2: Sevgili Selim, nihayetinde bir hücredeyim. İstediğim, ya da istediğin her şeyi yapamam ki! Biliyorsun, ben bir askerim. Kafam askerce çalışır. Asker yapabildiğini önüne koyar, yani her zaman gerçekçi davranır. Zira gücünü abarttığı anda kaybeder. Askerlikte kaybetmek başka bir alanda kaybetmeye benzemez. Kaybeden gider, yani hayatını kaybeder. Bundan dolayı olmalı ki hep tosbağa yürüyüşünü benimsedim. Hani tosbağaya niye bu kadar yavaş yürüyorsun diye sorar ve "hızlı yürürsem düşerim, düşersem bir daha kalkamam cevabı var ya! İşte söz her zaman yürüyüşümü belirler. Burada hangi koşullarda tutulduğumu, yazılarımın hangi aşamalardan geçtikten sonra dışarı çıktığını bilseydin, "tek taraflı" davranıyor demezdin. Örneğin, mektuplarımı önce okuma komisyonu okuyor. Ardından cezaevi müdürü inceliyor ve ardından Adalet Bakanlığı'na gönderiyorlar. Ortalama bir hafta sonra mektubu dışarı gönderebileceğim izni çıkıyor. Bazı mektuplarıma ise izin verilmiyor.
Neden mi? Onu ben de bilmiyorum. Bu hususta aklımın ermediği nokta şudur: Abdullah Öcalan'ın avukat görüşmesi Çarşamba günleri oluyor. Ya Çarşamba günü akşama doğru ya da Perşembe günü sabah bütün bu konuşmalar Kandil'e aktarılıyor. Konuşmalar Kandilde değerlendirildikten sonra Cuma günleri radyo, televizyon, internet ve gazetelerde yayınlanıyor. Ama benim sadece duygularımı yansıtan, sağdan soldan yardım talepleri içeren mektuplarım ya bir hafta sonra gönderiliyor ya da sakıncalıdır denilerek alıkonuluyor. Oysa ne telefon görüşmesi yapacak ne de ziyaretime gelecek birisi var. Dış bağlantım üç beş dosta gönderdiğim mektuplarla sınırlıdır. Zaten bazı mektuplarım da yolda kayboluyor... Galiba Öcalan büyük direnişçi, Şemdin Sakık büyük hain olduğu için böyle oluyor. Öyle ya, büyük direnişçilerin görüşleri zamanın hışmına uğramadan, fırından çıkan ekmeğin tazeliğiyle piyasaya sunulmalı ki değerinden bir şey yitirmesin. Benim gibi hainlerin görüşü kamuoyuna sunulmasa da olur.
Burada zor günler yaşadığım bir süreçte, eski bir ağabeyimizdir, ona bakarak bu yola çıktık, belki bir yol gösterir, biraz yardımcı olur, düşüncesiyle Ömer Çetin'e bir mektup yazdım. Mektubun kendisine ulaştığını duydum, ama bir cevap vermedi. Zikri bu olduktan sonra, ifadesinin şöyle ya da böyle olması ne anlam ifade eder ki!
Ama burada biraz da gerçekçi olmak gerekmiyor mu? Bence bir insanın politika yapmaya hakkı olduğu gibi, politikadan çekilmeye de hakkı olmalıdır. Politikadan çekildiği için insanlar suçlanmamalıdır.
Hayatımın trajediler silsilesi olduğu gerçeği çok doğru. Sadece dağlarda geçen on sekiz yıl, sadece hücrede geçen on yıl değil, gözlerimi dünyaya açtığımdan beri trajedi üstüne trajedi yaşıyorum. Öyle büyük acılar, sıkıntılar yaşadım ki, şu anda Tanrı kelama gelse, "istersen seni ölümden sonra yeniden hayata döndürebilirim, sana böyle bir iyilik yapabilirim, ama eski hayatının aynısını yaşayacaksın" dese asla kabul etmem. Tanrı öyle bir yaşamı sadece dostlarımın değil, düşmanlarımın başına bile getirmesin. Tabii ki Öcalan'ı dışarıda tutuyorum. O daha beterini de hak etmiş bir zalimdir.
Gorki'nin "Halk Düşmanı" romanını okumadım. Ancak bu yazarın birkaç kitabını okumuştum, vakti zamanında. O zaman romanlarını mükemmel görmüştüm. Zira insanları iki ayrı sınıfa ayıran, insanı değil sınıfları esas alan sosyalist yaklaşımımıza uygun düşüyorlardı. Ama şimdi biraz farklı düşünüyorum. Bana sorarsan Gorki beni yazamaz. Zira o insanla değil, sınıfla ilgili bir yazardır. O insanın değil sosyalizmin yazarıydı. Beni olsa olsa Sefiller'in yazarı Viktor Hugo ya da Dostoyeviski yazabilir. Çünkü sadece onlar acının ne demek olduğunu bilirler. Ama onlar da şimdi yoklar.
Beni bir de ben yazabilirdim. Ama kalemim yeterince güçlü değildir. Kaleminden çıkan cümleler hoşuma gidiyor, ama bakıyorum ki sen de kalemini şunu bunu suçlamakta, şunu bunu kırmakta kullanmaya başlamışsın.
Sevgili Selim, siz beni halk kahramanı ve halk düşmanı ilan ettiniz. Benim bu sıfatların yakıştırılmasında bir talebim olmadı. Dağdayken silahlı mücadelenin, hücremde ise barışın gereklerini yerine getirmeye çalıştım. Bütün yaptıklarım bundan ibaretti. Dolayısıyla ne halk kahramanı, ne de halk düşmanı olacak bir pratiğim oldu.