28 Temmuz 2016 Perşembe

Babanzade İsmail Hakkı Bey




Baban Hanedanı’na mensub olan İsmail Hakkı Bey 1876 yılında Bağdat’ta dünyaya geldi. İlk eğitimini Bağdat’ta yaptıktan sonra, İstanbul’a gelerek İdadiye ve Sultaniye mekteblerinde okudu. 1895 yılında İdadiye’yi bitirip Mülkiye mektebine girdi. 1903 yılında hukuk eğitimini yüksek bir dereceyle bitirdi.

Daha sora, uzun bir süre İkdam gazetesinde yazarlık yaptı. Bu süre zarfında, kaleminin faziletini muhafaza edip ve ahlaki bir metanet göstererek aydınlar arasında son derece önemli biri haline geldi.

Ali Reşad Bey’le birlikte Bismark’ın hayatı ve siyaseti hakkında yazdıkları eser kısa zamanda tükenme derecesinde rağbet gördü. Hetavî Kurd’de yayınlanan yazısı büyük bir ilgi gördü.

İsmail Hakkı Bey Meclisi Mebusan’da Bağdat mebusu olarak da bulunmuştur. Bir süre sonra mebusluktan maarif nezaretine geçmiş ve burada bulunduğu iki ay zarfında büyük bir iktidar ve kabiliyet göstermese de siyasi entrikaların etkisiyle istifasını vererek Tanin gazetesinde yazmaya başladı. Aynı zamanda Mülkiye mektebinde Hukukun Esasları dersini vererek gençlerin aydınlanmasına hizmet ediyordu.

Genç, faal ve fedakardı, ölüm onu böyle bir anında yakaladı.



Bedbaht Kürtler!

Evet hakikaten bedbahtır Kürtler, bir kavmin, bir milletin bedbahlığı o kavmin, o milletin münevverin kısmının adımıyle yahud vücuddan diyar etme hicretiyle vücud bulur. Milletlerin yetiştirdiği pek çok zevata karşı, Kürtler bir tane, lakin mantıkiyle’ muhakemesiyle, orduları mağlub eden, Babanzade İsmail Hakkı Bey gibi bir vücudu yetiştirmişlerdi. İsmail Hakkı Bey, İlmi siyasette vasi’ malumata malik, hemiyetli, mütediyyin, milletperver ve cesareti medeniye sahibi idi. Hakkı Bey, malumatını milletine ve dolayısıyla dininin tealisine sarf etmek isterdi. Hakkı Bey dinini o kadar severdi ki, ruhu kabız olduğu zaman bile kelimeyi şehaddeti getirerek imanı tamla halkına karışmak istiyordu. Hakkı, halkının emrine o kadar muti’ idi ki emri celiline çarçabuk itaat etti ve itaatında asla tereddüd göstermedi. Evet Hakkı Bey vefat etti, vefatiyle halkının emrini yerine getirdi. Lakin Kemali tehsirle söyleriz ki; Hakkı ircai emrinin ifasıyla milletinin cenini vücudundan farkı olmayan o masım vücuda gayri kabili iltiyam bir ceriha açtı. Milleti, milletinin tahsil görmüş kısmı, Hakkı’ının ilim ve irfanın, takdir etmişler. Kürtlüğe dair edeceği hidmeti derk ve keşf etmişlerdi. Maalesef beklenilen hidmeti etmeden gitti!… Milletini yetim bırakarak kara toprağın içine gömüldü.

Karsı hurşid dersiyahi reft: Yunus ender dehan mahi reft. Artık Kürtlüğün ziyası kalmadı, mahv oldu. Kürdlük bikes bineva kaldı. Hakkı Bey gibi Kürtlerde malumatı müfideye malik bir kaç kimseler bulunsaydı biz o kadar müteessir olmazdık. Lakin malumat, hemiyyet, milletperverlik hususlarında Hakkı’yı yalnız görür, yalnız bilirdik; hakikatten de yalnız idi. Hakkı Kürdlüğe edeceği hidmeti de kendisine bir fayda tasavvur etmezdi; zira Hakkı’nın bulunduğu mevki Kürtlerin muavenetiyle değil, ilim ve irfanı, fazl ve kemaliyle idi. Hakkı bey, Kürtlere hidmet etmek istemesi kendisi Kürd ve Kürtler, milledaş olduğu için idi… Hakkı bir nefs olduğundan ölümü tadacak, o da başka nefsler gibi ölüm perçesine teslimi nefs edeceği muhakkak idi. Ama bu kadar nagehani, vakitsiz Kürtlüğü halı sefaletinden kurtarmadan, milletdaşlarından cuda olacağını hatıra bile getirmezdik. Keşke bu gayr–i mutasavvur kazanın maruzi bir ihtikanı mazharı benim damağım olsaydı! Va asfa öyle olmadı!.. Kazayı nagehanının hedefi, İhtikanı demin müzahiri, Kürtleri, Kürtlüğü şahranı saadete ilerlemelerine, hadilek, mürşidlik vazifesini ifa etmek isteyen ve ifaya muktedir olan bir vefatın, bana Babı Ali caddesinde bir dostum haber verdi. Vefatını söylemeden atideki cümleleri tekrar etti. “Bugün sen bir kazaya maruz kaldın, tahammül etmelisin, mamafiya belki umumi müslümanlara aiddir.” Kazanın ne olduğunu sordum, Babanzade İsmail Hakkı Bey’in vefatını haber verdi.

Bu kara habere hiç inanmak istemiyordum ve inanamıyordum.

Zira Kürtler muhtacı hidmet oldukları bir hengamede, Kürtleri zirveyi terakkiye isale azim etmiş, Kürtlüğe vakfı vucud eden bir zatı cenabı hak teslimi ruha mecbur ettireceğini zan etmezdim. Maalesef, bu haber zanımda hata etmiş olduğumu anlatdı.

Hakkı Bey’in vefatı, mensubiyetiyle müftehir olduğunu verdi zeban eden Kürd kavminde bir tesiri umumi ve daimi hasıl etmiştir.

Cenabı hak Kürtlere bu tesire tahammül edecek bir sabır peder ve biraderlerine teselliyat. Hakkı Bey’e de gariki rahmet eylesun.



Kerkülû  Necmeddin



 Kürtler ve Kürdistan

Mensubiyetiyle müftehir olduğum Kürt Kavmi de bugün bir eseri teceddûd ve hayat göstermeye başladı. O da şemsi tabnakı hürriyetin te’siri feyzafeyziyle ve şecerey–i paki osmaninin bir gusni mühimmi sayedarı neşv ü nemaya te’mini mevcudiyete azmetti. Nehri cûşan ve bereket nişanı islamiyetin en abdar ve en cavidani bir ayağını kütlei muazzamai osmaniyye’nin en müstahkem ve en rasin bir burc ve istihkamını teşkil eden bu kavmi pak ve nezih her şeyden evvel islamdır. Ondan sonra sebebi hayatı ümem ve badiyi saadeti alem olan usulı meşrutiyet dairesinde halis ve bi gış bir osmanlıdır. Ve derecei salisede Kürttür ve binaenaleyh şu ailei muhteşeme ve mukaddesei islamiyye ve şu heyeti mehibei osmaniyyenin en mühim bir rüknü, en müfid ve semeredar bir unsuru, en muti ve münkad bir ferdi olmak, şu umumiyetten zerre kadar infikak etmemek üzere kendi gayei emeli millisini, kendi saadeti zatiyesini sureti hususiyyede istihsale cahid ve saidir. Kürt, dairei necatı islama dahil olduğu zemandan, yani edvarı evveliyyei dinimizden. Sadrı islamdan beri hiç bir zaman bu dini mukaddese karşı isyan etmemiş etmez, ve etmeyecektir. Kürt bitav’ ve rıza bila olduğu günden beri hiç bir zeman osmanlıya karşı eseri ihanet göstermemiş, göstermez ve göstermeyecektir. Kürt hala Kürttür, milliyetini şekil ve manazarai harriciyesini, hüviyeti madiyye ve maneviyyesini zerre kadar değiştirmemiştir. Bununla beraber osmanlılığa da bir habli metini ittihad ile mürtebit kalmıştır. Dünyada hiç bir kuvvet tasavvur edilemez ki Kürtlük ile Osmanlılık arasındaki bu imtizacı kadimi, bu halbı kavimi izaleye muvaffak olsun Osmanlılık Kürtlük ve Kürtlük de bilmukâbek Osmanlılığı cem’ etmiş, bu iki kelimenin medlûlü birbirine bir hulûlı mutlak ile nulûl etmiştir. Osman(lı)lık maâzallah mahv olursa Kürtlük binişân kalır. Kürtlük Hudâ nekerde müunahil ve gümnâm olursa Osmanlılık zayıf ve perişan olur.

Bununla berâber artık mâzinin mahûf zalâmına, bir daha akmak istemediğmiz sahayı isyânına atılması vâcib olan devri sâbıkı istibdad, Osamanlılığın en mühim bir direğini teşkil eden bu unsurı kuvveti de ezmiş, diğer anâsıra nazaran daha elim bir surette fikir iken, Kürt Kavmi hakkında hem adüvvı fikir kafasını kesmeğe çabalar iken Kürtlerin evvelâ lisanını ve lisanı Bir tazyiki daimî kafayı vâkıa sersem kılar, fakat kat’ı lisan bir milleti hem ebkem hem sersem eder. İşte bizce zulmün en acısı, en tamir kabul etmez tahribat icrâ eden(i) budur.

Kürtler bu lisansızlık ilk yalnız kavmiyetlerini değil mezheblerini bile galbetmek üzere idiler. Birçok âdeta insanlıktan çıkmış idi. Vahşet, cehâlet, mebâdıi tesiriyle, zavallı Kürtlerin yalnız mevcudiyetleri değil, haysiyetleri, namusı millileri bile yengder olmak tehlikesine mâ’ruz kalmış idi. Zira hükümeti sabıka envaı teri biyâb eder, yağmâgerliğe teşvik, titâla tahrik eyler, sonra da işin içinden gûya saf ve nezih sıyrılmak istiyerek bütün cinayetleri Kürtlerin vahşetine, Kürtlerin taassubuna, Kürtlerin hûnharlığına, Kürtlerin hasâsetı fab’ına atfeder idi. Matbû’atı cihan ise hükumet ile milleti, eşkiya çetesi ile soyulup soğana çevrilen zavallı mazlûmînî karıştırarak Hükûmeti Osmaniyye’den bahseder iken Türkler; Kürdistan vilayetinden bahseder iken Kürtler diyerek feryâd ve şikâyâtı ayyûka altında boğar idi. Hükümet ise susar, susarak işine gelir idi. Susar çobanı Kurt olan bir ra’iyyenin encâmı kâr’ zâten başka ne olabilir?

Kürtlere atılan galiz bühtânların biri Ermenilere gûyâ mine’l  kadim adâveti bulunması, gûyâ Ermenilerin öteden beri düşmanı canileri olmasıdır. Devri Vabık ı tarihi beerden tayy etmek mümkün olsa, hiçbir kavmin, komşusu, daimâ refiki olan diğer bir kavim ile o derece hüsnl imtizâc ettiği görülemez. Ne hâcet? Devri sabık meydana gelinceye kadar Kürtlere karşı Ermenilerden ne vakit bir şikayet sâdır oldu? Kürtler hakikaten Ermenilerin canına kastetmiş olsalar, daha evvel Berlin Muahedenâme nâmesinin 61. maddesi daha mesîmei tefekûden doğmamış iken, kendilerine isnâd olunan bu vahşetleri icrâ etmezler, düşmâdiye düşman etmelerine ramak bıraktıkları Ermenileri çoktan beri bîeser bırakmazlar mı idi? Sâir Osmanlılar gibi Kürtler de gayri müslim vatandaşlarının mezhebine cân ve mal ve ırzına riâyetkâdırlar. Müslüman hem pek hâlis Müslüman olmak hasebiyle, “Lehûmma lena ve aleyhim ma aleyna” kavlı celîli nebevisini belki herkesten ziyâde hüsnı takdir etmişlerdir. Şu an etmektedirler.

Maamâfih şimdi artık bu elim hâtırâtı bırakalım. Hükümeti sâbıka içun bâdl–i hicâb ve hacâlet olan hatıât üzerinden bir sünger geçirelim ve artık “istikbâl bizimdir” diyerek dört el ile demeni sa’y ve gayrete sarılalım.

Evet, çalışmak, geceli gündüzlü çalışmak, arâmsız, rahatsız, fasılâsız çalışmak, biz şarkıların ve şarkılar içinde hâsseten geri kalmış olan Kürtlerin birinci ve sonuncu yapacakları şey budur.

Çalışmağa nereden başlamak icâbedeceği bahsine gelince, evvelâ maârif, sonra yine maârif. Daha sonra?.. Daha sonra yine maarif, yine maârif, yine maârif! Cenâbı Hak bu uğurda çalışan erbabı himmetimizi! Muvaffakı bi’lhayrı eylesun.



Babanzade İsmail Hakkı



Kaynak: Hetawî Kurd, sayı: 3, sf. 49



Transkripsiyon: Halis Çanakçı

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder