmada buldular.
Böylece kırsal kesimde dağınık halde bulunan ve devletin kontrolde zorlandığı irili ufaklı onlarca köy boşaldı. Bu aslında T.C. nin isteyip de bulamadığı bir fırsattı. Çünkü kontrol edemediği yerleşim birimlerinden kurtulmuştu. Aynı zamanda bunları belli alanlarda toplayarak denetim imkânına kavuşuyordu. Stratejik köy denilen uygulamada bu dönemde gündeme getirildi.
Geçim kaynakları ellerinden alınan bu kesim ne yazık ki devletin örgütlemek istediği çeteciliğin de zeminini oluşturdu. Alandaki işbirlikçilerini harekete geçiren devlet, yerlerinden yurtlarından edilen bu insanları silahlandırmakta zorlanmadı. Geçim ve korunma içgüdüsünün yarattığı çaresizlik içinde kıvranan bu kesim sonuçta devletin dayatmalarına daha fazla dayanamayarak silah aldı.
İşte şimdi içinde geçtiğimiz köyler bu köylerdi.
Eskiden bize kucak açan kol kanat geren köyler.
Hiç birisi bunu hak etmemişti.
Onları bu duruma iten uygulamalarımızdı.
Birazda biz itmiştik onları düşmana.
Her birimizin onlarca anısı vardı bu köylerde. Her karşılaştığımız köy bu anıları depreştiriyordu.Öfke ve hüzün seline dönüşen duygular içerisinde bu köyleri aşarak Şemdinli gurubu ile buluştuk
Kışı Çukurca da geçiren gurubun hali içler acısı idi.
Kış boyu süren ağır uygulamalardan geçmiş çoğu sindirilmişti.
Kendilerine olan güvenlerini yitirmişlerdi. Ve şimdi yanlış yönelimler sonucu zehirlenerek düşmana itilen bir zeminde pratiğe giriyorlardı.
Gurupta bir tedirginlik yaşanıyordu.
Haksız değillerdi.
Çoğunun yakından tanıdığı ve yıllarca birlikte kaldıkları bazı arkadaşları onların gözleri önünde ajan olarak yargılanmış, infaz edilmişlerdi.
Onların ajan olmadıklarını ve haklarında ileri sürülen iddiaların gerçeği yansıtmadığını biliyorlardı. Ama karşı çıkamamışlardı. Ve bunun vicdani rahatsızlığını yaşıyorlardı.
Kitleye yönelik sekter tutumların yarattığı tahribatların şahitleri idiler.
Bu politikanın sonucu olarak onlarca köy boşalmıştı. Bu köylerin çoğunu tanıyorlardı.
Hogır' ın sorumluluğunda gerçekleştirdikleri İki yaka (Sate) katliamı ise işin tuzu biberi olmuştu. Ve bunların hepsinin birleşimi ruhlarında derin yaraların açılmasına yol açmıştı. Kolay kolay da bunu atlatacağa benzemiyorlardı.
Konferans kararları üzerine uzun değerlendirme ve sohbetlerimiz oldu.
Amacım birazda olsa yapının rahatlamasını sağlamaktı.
Konferans kararları zaten mevcut pratiği mahkum ediyordu. Bu biraz alan özgülüne indirgendi. Değerlendirmeler geliştikçe arkadaşlar yaşadıkları pratiğin kendilerinde yarattığı sarsıntıyı çarpıcı ifadelerle anlatmaya başladılar.
Anlatımlardan ortaya çıkan Lübnan'da ki Akademi uygulamalarının çok daha çarpık bir tarzda alanda uygulanması idi. Burada da onlarca kadro tutuklanarak uygulamalardan geçirilmiş, 20 dolayında insan ajan olarak katledilmişti. Katledilenlerin ağırlıklı bölümü, mücadeleye yeni katılan üniversite gençliği idi.
Her kes herkesten şüphelenir duruma getirilmiş, yoldaşlık bağı önemli oranda öldürülmüştü.
Sistem küçük Öcalan'lar oluşturmuştu.
Sohbet ve tartışmalar içerisinde Şırnak'lı Delil ' in anlattıkları insanı ürpertiyordu.''İç infazlara, tutuklanmalara alışmıştık. Ancak bir olay var ki hiç bir zaman aklımdan çıkmıyor'' diyordu.
Bahsettiği olay Sate (İki yaka) katliamıydı.
Küçük bir eylem birliğinin sorumlusu olarak katliamda yer almıştı.
''Bize hiç kimse sağ bırakılmamalı diye talimat verildi'' diyordu. ''Öyle bir süreç yaşamıştık ki bu talimata karşı çıkma gücünü kendimizde bulamadık.Önümüze ne çıktıysa vurduk. Kadın, çocuk demedik. Ortalık tam bir kan gölüne dönmüştü. İşte bu kan gölü içerisinde fırlayan bir çocuk kaçarken yanlışlıkla eylem birliğinin içine girdi'' diyerek gözlerinden yanaklarına yaşlar süzüldü.
Çaresizlik içerisinde kıvranan gözlerle bana bakıyordu.
Gerisini anlatamadı. Benden bir şeyler söylememi bekliyordu.
O an kendisini teselli edecek bir kelime bulamadım.
O ise kafası önünde büyük bir suçluluk psikolojisi içerisinde suskunluğa büründü.
Delilin yaşadığı ruh hali gurubun ağırlıklı kesiminde mevcuttu.
Ben bu hikayeleri Dersim katliamını anlatan yaşlı Dersim' lilerden çok duymuştum.
Ama bunları barbarlıkları ile ünlü bir devlet yapmıştı. Bu olayı ise halk adına yola çıkan bir hareket kendi halkına reva görmüştü..
Delil bu olayın vicdanı muhasebesi içinde ne yaptı bilmiyorum. Çünkü yaşadıklarının oluşturduğu ruh hali, var olan yaşam arzusunu alıp götürmüştü. Sürekli rüyalarına giren o manzaraya uzun süre dayanabileceğini sanmıyorum.
Ancak suçlu kesinlikle Delil'ler değildi.
Onlar saf ve temiz duygularla dağa çıkmışlardı.
İçine girdikleri sistemin kurbanı olmuşlardı.
Sistemin dayattığı çizgi suç üretmişti.
Kısacası eğer bir suçlu varsa onu sistem ve o sistemin yarattığı çizgide aramak gerekiyordu. Bireyde değil. O açıdan olay ve olguları değerlendirirken ağırlıklı sistem ve o sistemin oluşturduğu mantığa yüklendim.
Bu yaklaşım kısmenda olsa onları içine düştükleri ruh halinden kurtarmıştı.
Gurupla bir haftaya yakın kaldım. Konferans kararları ve yaklaşımlarım yapıda olumlu bir hava yaratı. Bir güven tazelemesi oluştu. Ancak zorlu bir alanda pratiğe giriyorlardı. Şemdinli düşman örgütlülüğünün zirvede olduğu bir bölgeydi. Bu açıdan yeni takviye ve desteğe ihtiyaçları vardı.
Mevcut planlamaya göre Harun arkadaş, Xaqurk üzeri kendileri ile birleşecekti. Bu durumda alan gücü teknik donanım bileşim ve kadro olarak yeterliydi. Ancak alanda barınma ve lojistik destek alanları yaratana kadar Çukurca üzeri desteğe ihtiyaçları vardı. Gerekli bağlantıların oluşturulması gerekiyordu. Bunun için konuyla ilgili bir birim oluşturuldu. Birimin görevi alanda gerekli alt yapı hazırlanana kadar lojistik destek ve Çukurca birimi ile bağlantıyı sağlamaktı.
Böylece İran ve çukurca üzeri desteklenecek çalışmalarla alan tekrar mücadeleye açılmaya çalışılacaktı.
Tüm bu hazırlıklar yapılarak alan faaliyetlerinin planlanması sonrası Çukurca alanına geçtim. Zaman sınırlıydı ve daha ulaşmam gereken epey alan vardı.
Çukurca'da uzun yıllar kalmıştım.
Her alanını karış karış biliyordum.
Faaliyetler içerisinde gitmediğim uğramadığım köy kalmamıştı.
Birlikte geçirdiğimiz bu yıllar halkla aramızda bir güven duygusunun oluşmasına yol açmıştı.
Tüm köyler partiye açık ve önemli oranda destek sunmaktaydılar.
Devletin tüm dayatmalarına karşılık cüzi bir yapının dışında kimse silah almamıştı.
Alanlar da devlet baskılarına dayanamayarak silah almış, ama partiye karşı kullanmamışlardı.
Büyük bir bölümü ile ilişkilerimiz vardı. Her türlü bilgi ve desteği bunlardan alabiliyorduk.
Ancak 89 kışındaki uygulamalar bu alanı da zehirlemişti.
Zora dayalı yasalar bu alanda da uygulamaya konmuş tepki toplamıştı.
Yasalar bizim diyebileceğimiz köylerde sanki özellikle uygulanmıştı. Zorla gençlerin alınması , vergilendirme ,keyfi tutuklama ve uygulamaları kitleler kaldıramamış, süreç içerisinde köylerini terk ederek karakolların olduğu yakın köylerde toplanmışlardı. Sınır kesimi önemli oranda boşalmıştı.
Bu T.C. nin arayıp bulamadığı bir fırsattı. Bunu iyi değerlendirmiş denetlemekte zorlandığı alanları da güvenlik gerekçeleri ileri sürerek kendisi boşaltmıştı. Alan önemli oranda insansızlaştırılmıştı.(Ne yazık ki bu uygulama sonraki süreçlerde genelleştirilerek devam ettirildi. Kürdistan'ın kırsal kesimi önemli oranda insansızlaştırıldı)
Xaqurk ve Şemdinli' de yaptığımız değerlendirmelerde alanda önemli bir tahribatın yaşandığını biliyordum ancak Çukurca ya vardığımda karşılaştığım manzara beklediğimden de kötü çıktı.
Küçük yerleşim birimleri kaldırılmış halk denetimi daha kolay alanlarda toplanmıştı. Devlet politikalarının bunda önemli bir yeri olsa da sekter yaklaşımlarımızın rolü belirgindi. Özellikle Rekani ve Nirve köylerinden geçerken öfke duymamak elden değildi. Daha düne kadar bizimle olan ve bize verdikleri destekten dolayı defalarca devlet baskınlarına maruz kalan bu köyler bizim sekter yaklaşımlarımız sonucu boşalmışlardı.
Oysa hepsi doğal milis durumunda idiler. Pinyaniş ve kaşuri alanlarındaki durumda bundan farklı değildi.
Halk şaşkındı. Partiden ürkmüş biraz uzaklaşmış ama yurtseverliklerinden dolayı tümden kopmuş değillerdi. Araya mesafe koymuşlardı. Eski ilişki düzeyinin yakalanması zaman alacağa benziyordu. Eskiden beri kendilerini tanıyor olmam bir avantajdı ve bunu kullanacaktım.
İlk etapta halen telafisi mümkün bazı haksız uygulamaların önüne geçerek işe koyulduk. Bunun için sudan sebeplerle yakalanan köylüleri serbest bırakmakla başladık. El konulan 150 dolayında büyük baş hayvanı bu köylüler aracılığı ile sahiplerine gönderdik.
Yine askerlik yasası ile alınan ancak kış sürecinde ajan diye yakalanarak mahkum edilen iki arkadaşı serbest bırakarak istemleri sonucu ailelerine gönderdik.
Katledilenleri geri getiremezdik. Tek yapabileceğimiz itibar iadesi idi ve onu yaptık.
Bunlardan üç kişinin durumu içler acısı idi (Çukurca merkezden Ahmet, Biyadere köyünden Abdulsemet ile Reşit).
Çukurca'nın yerlisi olan bu arkadaşlar alanda silahlı mücadelenin gelişmesi ile milis düzeyinde mücadeleye katılan ilk insanlardı.
Yerel birim ile birlikte bir sürü eylemin içinde yer almışlardı. Hüseyin Tilki' nin yakalanması ile deşifre oldular. Bu onlar açısında bir göçebe hayatının başlangıcı oldu. İlkin güney Kürdistan'a yenilgi sonrası ise İran'a göç ettiler. Ailelerini oraya yerleştirerek tekrar mücadele saflarına döndüler. Kendilerinin bildiği ve KDP nin bıraktığı bazı ağır silahları (Uçaksavar) partiye verdiler. Kışa doğru Iran'a dönme hazırlıkları içerisinde iken yakalanarak katlediliyorlar.
Gerekçe çok basittir. Silahların yerini biliyorlar. Silahların yerini değişmektense yerini bilen insanları ortadan kaldır. Mantık bu. Bu olay bile tek başına 89 kışında alanda yaşananları izah etmeye yetiyordu.
İtibar iadesi ile ailelerinden özür dilemenin dışında elimizden bir şey gelmedi.
Haksızlıkların kısmen de olsa telafisine yönelik attığımız adım etkisini gösterdi. Alana gelişimi duyan köylüler birer ikişer yanımıza gelmeye başladılar. Hak etmedikleri uygulamalarla karşılaşmışlardı ve bunların nedenlerini öğrenmek istiyorlardı. Köylülerin yaptığı eleştirilere katılmamak elden değildi. Söyleyecek fazla bir şey bulamıyorduk. Sadece bu tür uygulamaların bir daha tekrarlanmayacağını Partinin de uygulamalardan rahatsız olduğunu aynı durumların tekrarlanmaması için önemli kararların alındığını vurgulamakla yetindik.
Çalışmalar ve yaklaşımlar Nirve, Rekani, Ertuş ve Pinyanış alanlarında olumlu etki yaratmıştı.Yaralar yavaş yavaş sarılıyordu. Ancak Kaşuri ve Jirikiler de durum ciddiyetini koruyordu.
Burada Jiriki'lerin durumunu biraz açmak istiyorum.
Bu yapılanma eskiden beri T.C. ile fazla barışık değildi. Ağırlıklı bölümü silahlı idi. Çoğu yetişkin erkek askerlik yapmamıştı. Gerek askerlikten gerekse değişik nedenlerden dolayı kabarık bir mahkum kitlesine sahipti. Hepsi silahlı ve gafil avlanmamak için köylerinde nöbet tutuyorlardı. Çoğu devlete yabancı ve Türkçeyi bilmiyordu. Eskiden KDP ye Peşmerg'lik yapmış halende kendilerini KDP li olarak görüyorlardı. Güney parçası ile sıkı diyalogları vardı .Aşiret reisleri olan Tahir Adıyaman'ın kendisi jandarma öldürmekten mahkumdu. Bu açıdan doğal müttefik durumunda idiler.
İlk etaplarda kendileri ile ilişkilerimiz iyiydi.
Mücadelenin gelişimine bağlı olarak devlet bunlara el attı. Silah almaya karşılık kendilerine önemli tavizler veriyordu. Uzun süredir yaşadıkları mahkum hayatı kendilerine zor geldiğinden devletle uzlaşma o aşamada işlerine geldi. Silah alma karşılığı kendilerini legalleştirdiler. Mahkum konumunda olanlar hiç bir soruşturmaya tabi tutulmadan var olan silahları ile birlikte köy korucusu olarak kayıtlara geçti.
Silah aldıktan sonrada partiye karşı tavırları değişmedi. El altından ilişkilerini sürdürmekten yana bir tavır sergilediler.Ancak süreç içinde çeteciliğe karşı mücadelenin tırmandırılması ile birlikte tedirginlik yaşamaya başladılar. Parti ile karşı karşıya gelmek istemiyorlardı. İlişki yolları aramaya başladılar.
89 Baharında Çukurca köylerini esas alarak yürüttüğümüz silahsızlandırma çalışmaları sonrası Hakkâri merkeze doğru açılmış ve Jiriki köylerine uğramıştık. Bu köyler ile eskiden beri ilişki içerisinde idik. Köylerde önemli bir sempatizan kitlemiz mevcuttu. Ancak silah almışlardı
Çukurca da başlattığımız silahsızlandırma veya silahları geri vermeye ikna temelindeki toplantıları bu alanda da geliştirmek istiyorduk.
Jiriki’ler burada önemli bir halka idi.
Onların takınacağı tavır diğer yapılar üzerinde etkili olacaktı.
Köylerde ciddi hiç bir sorunla karşılaşmadan toplantılarımızı gerçekleştirdik.
Toplantılar ağırlıklı devletin çetecilik politikasının teşhiri temelinde yürütülüyordu. Yakın tarihimizden örnekler veriyor, çeteciliğin mücadele karşısında oynadığı olumsuz rolden hareketle silahlarını bırakmaya ikna etmeye çalışıyorduk.
Köy köy yürütülen bu çalışmalar sonunda ürününü verdi. Silah alırken de ikircikli davranan belirli bir kesim silah bırakmaya ikna oldu. Ancak korkuyorlardı. Bu girişim kendilerini devletle karşı karşıya getirecekti. Kendilerine yönelimi hafifletmek için kendileri dışında ki diğer yapıların da ikna edilmesini istiyorlardı. Böylece yük paylaşılacaktı.
Gelinen nokta önemliydi. Eğer doğru değerlendirilebilinir ise toplu silah bırakmalar gündemleşebilir çetecilik çözülebilirdi. Bu acıda sonuç almak için çalışmalarımıza hız vermiştik.
Bu çalışma içerisinde Tahir Adıyaman devreye koyduğu bir aracı ile bizimle ilişki kurdu.
Tahir uzlaşmak istiyordu.Aracı kısa ve net cümleler ile Tahir’in ifade ettiklerini bize aktardı.
Öz itibarı ile ‘’mücadeleye karşı olmadıklarını, Kürt olduklarını ve mücadelenin başarıya ulaşmasını istediklerini, zorunluluktan dolayı silah aldıklarını, silahları ulusal kurtuluş hareketine karşı kullanmayacaklarını’’, belirterek bizlerle anlaşmak istiyordu.
Aracı olan kişiyi tanıyordum. Jiriki aşiretinin ocak büyüklerinden biri idi ve uzun süreden beri kendisi ile ilişkimiz vardı.
Jiriki’ler alanda önemli bir güç idi.
Tarafsız kalmaları bile mücadele acısında önemliydi.
Takındıkları tutum diğer aşiretleri etkileyebilirdi. Bu acıda değerlendirilmesi gerekiyordu.
Tahir’ Adıyaman’ın istemleri kabul edilemeyecek istemler değildi. Bunlar bir kaç başlık altından toplanabilirdi.
1-Silahlar kendilerinde kalmalı.(Mahkûmluk statüsünden kurtulmaları için bu gerekliydi)
2- Zorunlu askerlik ve vergi sistemi alanlarında uygulanmamalı.
3-Kendilerini devletle karşı karşıya getirecek direk davranışlardan kaçınılmalı.
Tahir’in istemleri öz itibarı ile bu üç başlık altında toplanıyordu.
Buna karşılık;
Köyleri partiye açık olacak.
Kendi istemleri ile partiye katılmak isteyen gençlere engel olmayacaklar.
Silah almaktan dolayı devletten aldıkları paranın önemli bir kesimini partiye verecekler.
Her türlü lojistik destek kendileri tarafından yapılacak.
Gizli kalması ve partinin üstlenmesi koşulu ile partinin göstereceği hedeflere eylem dâhil her şeye hazır olduklarını belirtiyordu.
M.R. ile konuşmamız epey uzun sürdü. Biz Tahir Adıyaman’ın gerçek niyetini çözmeye çalışıyorduk. Yaklaşımında samimi olup olmadığı bizler acısından önemliydi.
M.R. nin konuşmalarında Tahir ile konu üzerine uzun uzun konuştukları anlaşılıyordu Uzun süreden beri Parti ile yaşadığı ilişkinin yarattığı güven ortamında bizleri Tahir’in samimiyeti konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Eğer olumlu cevap verilirse Tahir’in yakın bir zamanda bizlerler direk görüşebileceği belirtiliyordu.
Konuşmaların bizlerde yarattığı intiba olumlu idi. Değerlendirecektik. Ancak bu konuda merkezin de bilgilendirilmesi ve onlarında onayının alınması gerekiyordu. Bu, alanda bulunan diğer birimlerin bilgilendirilmesi ve sekter yaklaşımlardan kaçınılması için de gerekliydi.
M.R. ile konuşmamız sonrası Hakkâri merkeze gönderdiğimiz bir arkadaş aracılığı ile İran üzeri Öcalan ile ilişki kurduk. Cevap gelmede gecikmedi. Görüşmelere yaklaşım olumluydu. Ancak ilişkilerde komplo ihtimalini de dikkate alarak tedbiri elden bırakmamamız isteniyordu. Ayrıca bulunduğu alanda yakında sorumlu düzeyde bir gurubun geleceğini, Konunun bu arkadaşlarla konuşulacağını belirtiyordu.
Öcalan ile kurulan ilişki sonrası M.R ile tekrar bir araya geldik. Merkezle ilişki kurduğumuzu yaklaşımların olumlu olduğunu en kısa zamanda Tahir ile direk görüşebileceğimizi belirtik.
Merkez alan birimi ile ilişki kuracak ve durumlar hakkında kendilerini bilgilendirecekti. Bu ilişki sağlanana kadar dikkatli olmalarını ve ters yaklaşımlara girmemelerini istedik.
M.R. Rahatlamıştı. Ancak alan biriminden ziyade bizlen ilişkileri sürdürmek istiyordu. Alan birimi ile bir güven sorunu yaşamakta idi ve bunu açıkça ifade ediyordu. Konu netleşene kadar bunu üstlenebileceğimizi belirterek ayrıldık. Tahir ile direk görüşmeyi arkadaşların gelişine bırakmıştık.
Yaz ortalarına kadar çalışmalar belirtilen minval üzeri devam etti.
Alanda çok olumlu bir hava yakalamıştık.
Kırsal kesim önemli oranda partiye açılmıştı.
Devletin kırsal kesim üzerinde kontrolü kayboluyordu.
Köy korucularına güvenini yitirmişti.
Bazı kesimlerden silahlarını toplamaya başlamıştı.
Gerillaya olan ilgi artmış yoğun katılımlar başlamıştı.
Devlet belli merkezlere hapsolmuş durumdaydı.
Devletin askeri hareketliliği on ile beş arasına sıkışmıştı. Bu saatler içinde yürütülen askeri hareket büyük konvoylar halinde ve helikopter desteği ile yapılabiliyordu. Belirtilen saatlerin dışında kesinlikle hareket edilmiyordu.
Sürdürülen gerilla savaşı halk kitlelerinde yankısını bulmuş kitle desteği ete kemiğe bürünmüştü.
Devlet otoritesi yavaş yavaş kayboluyordu. İnisiyatif önemli oranda elimize geçmişti.
Haziran da nihayet beklenen arkadaşlar geldi. Gurup sorumlusu Harun (Şehmuz Yiğit) arkadaştı. Akademide Önemli yetkilerle donatılmıştı. Ülke içi merkez sorumlusu olarak atanmıştı. Yol güzergâhında zorunlu askerlik yasasını uyguladığından 20 dolayında gerillanın dışındaki güç yeniydi.
82-85 süreçlerinde birlikte olduğumuz bizim zaza Şexo gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti.
Gurupla Jiriki köylerinden olan Valto’da karşılaştık. Harun kısa bir sohbet sonrası hemen konuya girdi. Aşağıdan (Beka) geldiğini önemli karar ve planlamaların olduğunu bu acıda uygun bir yere çekilerek durum değerlendirmesi yapmamız gerektiğini belirtti. Bunu zaten bekliyorduk. Zaman kaybetmeden Semedar yaylalarına çekilerek toplantılarımızı gerçekleştirdik.
Alınan kararlar ve planlama beklentimizin tam tersi çıkmıştı. Ulusal uzlaşmayı esas alan bir politika ile kitleleri kucaklamaktan uzaktı. Çeteciliğe yaklaşım kazanımdan ziyade direk yönelimlerle tasfiyeyi hedefliyordu. Bu köy katliamları tarzında gelişebilecek bazı eylemlere de zemin sunuyordu. Zorunlu askerlik ve vergi sistemi yeniden gündemleştirilmişti. Hatta bu karşılaştığımız Jiriki köyünden de uygulanmak istenmiş ancak tavır koymam üzerine son anda uygulamadan kaldırılmıştı. Plan hedefleri oldukça abartılı idi. Kısacası 87 sürecinde yaşadıklarımızın kötü bir kopyası yine yeni dönem planlaması ve politikaları olarak karşımıza çıkıyordu.
En önemlisi ise ‘’Aşiret otoriteleri tasfiye edilerek yerine parti otoritesi oturtulmalı ‘’ tarzında formüle edilen ve aşiret ileri gelenlerinin zor kullanılarak tasfiyesine yönelik geliştirilen politika idi. Beka’da formüle edilen bu talimat’a göre Pinyanış aşiretinden Macit Pirozbeyoğlu,Jiriki aşiretinden Tahir Adıyaman,Mamxura’lar dan Hüsnü ağa Alan ve Yezdinan’lar dan Sadun ağa ve benzerleri hedef durumunda idiler.Bu Mantığa göre bunlar aşiret yapıları üzerinde etkili idiler ve parti otoritesinin gelişimini istemiyorlardı.Bu açıda tasfiye edilmeliydiler. Kısacası dışımızda bize hizmet bile etse farklı bir güç, otorite istenmiyordu. Aşiret liderleri ile başlayan liste giderek aşiret üzerinde etkili olan isimlerle genişliyordu.
İnsanın aklı almıyordu. Mevcut politikanın uygulanması alanda bulunan aşiret yapıları ile direk karşı karşıya gelme anlamına geliyordu ki T.C.ye isteyip bulamadığı bir fırsatı kendi ellerimizle sunuyorduk.
Kaldı ki belirtilen insanlar mücadeleye karşı değillerdi. Alandaki mücadelemizde bunlardan önemli destekler almıştık. Çoğunun KDP ile direk ilişkileri vardı ve geçmişte güney hareketi içerisinde direk yer almışlardı. Bu konuda epey bedel ödemişlerdi.
Durumun kabul edilebilir hiçbir yanı yoktu.
Harun’un sorumluluğunda başlatılan toplantılar üç gün sürdü. Planlama zaten abartılıydı. Ağırlıklı tartışmalarımız zorunluluklu politikalar ve aşiret otoritelerine yönelik tavır üzerine gelişiyordu. Mücadele sahasında olan bizlerdik ve dayatılan politikaların yarattığı tahribatları III. Kongre sonrası alana yapılan müdahale ile yaşamıştık. Aynı sonuçları bir kez daha kaldıramazdık. Bu açıda tartışmalar epey uzun sürdü.
Sonuçta Planlama alan özgülü dikkate alınarak yeni başta düzenlendi.
Zorunluluklu uygulamalar anlamsızdı. Yarattığı tahribatlar bir yana bıraksak bile katılım sorunu yaşamıyorduk. Katılımlar zaten yoğundu ve alt yapımız gönüllü katılımları bile kaldırabilecek durumda değildi.
Zora dayalı aşiret otoritelerinin tasfiyesi tarzındaki talimat kesin bir dille ret edildi.
Böylece Macit Pirozbey başta olmak üzere alanda eylem hedeflerine konulan bazı isimler kurtulmuş oldu. Ancak bu sorunu çözmüyordu. Çünkü Hakkâri’nin belirli bir bölgesi ile sınırlı kalacaktı. Diğer alanlara ulaşmak gerekiyordu. Sombahardan önce bir araya gelme imkânımız olmadığından bu zor gözüküyordu. Durum artık birimlerin vicdanına kalmıştı.
Bu talimatın sonucu olarak;
Alan ve Yezdinan alanında belirtilen politika hayata geçirildi. Sadun Ağa’nın çocukları görüşme adı altında çağrılarak katledildi. Bizim ile yakın ilişki içinde her türlü desteği veren bu insanların katledilmesi Van bölgesi başta olmak üzere çevre bölgeler üzerinde telafisi zor sorunlarla karşı karşıya kalmamıza yol açtı. Ayrıca görüşmeye çağrılarak görüşmede katledilmeleri ayrı bir çirkefliği ortaya koyuyordu. Bu olay sonradan mevcut talimattan bağımsız ele alınıp Hogır’a mal edildi. Oysa bu alan biriminin önüne görev olarak konulmuştu. Hogır sadece önüne konulan görevi tartışma ihtiyacı his etmeden yerine getirmişti. (Hogır hakkında çok şey söylendi çok şey yazıldı. PKK içinde iken söylenenlerin büyük bölümünün gerçeği ifade etmediğini biliyorum. Bunu başka bir yazımda açmayı düşünüyorum)
Mamxura aşiret reisi Hüsnü ağa tamamen bir tesadüf sonucu kurtuldu. Harun arkadaşın gelişinden 15-20 gün sonra gelen bir kurye gurubu ile ikimiz Besta bölgesine isteniyorduk. Gelen talimatta Aşağıdan arkadaşların geldiği önemli gelişmelerin olduğu ve zaman kaybetmeden gelen arkadaşlara ulaşmamız isteniyordu. Bu Hüsnü ağanın hayatının kurtulmasının da vesilesi oldu.
Besta bölgesine giderken tesadüfen Mezra köyü kırsalında Dr.Baran ile karşılaştık. Doktor aldığı talimat sonucu Hüsnü ağaya yönelik eylem için gurubu ile birlikte Mezra köyüne gidiyordu. Kısa bir sohbet sonrası durumu izah etti. Kendisinin Hüsnü ağa hakkında düşünceleri olumsuz değildi. Olayın Mamxura’lar üzerinde çok olumsuz bir etki yaratacağını bilerek gidiyordu. Vicdanını dinlediğinde yapılmamalı diyor ancak talimatı da görmemezlikten gelemiyordu. İkisi arasında gidip geliyordu. Doktor’u dinledikten sonra sorumluluğunu üstlenerek eylemi iptal ettik. Fukara Doktor ağır bir yükten kurtulmuş gibi hafiflemişti. Hüsnü ağa ise hiç bir şeyden habersiz gönderilen haber üzerine köyde cellâdını bekliyordu.
Bu aynı zamanda Tahir Adıyaman ile başlatılan görüşme sürecinin de sonu oldu.
Biz Tahir ile başlatılan uzlaşma sürecinin derinleştirilerek sonuca bağlanmasının beklentisi içerisinde iken Bekada bahsedilen talimat sonucu Tahir ve aşiret önde gelenlerinin tasfiyesine yönelik eylem planlamaları yapılmıştı.
Ne yazık ki Beka kaynaklı bu talimat alanda uygulanmıştı.
Guruplara ulaştığımızda başlattığımız diyalog sürecini sabote eden iki olayla karşılaştık. Bunlardan ilki Jiriki’lere ait Kıter köyünde gerçekleşmişti. Köye giren gurup uzlaşma sürecinin yarattığı kısmı gevşemeden de yararlanarak dokuz köylüyü yanlarına alarak köyden çıkıyor. Biraz uzaklaştıktan sonra içlerinden altı kişiyi alıkoyan gurup diğerlerine ‘’üç gün içerisinde alınan silahlar bırakılmazsa tuttukları altı kişiyi kurşuna dizeceklerini’’ belirterek serbest bırakıyorlar. Üç gün sonrada altı köylü kurşuna diziliyor.
İkinci olay ise Direk Tahir Adıyaman’ın sürüsünü hedeflemişti. Olayda çok sayıda hayvan telef olmuştu.
Yaşanan iki olay yaratılmak istenen uzlaşma sürecini yerle bir etmeye yetmişti. Uzlaşma arayışlarına şiddetle karşılık verilmişti.tabi ki karşılığı gecikmedi.Tahir Adıyaman gönderdiği haberde haklı olarak ‘’kendisinin oyuna getirildiğini PKK ile aralarında artık kan davasının olduğunu’’ belirtiyordu. Bahsedilen iki olay Tahir Adıyaman’ın devletle tümden bütünleşmesinin zeminini oluşturdu. Tahir, artık devletin vurucu timi idi.
Şunu açıkça ifade etmeliyim ki bölgede çeteciliğin yaygınlaşarak aktifleşmesinde aşiret yapılarına karşı uygulamaya konulan bu politika ile zorunluluklu yasalar belirleyici rol oynadı. Bu aynı zamanda yaz ortalarında yakaladığımız olumlu havanında giderek gerilediği bir sürecinde başlangıcı oldu.
89-90 kışı ise sürecin tuzu biberi olmuştu
Ve şimdi II. Ulusal Konferans sonrası geldiğim ülke zemininde oluşan bu tahribatların bertaraf edilmesinin mücadelesini veriyorduk. İşimiz zordu.
Çukurcadan iç bölgelere doğru açıldıkca yaşanan tahribatların yarattığı güven erezyonu açıkca görülüyordu.
89'a kadar bizim dediğimiz ve köylerinde bulunan düşman karakollarına rağmen geceyi geçirecek kadar güvendiğimiz köyler bizden ürküyordu.
Köylere girdiğimizde yaşlılar ve çocukların dışında kimse kalmıyordu.Oysa eskiden köye gelişimizi duyan herkes yaşlısı ve genci ile etrafımızı sarardı.
Bu köylüleri tanıyordum. Yurtseverliklerinden zerre kadar şüphe yoktu. O açıdan silah almalarına rağmen köylerine girmekte tereddüt etmedim. Ancak girdiğimiz köylerde yaşlı ve kadınların dışında kimse kalmıyordu.
Kitleler ürkmüştü.
Bir köyde "gençler nerde" dediğimde içlerinden en yaşlısı kafasını önüne eğerek ''Onlar köyü terk etti kurban '' dedi.
Gençler bizden kaçmıştı. Sadece gençler değil eli silah tutan insanların ağırlıklı kesimi köyü terk etmişti. Kalanların korktukları her hallerinden belli oluyordu.
Eskiden bizi gördüklerinde gözleri ışıldayan ve bizide kendilerinden bir parça gören insanlar gitmiş, ürkek ve tedirgin tavırları ile yabancılaşmış birazda kaderlerine razı olmuş çaresiz insanlar kalmıştı. Sorduğumuz soruları bir iki cümle ile geçiştiriyorlardı. Korktukları her hallerinden belli oluyordu.
Zaman ilerledikçe yavaş yavaş korkularını yenerek konuşmaya başladılar.
“Silah dediniz verdik. Erzak dediniz verdik. Para dediniz verdik. Geldiniz zorla gençlerimizi aldınız. Ona da ses çıkarmadık. Ama İnsanlarımızı yakalayıp işkence etmenizi asılsız ithamlarla insanlarımızı öldürmenizi hala anlamış değiliz “diyorlardı. Kırgınlık hüzün ve öfke konuşmalarına yansıyordu.
Köylüler, 89 sonbahar ve kışında maruz kaldıkları uygulamaları anlatıyorlardı.
Bu süreçte geri cephe olarak adlandırılan güneyin sınır kesimine barınma amaçlı kalabalık bir gerilla gurubu aktarılmıştı. Önümüz kış ve Çukurca dışında hazırlıklar yetersizdi. Gelen güç sınırın güney kesimine, coğrafik olarak üstlenmeye uygun alanlara dağıtıldı. Bu dağıtım da dört yüz dolayında insan Kaşuri mıntıkasına komşu Güney Kürdistan’ın Hıror kesimine aktarılmıştı. Doğal olarak erzak vb. ihtiyaçlarının temininde Kaşuri’lere dayanacaklardı. Ancak yaklaşan kış koşullarında bu büyüklükte bir gücün ihtiyaçlarının teminisi sorundu. Yiyecek vb. ihtiyaçların kiloya bağlandığı bir dönemde bu hemen hemen olanaksız gibi gözüküyordu.
Kamp sorumluluğu Doktor Baran'a verilmişti.
Doktor bu gücü barındıracak hazırlıkları kısa bir sürede tamamlamalıydı.
Doğal olarak Doktorun ihtiyaç temininde ilk yöneldiği kesim Kaşuri’ler olur.
Kaşuri'leri ihtiyaçların teminisi için seferber eder. Belli hazırlıklar yapılır. Ancak bu oranda bir gücün kış ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Bölge sıkı bir kontrole tabi tutulmuştur. Bu kontrol altında kamyonlarca erzak vb. ihtiyaç maddelerinin getirilmesi başlı başına bir sorundur. Ardından köylere aktarılan malzemenin asker pusuları atlatılarak katır sırtında kamp alanına taşırılması gerekmektedir. Karlar düşene kadar bu çalışma tamamlanmalıdır.
Durumdan haberdar olan devlet sıkı önlemler almıştır. Sınıra gözetleme kuleleri ve pusularla adeta bir set örülmüştür. Alınan tedbirler kitleleri ürkütmüştür. Köylülerin devlet kontrolünü atlatmaları zaman almaktadır. Dolayısı ile hazırlıklar istenilen düzeyde gitmez.
Gecikmeler yaşanır ve sorunlar da bu noktada başlar.
Sorunların çözümüne güç getiremeyen gurupta daralma ve giderek kitlelere karşı sekter politikalar ile beraber şiddet devreye girer. Zor çözümün anahtarıdır artık. Zorunluluklu yasalar zaten bu eğilimi beslemektedir.
Köylerde alınan bazı insanlar çok sert uygulamalardan geçirilir. Bazıları rehin olarak alınır. Rehinelere karşılık ellerine bir liste verilir. Sorun bu tarzda çözülmek istenir. Askerlik yasasının uygulanması ise işin tuzu biberi olur.
Sonuç olarak Doktor Baran’ın devrimci mücadelesinde bir kambur olarak duran ve izahında zorlandığı bu pratiğin sonucu olarak çok sayıda Kaşuri köylüsü acı uygulamalardan geçer. İşkence doğal bir hal alır. Nayloncu Azime söylemi bu dönem pratiğinin ürünü olarak yapı içerisinde yer edinir. Hıror bir gerilla kampı olmaktan çıkar. Ağır işkencelerin uygulandığı bir cehenneme dönüşür.
Uygulamadan nasibini alan sadece Kaşuri köylüleri değildir. Yapı içerisinde de çok sayıda insan değişik vesileler ile soruşturmalardan, işkenceli sorgulardan geçer. Bir kısmı katledilir.
Köylülerin anlattıkları ve çekinerek ifade etmeye çalıştıkları bu durumdu. Aynı şeyleri yeniden yaşamak istemiyorlardı. Bu açıda başta gençler olmak üzere eli silah tutan insanlar köye girişimiz ile birlikte köyü terk etmişlerdi. Korktuklarından dolayı tedbir almışlardı.Söylenenler karşısında söyleyecek fazla bir şey bulamıyordum. Dile getirilenler bizim uygulamalarımızdı.Bunların Doktor'un sorumluluğu altında geliştiğine insan inanmak istemiyordu. O güne kadar halka ve yoldaşlarına karşı sevecen ve hümanist yaklaşımları ile tanınan Doktor yoktu artık. Doktorun hümanistliğinden, sevecenliğinden, halk ve yoldaşlarına karşı olan sevgisinden geriye eser kalmamıştı.
Doktor 89 baharına kadar örgütsel alanda önemli sayılabilecek sorumluluklar üstlenmemişti. Takım bünyelerinde daha çok sağlık sorunları ile ilgilenmişti. Birçok yaralı ve hasta arkadaş Doktorun tedavisinden geçmişti. Yine ilişki içerisinde olduğumuz köylerde karşılaştığı hasta insanlar da doktorun çantasında eksiltmediği ilaçlardan yararlanmıştı. Bunda başarılı idi.89 baharında Beka da görevlendirilerek ülkeye aktarılan arkadaşların geliştirdiği ülke içi merkez toplantısında Botan eyalet yönetimine alındı. Doktordaki dönüşümde bundan sonra başladı. Üstten önüne konulan ve inanmadığı planlamaları hayata geçirme uğraşı içerisinde kendisini kaybetti. Buna pratikteki daralma ve yetkinin cazibesi de eklenince zaafları tetiklendi. Doktor artık kendisi değildi.
İnsan nasıl bu kadar kendi kendisi ile çelişebiliyordu. Anlamakta zorlanıyordum.
Öyle bir sistem oluşturulmuştuk ki ağına aldığı insanları rahatlıkla kendi kendisi ile çeliştirerek zıttına dönüştürebiliyordu. Aslında Harun (Şehmuz Yiğit) arkadaşın ''biz kendi kendimiz ile çeliştik. Yola çıkış ilkelerimiz ile çeliştik. İnsanlığımızla çeliştik '' derken izah etmeye çalıştığı bu durumdu. Doktorun başına gelen de buydu. Sistemin iyi bir dişlisi olmuştu.
Sadece yapılanların yanlış olduğunu, parti politikası olmadığını bireylerden kaynaklandığını belirtmekle yetindim.
Bu söylemin yanlış olduğunu biliyordum. Benzer pratikler özellikle III. Kongre sonrası pek çok alanda yaşanmıştı. O açıdan bireyden ziyade önümüze konulan çizginin ürünü idi. Biz her seferinde bir günah keçisi bularak veya bizlere gösterilen günah keçilerine öfke kusarak esas kaynağı görmemezlikten geliyorduk. Sorunu kendi kendimiz ile tartışarak gerçeğe varsak bile rahatsızlığımızı kendimiz ve yakın çevremiz ile sınırlı tutuyorduk. Yapıya yansıtmıyorduk.
Yaklaşımımızın Kitleleri tatmin etmediğini biliyordum. Mevcut politikanın bireylerde kaynaklanmadığını yâda bireylerin keyfi uygulamaları olmadığını biliyorlardı. Çünkü mevcut pratiğin sorumlularına yönelik hiçbir yaptırım uygulamaya konulmamıştı. Bunun için söylemimizin inandırıcılığı kalmıyordu.
Yaralar derindi. Yaraların sarılması zamana ve zaman içerisinde izlenen tutum ile oluşacak güvene bağlıydı. Olumlu olan yan yaşananlara karşılık kitlelerin hala kendilerini partiye kapatmamış olmaları idi. İlişki zemini tümden kopmamıştı. Bunu değerlendirecektik.
Alan sorunları ile uğraşırken Uludere bölgesinden gelen kurye gurubu alana ulaştı. Arkadaşlar yeni düzenlemeler için beni bekliyorlardı. Aynı dönemlerde İran üzeri kalabalık bir Peşmerge gurubu alana gelmişti ve bizimle görüşmek istiyordu. Gurup sorumlusu D.K.Kerkük'i idi. Bu yenilgi sonrası güneye yönelik ciddi sayılabilecek ilk girişimleri idi.
Aynı zemin üzerinde hareket ediyorduk. Bu açıdan Uludere’ye geçmeden önce kendileri ile görüştüm. Bu irade dışı gelişebilecek olayların önlenmesi içinde gerekiyordu.
Gurup alana yeni gelmiş üstlenmeye çalışıyordu. Ancak nereye üstleneceklerine hala karar vermiş değillerdi. Geçici olarak Türkiye ırak sınırına sıfır noktada, Helkaş köyünün hemen altındaki derin vadiye üstlenmişlerdi. Tepelerinde Şivreza taburu bulunmaktaydı ve tüm hareketleri kontrol ediliyordu. Vadi T.C. tarafında mayınlanmıştı. Hareket alanları önemli oranda daraltmıştı. Hemen üstlerindeki yüksek tepelerde Saddam karakolları bulunmaktaydı. Saldırı esnasında yapabilecekleri fazla bir şey yoktu. Her an kayıp verebilirlerdi. Oradan zaman kaybetmeden çıkmaları gerekmekteydi.
Bulundukları alanın uygun olmadığını kendileri de biliyordu. Geçici olarak üstlenmişlerdi.
İç bölgelere geçiş güzergâhları, mayınlı bölgeler ve alana yeni gelişlerinden kaynaklı bazı ihtiyaçlarının temininde yardıma ihtiyaçları vardı.
Yenilgi sonrası Saddam güçlerinin sınır bölgesinde oluşturmaya çalıştığı güvenlik çemberi konusunda yeterince bilgi sahibi değillerdi.
İç bölgelere aktarmak istedikleri guruplarına ilk güvenlik çemberini aşmada yardımcı olmamızı istiyorlardı. Görüşmemiz dostça bir hava içerisinde geçti. Zorluklarımızın farkında idik ve gereken yardım kendilerine sunacaktık.
Nitekim D.K.Kerküki ile başlayan bu ilişki sonradan sıcak ve samimi bir dostluğun başlangıcı olarak ilerleyen yıllarda da devam etti. O zor günlerin dostu olarak hep yanımda oldu.
Düzenlemeler sonrası gelen kurye gurubu ile Uludere alanına geçtim. Arkadaşlar beni bekliyorlardı.
Konferans kararları benden önce alana ulaşmıştı.
Kararlar yeni dönem pratiğine nefes aldırabilecek durumda idi.
Zorunluluklu olan yasalar uygulamadan kaldırılmıştı.
Kitleleri kucaklayan uzlaşıcı bir politika ile faaliyetlere başlanıyordu.
Dönem bir ulusal uzlaşma dönemi olarak belirlenmişti. Bu geçmişin yanlış uygulamalarının yarattığı tahribatların telafisine olanak sunuyordu.
Uygulamalarımız ile küstürdüğümüz uzaklaştırdığımız hatta düşmana ittiğimiz kesimlerle yeniden ilişki zemini yaratıyordu.
İçe yönelik keyfi suçlamalar ile tutuklamaların önüne geçilmişti.
Kısacası Konferans kararları pratik sorunların irdelenmesi çerçevesinde geliştirildiğinde Parti Ordu ve cephe sorunlarına ilişkin arkadaşların beklentilerine bir noktada cevap olmuştu. Tepkiler olumlu idi. Bu açıda alan faaliyetlerinin planlanması ve buna uygun görevlendirmelerde fazla zorlanmadık. Botan ve Kara Ömer ile birlikte kısa sürede gerekli düzenlemeleri yaptık.
İç tutuklama ve tutuklulara yönelik uygulamaları tartışılırken eğitim kampında bulunan iki tutuklunun durumu gündeme geldi. Ajan olarak tutuklanmış ve kendilerinden ajanlık itirafları alınmıştı. Mahkeme edilmeyi bekliyorlardı. Beka uygulamalarının yakın tanığı olduğumdan ve geçtiğim alanlarda karşılaştığım manzaralardan dolayı ajan itirafları bana inandırıcı gelmiyordu. Kişisel kanım itirafların işkence altında alındığı ve gerçeği yansıtmadığı yönünde idi. Nitekim toplantı sonrası eğitim kampımıza gittiğimizde şüphelerimde yanılmadığımı ortaya çıktı. Yakalanan arkadaşların ikisine de ağır işkenceler uygulanmış ve Beka da olduğu gibi kendilerine ajanlık deklare edilmişti.
Bu arkadaşların tutuklanma gerekçeleri ise tam bir saçmalıktı. Yazın sıcağında depo kazarken belden yukarı soyunmaları Azime arkadaş tarafında görülünce yoz bir davranış olarak değerlendiriliyor ve aralarında sert bir tartışma gelişiyor. Sonuçta parti içinde yozlaşmaya neden olmakla suçlanıp tutuklanıyorlar.
Soruşturmayı bizzat Azime’nin kendisi yürütüyor. Hıror’da Nayloncu Azime olarak nam salan bu arkadaş burada da şanına gölge düşürmüyor. Naylon yakma başta olmak üzere akla gelebilecek her türlü yönteme başvuruyor. Sonuçta dört dörtlük bir ajan senaryosu ile işi sonuçlandırıyor.Şunu hemen belirtmeliyim ki PKK içerisinde ajan senaryoları ile tutuklanarak işkenceli sorgularla katledilen insan sayısı binleri aşmıştır. Sadece Beka kampı ve çevresinde bugün bir kazı yapılsa yüzlercesinin kemikleri ile karşılaşılacaktır. Ne yazık ki kaynağını Bekadan alan bu mantık ülke zeminine de ilham kaynağı oldu. Ülkede küçük Beka’ların oluşması fazla zaman almadı. Özellikle III. Kongre sonrası sistematik bir şekilde mücadelenin her alanına bulaştırıldı.
Tutuklu arkadaşları serbest bırakarak tedavilerinin yapılmasını söyledik. Azime’ye yönelik her hangi bir uygulamada bulunmadık. Sadece Azime’mi. PKK II. Ulusal konferansı tarafından Amed’deki uygulamalarından dolayı soruşturma kararı alınarak alana getirtilen Şemdin Sakık’a yönelik de her hangi bir uygulamaya girmedik. Eğer bundan dolayı yaptırım uygulasa idik yönetim kademesinin ağırlıklı bölümünü tutuklamamız gerekecekti. Çünkü yapı içerisinde suça bulaştırılmayan insan sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı. Bunu Şener IV. Kongrede ’’Burada bir suçlular topluluğu bulunuyor.’’diyerek ‘’Suçu bireyde değil, bu suçlular topluluğunu yaratan çizgide aramak gerekir’’ diyerek dile getiriyordu.
Bireylerden ziyade mantığın mahkûm edilmesi gerekiyordu. Bu insanların hiç birisi art niyetlerle mücadeleye katılmamışlardı. En ağır uygulamaların sahipleri bile Kürt ve Kürdistan’ı duygularla mücadeleye katılmışlardı. En ağır koşullarda hayatlarını ortaya koyarak mücadeleye sahiplenmişlerdi. Ancak önlerine konulan veya kendilerine dayatılan mantığın kurbanı olmuşlardı. Evet, suçlulardı ama aynı zamanda mağdurlardı da. Doğru bir yönlendirme altında çok önemli gelişmelere imza atabilecek konumda idiler.
Toplantımızın önemli bir gündem maddesi de Irak ile ilişki idi.
Bu dönem Saddam yönetimi ile ABD arasında Kuveyt işgali nedeni ile çelişki giderek derinleşmiş ve Irak’a yönelik müdahalenin hazırlıkları yapılıyordu. Irak sıkı bir ambargo altında idi. Sınır ticaretini açmak istiyorlardı. Ayrıca Türkiye ABD ilişkisinden rahatsız idiler. Bu açıda sınır boylarındaki yerel yapıları devreye koyarak bizimle ilişki kurmak istiyorlardı.
Sorun üzerine epey tartıştık. Bu ilişki arayışı bize fazla itici gelmiyordu. Düşman cephedeki çelişkilerden yararlanmak o dönemki mantığımıza uygun düşüyordu. Ama bu ilişki Saddam ilişkisi olunca insan ister istemez düşünüyordu. Uzun tartışmalar sonucu görüşmeye karar verdik. Kendileri ile görüşecek niyetlerini öğrenecek Öcalan’a bildirecektik. Oradan gelecek talimat bu ilişkinin niteliğini belirleyecekti.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder