İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında Kürtler için önemli bir kültür ve siyaset merkeziydi. Bu nedenle, yakın dönem Kürt tarihi ve edebiyatı açısından büyük önem taşıyor. Dönemin bütün Kürt örgütleri, dernekleri ve yayınları İstanbul merkezlidir. Dünyanın ve imparatorluğun içine girdiği çalkantılı dönemde, Kürtler bir yandan siyasi örgütlülük için uğraş verirken, bir yandan da kültür ve edebiyat alanında önemli çalışmalara imza attılar. O dönem açısından Kürt dili ve edebiyatına büyük emekler verenler arasında, bütün yaşamını adadığı ulus tarafından ne yazık ki çok az bilinen Kürt aydını Hemzeyê Mûksî (Müküslü Hamza) yer alıyor.
Hakkında çok az bilgi bulunan Hemzeyê Mûksî, 1892 yılında Van'ın Miks (Bahçesaray) ilçesinde dünyaya gelir. Miks, Van ve İstanbul'da eğitim görür. Miks'te Mir Hasan Veli Medresesi'ni, Van'da Horhor Medresesi'ni, İstanbul'da da İstanbul Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı bölümünü ve Medreset'ül Vaizin'i bitirir. Ardından, 6 Şubat 1329'da (1914) vaiz yetiştirmek üzere açılan medrese olan Medresütü'l -Vâizîne girerek, burada da eğitim alır ve 1918'e
kadar Üsküdar'ın Ömerli kazasında ilkokul öğretmenliği yapar.
Hemzeyê Mûksî, o dönem İstanbul'da kurulan birçok Kürt örgütüne üye olur. Kürdistan Teali Cemiyeti içerisinde de faal olarak çalışmalar yürütür. Hêvî çevresi tarafından desteklenen Rojî Kurd dergisi, 6 Haziran 1913 yılında Hemzeyê Mûksî'nın yönetiminde yayın hayatına başlar. Ancak dergi çok geçmeden İstanbul yönetiminin tepkisini çeker ve 30 Ağustos 1913'te yayın hayatına son verilir. Hemzeyê Mûksî, bu derginin yerine 5 Ekim 1913'te Hetawi Kurd dergisini yayınlar. Fakat bu dergi de çok yaşamaz ve siyasi baskılar sonucu 1914 yılında kapanır. Hemzeyê Mûksî, 1918 yılında ise Halil Hayali ile birlikte Jîn dergisini yayınlar.
Dergiye yazanlar arasında Said-i Kurdi de vardır. Dönemin önemli Kürt aydınları ile yolu burada kesişir. İstanbul Üniversitesi'nde Farsça eğitim alan Hemzeyê Mûksî, burada Memduh Selim Bey, Halil Hayali ve Bedirhaniler gibi önemli aydınlarla tanışır. Ancak Hemzeyê Mûksî'yi en çok etkileyecek isim Said-i Kurdi'dir.
Üniversiteden arkadaşı olan Prof. Ali Nihat Tarlan'ın ablası Adalet Hanım'la evlenir, Menije adlarında bir kızları olur. O yıllarda Kürt edebiyatıyla yakından ilgilenen Hemzeyê Mûksî, Kürt şairi Ehmedê Xanî'nin Mem û Zîn adlı eserinden çok etkilenir. Bu eserin önemini kavrayan Hemzeyê Mûksî, eseri yeni kuşaklara aktarabilmek için kolları sıvar. Mem û Zîn'in, İstanbul yönetimi tarafından sakıncalı eserler arasında gösterilmesi nedeniyle, ilk önce yurtdışından yayın yapan Kurdistan gazetesinde yayınlandığını söylense de, eserin kitap olarak basılması Kürtler açısından son derece önemli bir dönüm noktasıdır. Hemzeyê Mûksî, yalnızca bu çalışmasıyla bile tarihe ismini yazdırmayı başarmıştır.
Hemzeyê Mûksî, Kürd Tamim ve Maarif Cemiyeti'nin üyesi olarak aktif faaliyetlerde bulunmuş, cemiyetin sonradan sorumluluğunu üzerine aldığı dergilerden Jîn'in sorumlu müdürlüğünü yapmış. Jîn dergisi Osmanlı sınırları içerisinde bulunan bütün Kürtlere hitap eden bir dergiydi. Ulusal bir karakter taşıyıp, Kürt kültür yaşamına damgasını vurmuştur. İlk Kürtçe piyes, derleme ve folklor çalışmaları bu dergide yayınlanmıştı. Dergi dönemin hükümetlerinin sert baskılarıyla karşılaşmış, kimi sayıları sansürlü olarak çıkmıştır. Hatta Kürt basınında sansürlenerek çıkan ilk dergidir.
Burada tekrardan Mem û Zîn'e dönelim. 3 Mayıs 1919'da yayımlanan kitaba Hemzeyê Mûksî tarafından yazılan önsöz, 22 Mayıs 1919'da Jîn'in 19. sayısında da yer alır. Kitap, Arap harfleriyle Kürtçe olarak Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti (Kürd Eğitim ve Yayınları Yaygınlaştırma Derneği) tarafından yayınlanır. İstanbul'daki Necm-i Istikbâl matbaasında basılan kitaba yazdığı önsözü Hemzeyê Mûksî, 'Hemze' olarak imzalar.
Mem û Zîn, ilk baskısından itibaren sürekli baskılarla karşılaşmış, eser toplatılmış, eseri yayınlayanlar hakkında zaman zaman çeşitli davalar açılmış. Mem û Zîn'e yönelik baskılar Osmanlı Devleti hükümeti dönemi ile sınırlı kalmamış, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ardından da devam etmiştir. Rus doğubilimci B. Nikitin, Kürt Meselesi başlıklı makalesinde, 1925 ayaklanmasında Hemzeyê Mûksî'nin da tutuklanarak Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'nde yargılandığını belirtip, Mem û Zîn'in ulusal niteliğine vurgu yapar: "Xanî'nin başlıca eseri, nâşiriyle beraber İstiklal Mahkemesi'ni ziyaret eden Mem û Zîn'dir. Millî bir meseleden mevzuunu almış olan eser Kürd cidal-i halâsının bir remzidir."
Dönemin Türk hükümeti, kitabı toplatarak yakar, dağıtımını ve satışını yasaklar. "Reisicumhur İsmet İnönü" imzalı yasak kararı şöyle: "Ahmedi Hani tarafından yazılan ve İstanbul'da Necmi İstiklal Matbaası'nda basılan Mem û Zin adlı kitabın yasak edilmesi ve elde edileceklerinin toplattırılması kararlaştırılmıştır. 13 Nisan 1950."
Yıllar sonra 1968'de M. Emin Bozarslan'ın Latince alfabeyle İstanbul'da yayınladığı Mem û Zîn, aynı akıbete uğratılır. Önce toplatılır, ardından beraat eder. Otosansürlü bu baskının ardından yazar tarafından 1996'da yeniden düzenlenen sansürsüz baskı yasaklanıp toplatılır.
Hemzeyê Mûksî, cumhuriyetin ilanıyla birlikte siyasal ve kültürel çalışmalarını sürdüremez hale düşer. Kürt kimliğinin resmen inkar edildiği, gazete ve derneklerin yasaklanarak kapatıldığı bir dönem başlar. Hemzeyê Mûksî dr öğretmenlik mesleğine döner. 1925'te öğretmenlik yaptığı Mardin'in Ömerli İlçesi'nde tutuklanarak, isyana öncülük edenlerin yargılandığı Diyarbakır'a götürülür. Diyarbakır Şark İstiklal Mahkemesi'nde tam olarak hangi suçlamayla yargılandığı ve ne kadar ceza aldığı konusunda kesin bilgiler yok. En yaygın kanı, Hemzeyê Mûksî'nin Mem û Zîn'i yayınladığı için 10-15 yıl hapis cezasına çarptırıldığı yönde. 1925'te Şark İstiklal Mahkemesi'nde savcılık yapan ve Birinci Umumi Müfettiş olan Avni Doğan, 1943'te hazırladığı 'Kürt Raporu'nda bu konuya az da olsa değinmiştir. Doğan, Mem û Zîn'in milliyetçi bir karakter taşıdığı, 1925 ayaklanması sırasında ayaklanmanın liderleri tarafından, ayaklanmaya katılanlara milliyetçilik bilincini aşılmak amacıyla okunduğunu, bunun da Istiklal Mahkemesince tespit edildiğini belirtir. Hasan Hişyar Serdî de anılarında 1925 ayaklanmasında kendilerine verilen cezayı çekmek üzere gönderildikleri Niğde'ye giderken Harput'ta eski bir kiliseden cezaevine dönüştürülen bir yerde kaldıklarını, burada Hemzeyê Mûksî'yi ve Mehmet Şefik Arvasi'yi gördüğünü kaydeder. Hesen Hişyar anılarında ayrıca Şefik Arvasi'nin de Melayê Cizirî'nin Dîwan'ını bastırdığı için 10 yıl hapis cezasına çarptırıldığını söyler. Celadet Bedirhan, Melayê Cizirî'nin Dîwan'ının 1919'da İstanbul'da bastırıldığını ifade eder. Said-i Nursi'nin bu her iki öğrencisi de bu dönemde Kürt kültür yaşamına bu çalışmalarıyla önemli katkılarda bulunmuştur.
1928 yılında genel afla birlikte Kastamonu cezaevinden çıkan Hemzeyê Mûksî, bir süre Mısır ve Lübnan'da kalır, ardından da Güneybatı Kürdistan'a gider. Burada Xoybûn çalışmalarına katılan Hamza, aktif bir üye olarak Hesîcê'de kurulan Xoybûn komitesinde yer alır.
Mûksî, 5 Nisan 1958'de Hesîcê şehrinde kendi evinde hayata gözlerini yumar. İsteği üzerine Dugir köyünde, Kürt yurtseverlerinin yattığı mezarda toprağa verilir. Bu mezarlıkta uzun yıllar birlikte çalıştığı Dr. Ahmed Nafiz, Haco Ağa, Arif Abbas, Miktad Cemilpaşa, Abdurrahman Eliyê Unis, Xûwêtli Hacı Musa Bey, Hasan Ağa Haco ile birlikte yatmaktadır. Mezar taşını ise ünlü Kürt şair Hejar yazmıştır. Hejar, Suriye'de sürgünde olduğu zaman Hemzeyê Mûksî'nin mezarının baş kısmına bir şiir yazmış, ayak kısmındaki mezar taşında ise Mûksî'nin kimlik bilgileri ile ölüm tarihi yazılmıştır. Yakın bir tarihte Suriye'deki bir Kürt siyasal örgütü tarafından bu mezarlıktaki mezar taşları onarılmış, mezar taşındaki yazılar ise aynen yeniden yazılmıştır.
Kaynakça:
- Salnama Ehmedê Xanî Yıllığı 2011, Belge yayınları
- Mehmet Bayrak, Kürtler ve Ulusal Demokratik Mücadeleleri, Öz-Ge Yayınları, 1993/Ankara, S. 105
- Mehmet Bayrak, Kürdoloji Belgeleri II, Öz-Ge Yayınları, 2004/Ankara,
- Prof. Dr. Qanatê Kurdo, Tarixa Edebyeta Kurdî, Ikinci Basım, Öz-Ge Yayınları, 1992/ Ankara
- Lewendi, Mahmûd-Malmîsanij, Li Kurdistana Bakûr û li Tirkiyê Rojnamegeriya Kurdî (1908- 1992), Öz-Ge Yayınları, Ikinci Basım, Ankara/1992, S. 82, 85-86
- Hasan Hişyar Serdi, Görüş ve Anılarım (1907-1985), Med Yayınları, İstanbul/1994, S. 291
KÜRT KELİMESİNİN EN ÇOK YAKIŞTIĞI İNSAN:
Hemzeyê MUKSÎ
V. BÎRSINÎ
Kürt kelimesinin kendisine en çok yakışan kişilerden biri olan Müküslü Hamza bütün yaşamını adadığı ulus tarafından da çok az tanınan bir Kürt aydınıdır. Yaşamı hakkında da çok az bilgi günümüze kadar ulaşmıştır. Bu çalışma kendisi hakkında yapılan otobiyografik araştırmanın çok küçük bir özetidir. Kendisi ile ilgili ayrıntılı bir çalışma ileride yayına hazırlanacaktır.
Mükslü Hamza,1892 yılında Osmanlı Devletinin sınırları içerisinde kalan Van vilayetinin Gevaş kazasının Müks* nahiyesinde doğmuştur.[1] Kürtçe adı Hemzeyê Muksî olup, bu adın dışında Seyda Hamza, Hemze, Muallim Hamza, Mikisli Hamza, Moksili Hamze, Hamza Bey, Molla Hamza, Müküslü Hamza, Hamza Efendi, Hemze Begê Muksî, Mükslü Hamza Efendi, Mele Hemzeyê Miksê, Hemze Begê Miksî, Hemze Begê Edalet, Hemzeyê Miksî, adlarıyla da tanınır. Hasip Koylan, babasının adının “Hacı Bekir” olduğunu söyler.[2] Fransızların hazırladıkları bir istihbarat raporunda ise bu isim “Bakır” olarak geçmektedir. Mezar taşında ise babasının adı “Hemze Beg kurê Hacî Bakir e” olarak geçer. 1919′da Diyarbakır’da yargılandığı iddianamede ise babasınına adı konusunda “Bekir oğlu Hamza Efendi” ibaresi vardır. Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi Mükslü Hamza’nın babasının adı “Bekir”dir.
Mükslü Hamza’nın eğitim yaşamı, Müks, Van ve İstanbul’da sürmüştür. Müks’te Mir Hasan Veli Medresesi’ni, Van’da Horhor medresesini, İstanbul’da da İstanbul Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı ile Medreset’ül Vaizin’i bitirmiştir. Mükslü Hamza bütün yaşamı boyunca eğitim ve öğretim faaliyeti içinde olmuş ve yaşamı boyunca öğrenci ve öğretmen olarak kalmıştır.
Mükslü Hamza, İstanbul’da şimdiki adı İstanbul Üniversitesi olan o zamanki Darü’l-Fünun’da lisan fakültesinin Fars dili bölümüne girer, burayı bitirdikten sonra da Medresütü’l -Vâizîne (Vaiz yetiştirmek üzere 6 Şubat 1329 (1914)’de açılan medreseye) girerek burayı da bitirir ve 1918’e kadar Üsküdar’ın Ömerli kazasında ilkokul öğretmenliği yapar.[3] Osmanlı döneminde küçük bir köy olan Ömerli şimdi İstanbul Üsküdar’da belde statüsünde küçük bir yerleşim birimidir.
Mükslü Hamza üniversiteden arkadaşı olan Prof. Ali Nihat Tarlan’ın ablası Adalet Hanım’la evlenir, Menije adlarında bir kızları olur. Adalet Hanım, Türk bir ailenin kızıdır. Mükslü Hamza 1919 yılında Mardin’de tutuklanıp Diyarbakır’da yargılandığı zaman Adalet Hanım’la nişanlı bulunmaktaydı. Adalet Hanım’la bu dönemde mektuplaşan Mükslü Hamza daha sonra kendisiyle İstanbul’da evlenir.
Necmeddin Şahiner, görüştüğü Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan’ın kendisine şunları aktardığını söyler:
“1920 yıllarında İşaratü’l-İcaz tefsirinin kâtibi, muhatabı ve talabesi Mükslü Hamza ile Darü’l-Fünun lisan fakültesine devam ediyorduk. Kendileriyle çok samimî ve yakın arkadaştık, birbirimizi çok severdik Talebeliğimiz hep birlikte geçmişti. Benden iki-üç yaş kadar büyüktü. O Farsça kısmını, ben Fransızca ile Farsça’yı bitirdim. Hamza sonradan büyük ablamla evlendi haliyle eniştem oldu. Daha sonra ise Medresütü’l-Vâizîn’i bitirdi. Imam olarak orduya intisap etti. 1960′ta altmışbeş yaşlarındayken vefat eden eniştemiz Suriye’nin hududumuza çok yakın olan El-Haseke beldesinde bizde lise müdürü denen müdürü techizdi.
1978′deki Hicaz yolculuğum esnasında merhum Tarlan hocamla konuşmuş, eniştesinin çocuklarını ve adresini sorduğumda çok dertlenip üzülmüş evlâtlarının olmadığını söylemiş, bütün mallarının da Suriye hükümetine kaldığını ah çekerek anlatmıştı.
Tarlan Hocamın ablası Adalet hanımla evlenen Hamza Efendinin Menije isminde bir kızları olmuştu. Menije ismindeki bu kızcağız menenjit hastalığına tutularak yirmi yaşlarında vefat etmişti. Kaderin acı bir tecellisi, ismine benzeyen hastalığın kurbanı olmuştu.”[4]
Mükslü Hamza’nın ilk eğitimini aldığı yer Müküs’te bulunan Mir Hasanê Velî Medresesi’dir. Kendisi bu medreseden İcazet alarak mezun olmuş, medresenin resmi sorumluğu ve yöneticiliğini de yapmıştır.[5] Müküslü Hamza, Mir Hasanê Velî Medresesi’ne her ne kadar devam etmişse de asıl eğitimini Van’da Horhor Medrese’ sinde almıştır.
Mükslü Hamza’nın ilk gençliğinde eğitim ve öğrenimine en fazla katkısı olan, kendisini yetiştiren yönlendiren kişi Said-i Nursi’dir. Van’da başlayan tanışıklık uzun yıllar sürmüş olup Mükslü Hamza’nın dini açıdan şekillenmesini de sağlamıştır. Mükslü Hamza’nın Said-i Nursi ile ilk tanışıklığı Van’da Horhor medresesinde olmuştur. Mükslü Hamza bu medresede Said-i Nursi’den ders almış, kendisinin öğrencisi olmuştur. Buradaki tanışıklıkları İstanbul’da devam etmiştir. Mükslü Hamza’nın Suriye’ye gidişine kadar da bu ilişki sürmüştür.
Said-i Nursi, 1897-1907 ve 1912-1914 yılları arasında Horhor Medresesi’nde ders vermiştir. Bu yapı Urartulardan kalma tarihi Van kalesinde bulunmaktadır. Bu medresede Mükslü Hamza ile Şefik Arvasi, Said-i Nursi’den ders almıştır. Horhor Medresesi Van’ın Ermenilerce işgalinin ardından, yakılarak tahrip edilir.[6] Said-i Nursi bu medrese de yaklaşık 200 öğrenciye ders vermiştir.
Van’da ki Horhor Medresesinde öğrenci olan Mükslü Hamza burada Said-i Nursi’den ders almıştır. İstanbul’da da Said-i Nursi’nin eserlerini basılmasını sağlamıştır. Bu döneme ilişkin olarak Mükslü Hamza şunları söyler:
“Hazret-i Üstad, İşaratü’ül-İcaz tefsirini yazmadan önce, halka-i tedrisinde bulunuyordum. Kelâm-ı Kadimi eline alıp Kürdçe takrir ederdi. Hiçbir kitaba ve tefsirine bakmazdı. Arkadaşlarımızdan Molla Habib namında bir Efendi, Kürdçe not alırdı. Çok devam etmeden Harb-i Umumi başladı. Bediüzzaman Said Efendi muharebe esnasında cephe-i harbte mehaz olarak yalnız o notlara malik olduğu halde Elyevm Evkaf Matbaasında tabıyla iştiğal ettiğimiz o kitabı telif etmiştir.”[7]
Mükslü Hamza, Said-i Nursî’nin İşaratü’l-İcaz adlı eserinin tefsirinin katipliğini yapmış, Arapça ilk baskılarında kitabın sonuna Said-i Nursi’nin hayatını da yazarak eklemiştir. Aynı zamanda bir yayıncı da olan Mükslü Hamza, Said-i Nursi’nin Işaratü’l İcaz ile Onuncu Söz adlı eserlerini yayınlayan kişidir.[8] Müküslü Hamza sadece Said-i Nursi ile değil kardeşi Abdülmecid Nursi** ile de ilişkisi olmuştur. Abdülmecid Nursi, 1900 yılında Van’a giderek Horhor Medresesi’nde ağabeyinden ders almıştır. Mükslü Hamza ile Abdülmecid Nursi (Ünlükul)’nin ilişkileri Van’da ki Horhor Medresesi’nde başlamıştır, her ikisi de burada Said-i Nursi’den ders almıştır. Burada başlayan ilişkileri İstanbul’da da devam etmiştir, nitekim ikisinin İstanbul’da birlikte çektirdikleri bir fotoğrafı bulunmaktadır.[9]
Said-i Nursi, Mükslü Hamza’nın Suriye’ye gitmesinin ardından kendisinden uzun bir süre yaklaşık 15 yıl kadar haber alamamış, Mükslü Hamza’nın şehid olduğunu zannetmiştir, öğrencisi Emin tarafından kendisine Irak’ta yaşadığına dair haber verilmiştir. Oysa Mükslü Hamza Irak’ta değil o tarihlerde Suriye’de yaşamaktaydı. Bu mektuba adfen Said-i Nursi, Mükslü Hamza hakkında şunları aktarır:
“Hem on beş seneden beri şehid olmuş işittiğim ve daima Ubeyd gibi şehid talebelerim içinde ona dua ettiğim, hem İşaratü’l-İcaz‘ı, hem Onuncu Söz’ü (ilk defa) tab’eden Molla Hamza hayatta, Irak’ta olduğunu ve Nurları aradığını.. Memlekete giden kardeşimiz Emin’in mektubunda o müjde, tamamıyla yaramı tedavi etti. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun dedim. Umum kardeşlerimize binler selâm ederiz”[10] Rohat Unutulmuşluğun Bir Öyküsü: Said-i Kurdi adlı çalışma-sında Mükslü Hamza’nın Suriye’de geçen yılları için “Hamza Efendi bu yıllarda Said-i Kurdi’nin en büyük hayranlarından biridir” dese de her ikisi arasında bir görüşme, bilgi alışverişi olmamıştır.[11]
Said-i Nursi, Mükslü Hamza’nın yanısıra Mehmet Mihri Hilav ve Şefik Arvasi’nin de öğretmenidir.[12] Aralarında öğretmen-öğrenci ilişkisi olup bu ilişkinin kaynağı Van’daki Horhor Medresesidir. Said-i Nursi’nin bu öğrencilerinden Mükslü Hamza 1919′da klasik Kürt edebiyatının önemli eselerinden Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’i yayınlarken, Hesen Hişyar ise anılarında Şefik Arvasi’nin de Melayê Cizirî’nin Dîwan’ı nı bastırdığı için 10 yıl hapis cezasına çarptırıldığını söyler. Celadet Bedirhan, Melayê Cizirî’nin Dîwan’ının 1919′da İstanbul’da bastırıldığını söyler.[13] Said-i Nursi’nin bu her iki öğrencisi de bu dönemde Kürt kültür yaşamına bu çalışmalarıyla önemli katkılarda bulunmuştur.
Müküslü Hamza’nın en önemli çalışmlardan biri de siyasal alanda yürüttüğü faaliyetlerdir. Yaşamı boyunca kurulan bütün Kürd yapılanmalarının içerisinde aktif olarak yer almış siyasal, kültürel ve yardım faaliyetleri yürütmüştür. Bunlardan biri olan Kürdistan Teali Cemiyeti 17 Kanun-i Evvel 1334 (17 Aralık 1918)’ de kurulmuştur. Said-i Nursi, Mükslü Hamza, Halil Hayali Kürdistan Teali Cemiyeti’nin ilk kurucuları olarak belirlenmiş, cemiyetin kuruluş çalışmaları bu üç isim tarafından başlatılmıştır.[14] Mükslü Hamza, Kürdistan Teali Cemiyetinin kuruluş çalışmalarına katılmış, fakat sonradan oluşturulan ilk yönetim kurulunda yer almamıştır. Fakat üye olarak cemiyetin bütün faaliyetlerinde aktif olarak yer almıştır. Mükslü Hamza, sadece bu cemiyetle sınırlı kalmamış, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kuruluşuna destek verdiği, ya da bizzat kurduğu diğer Kürd oluşumlarında da aktif bir üye olarak yer almıştır. Öğrenci yaşamında başladığı, örgütlü mücadeyi bu dönemde sürdürür
Kadri Cemilpaşa, Doza Kürdistan adlı eserinde Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucuları olarak Said-i Nursi, Mükslü Hamza ve Halil Hayali’nin faaliyete geçerek Cemiyete üye kaydettiklerini belirtir. Daha sonra idare heyetinin seçildiği listeyi de veren Kadri Cemilpaşa’nın aktardığı listeye baktığımızda kurucuların adını görmemekteyiz, fakat listede Said-i Nursi’nin öğrencisi Şefik Arvasi yönetim kurulu üyelerinden biridir. M. Emin Bozarslan ise Mükslü Hamza’nın Kürdistan Teali Cemiyeti kurucularından biri olduğunu iddia eder.[15]
Tarık Zafer Tunaya, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucu, yönetici ve faal üye olarak aktardığı isimler arasında Mükslü Hamza’da yer almaktadır. Tarık Zafer Tunaya aktardığı listeyi Ord. Prof. Şükrü Baban ile 1 Temmuz 1976′daki görüşme ile “Jîn” ve Kürdistan dergilerinden yararlanarak hazırladığını belirmiştir.[16] Müküslü Hamza, öğrencilik yıllarında başladığı örgütlü mücadeleyi bu yıllarda da Kürdistan Teali Cemiyeti’nde kesintisiz sürdürmüştür.
Mükslü Hamza, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin bütün faaliyetlerine katılmış aktif üyelerinden birisidir. Cemiyetin kültürel çalışmalarına katkı sunmuş, çıkardığı dergilerde ve yayınlarda resmi ve gayrı-resmi sorumluluklar almıştır. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin siyasal çalışmalarına da katkı sunmuş, Cemiyetin kendisine verdiği bütün siyasal görevleri de yerine getirmiştir. Mükslü Hamza’nın Cemiyet içerisindeki en önemli çalışmalardan birisi de, Cemiyetin çıkarmış olduğu Jîn dergisinin sorumlu müdürlüğünü yaparak, derginin kuruluş çalışmalarına katılarak dergiyi çıkarmaktır. Jîn kısa sürecek yayın hayatında birçok ilke imza atarak Kürt kültür ve siyasal yaşamına damgasına vurmuştur. Dergi, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin siyasal çalışmalarının kitlelere ulaşmasına aracılık ederek, Cemiyetin sesi olmuştur.
Mükslü Hamza’nın önemli siyasal çalışmalarından biri de 1914 Bitlis Ayaklanması döneminde yaptıklarıdır. Jîn gazetesinin 36. sayısında çıkan “Bir Şehid-î Millet” başlıklı yazıda bu dönemde yaptığı siyasal çalışmalar detaylı olarak anlatılmaktadır.
Mükslü Hamza, Bitlis Ayaklanması’ndan önce bölgeye giderek faaliyet gösterir. Aşiret liderleri arasında dayanışmayı sağlamaya çalışarak ayaklanmanın organize edilmesini sağla- yan kişilerden biri olduğunu Jîn’deki yazıda iddia edilmektedir. Müküslü Hamza bölgeye gitmiş, aşiret liderleri ve din adamları ile görüşerek Kürtler arası bir birlik sağlamaya çalışmıştır.
Mükslü Hamza, Kürdistan Teali Cemiyeti üyesi olarak cemiyetin çıkar dığı Jîn dergisinde aktif görevler almıştır. Derginin ilk 20 sayısının sorumlu müdürlüğünü yapmış ve derginin yazarlarından da birisidir. Mükslü Hamza’nın Jîn dergisinde Kürtçe yazıları çıkmıştır.[17] Fakat Jîn dergisinde sadece Mükslü Hamza’nın Mem û Zîn’e yazdığı Kürtçe önsöz çıkmıştır. Kendi imzasıyla başka bir yazıya da rastlamamaktayız, yazı kurulu adına yazılan birkaç yazı çıkmış olup muhtemelen bu yazıları da kendisi yazmıştır. Jîn dergisi Osmanlı sınırları içerisinde bulunan bütün Kürtlere hitap eden bir dergiydi. Dergi ulusal bir karekter taşımakta olup Kürt kültür yaşamına damgasını vurmuştur. Ilk Kürtçe piyes, derleme ve folklor çalışmaları bu dergide yayınlanmıştı. Dergi dönemin hükümetlerinin sert baskılarıyla karşılaşmış, kimi sayıları sansürlü olarak çıkmıştır, Kürt basınında sansürlenerek çıkan ilk dergidir.
Jîn’in dergisinin çıkışı ile ilgili önemli bilgiler Jîn gazetesinin 36. sayısında imzasız bir şekilde yayınlanan Bir Şehid-i Millet başıklı yazıda verilmiştir. Imzasız yazı muhtemelen Memduh Selim tarafından yazılmıştır. Adı geçen yazıda Jîn dergisini Halil Hayali, Mükslü Hamza, Bitlisli Yüzbaşı Emin, Süleymaniyeli Mevlûd, Süleymaniyeli Babanzâde Nûri, Süleymaniyeli Reşid Beg’in çıkardıkları ya da katkıda bulundukları anlaşılıyor. Dergi sınırlı olanaklarla, zor ekonomik şartlarda amatör bir kadro tarafından, daha önce gazetecilik yapmamış kimseler tarfından çıkarılmıştır, içlerinden sadece Mükslü Hamza’ nın yayıncılık tecrübesi bulunmaktadır. Mükslü Hamza derginin çıkmasında önemli katkılar sunmuş, derginin çıkması için gerekli olan bürokratik işlemleri üzerine alarak kendisi yapmıştır. 20. sayıya kadar da sorumlu müdürü olmuştur. Derginin çıkışı “Bir Şehid-i Millet” yazısında şöyle anlatılmaktdır:
“Nihâyet boğazımızdan artırabileceğimiz beş on guruşla müsâlahayı müteâkib Kürdçe bir mecmûa çıkarmaya karâr verdik. Artık mütâreke olmuş, birkaç para toplamıştı. Târihî mecmûada Halîl Hayâlî, Emîn ve Hamza ile birlikde çıkaracağımız gazetenin ismini Jîn koyduk. Herkes bir fikir serdetdi. Fakat Jîn (Hayat) kelimesini hangimizin söylediğini hatırlamıyorum Artık gazetenin imtiyâzını almak lâzım geliyordu. Bunu Hamza’ya tevfîz ettik. Fedâkâr çocuk sabâhdan akşama kadar Dâhiliyye’ye, Emniyyet-i Umûmiyye’ye, Polis Müdîriyet’ine mutassıl koşdu. Ve nihâyet bir hafta zarfında müsâade istihsâl etti. Jîn… cemiyet ve gazete teşkîlatının esâslarını düşünen Yüzbaşı Bitlisli merhûm Emîn, Süleymaniyeli Mevlûd, Süleymaniyeli Babanzâde Nûrî, Süleymaniyeli Reşîd Begler kadar, belki onlardan daha fazla Hamza’nın himmetine medyûndur.[18]
İstanbul Üniversitesi, Farsça bölümü öğrencisi olan Mükslü Hamza öğrencilik yıllarında kurulan Kürd Talebe-Hêvî Cemiyetinde aktif olarak çalışmıştır. Mükslü Hamza 9 Ağustos 1912 yılında İstanbul’da kurulan Kürd Talebe-Hêvî Cemiyeti’nin üyesidir. Kadri Cemilpaşa da anılarında Mükslü Hamza’nın Hêvî’nin üyesi olduğunu söyler. Mükslü Hamza’nın tam olarak ne zaman İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğunu bilemiyoruz. Mükslü Hamza Van’dan İstanbul’a eğitim görmek amacıyla gelmiştir. Bu öğrencilik yıllarında üniversitede bulunan Kürd öğrencilerle birlikte hareket etmiş, onlarla birlikte Kürd Talebe-Hêvî Cemiyetinde aktif siyasal çalışmalarda bulunmuştur.
İsmail Göldaş ise Mükslü Hamza’nın Kürd Talebe-Hêvî Cemiyeti’nin kurucusu olduğunu söyler.[19] Mükslü Hamza Kürd Talebe-Hêvî Cemiyeti’nin kurucu üyesi olamayıp, cemiyetin üyelerin den birisidir. Hêvî üyelerinin çabalarıyla İstanbul’da 1913′te yayınlanan Rojî Kurd dergisi dört sayı çıktıktan sonra, dönemin hükümeti tarafından kapatıldıktan sonra yerine Hetawî Kurd dergisi çıkarılır. Kürd Talabe Hêvî Cemiyet‘inin kuruluşunun sekizinci yıldönümünde yapılan törende Kürt öğrenciler adına konu şan Diyarbekir’li Tevfik Hamdi Bey şunları söyler:
“Onlar ümitlerinden ve inançlarından aldıkları güçle, çevrelerini saran yoksunluklar içinde bir eser, bir varlık göstermek için çırpınıp durdular. Bir Rojî Kurd yayınladılar. Bu, diktatörlüğün bir darbesiyle kapandı. Bir genç aylarca hapishanelerde süründü. Bir başkasını, ‘Hetawî Kurd’ü çıkarılar.”[20]
Kadri Cemilpaşa, Kerküklü Necmeddin Hüseyinî, Süleymaniyeli Abdülkerim, Mükslü Hamza’nın ve diğerlerinin Rojî Kurd dergisinin Kürtçe bölümünde bulunduklarını yazar. Kadri Cemilpaşa, Mükslü Hamza’nın Rojî Kurd dergisinde Kürtçe yazı yazdığını söyler, fakat Rojî Kurd’un çıkan her dört sayısına da baktığımıza Hamza’nın imzasına ya da onun adını çağrıştıran bir isme rastlayamadık, muhtemelen Mükslü Hamza derginin Kürtçe bölümünün redaktörlüğünü yaparak, derginin Kürtçe sayfalarını hazırlamıştır.
Kadri Cemilpaşa, Rojî Kurd’un kapatılmasının ardından Mükslü Hamza’nın idaresinde “Hetawî Kurd” dergisinin çıkarıldığını söylese de dergi resmi olarak Abdullaziz Baban tarafından çıkarılmaktadır.[21]
Müküslü Hamza’nın aktif çalıştığı örgürlerden birisi olan Kürd Neşr-i Maarif Cemiyeti 1910 yılında İstanbul’da kurulmuştur.[22] Mükslü Hamza’nın Kürd Neşri Maarif Cemiyeti’nin kurucularından biri olduğu söylense de Tarık Zafer Tunaya’nın aktardığı kurucular listesinde adı geçmemektedir.[23] Mükslü Hamza, Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti’nin kurucu üyesi değildir. İsmail Göldaş, Mükslü Hamza’nın Kürd Tamim ve Maarif Cemiyeti‘nin ilk yöneticisi olduğunu söylese de resmi olarak böyle bir kayıt yoktur.[24] Mükslü Hamza, Kürd Tamim ve Maarif Cemiyeti’nin üyesi olarak aktif faaliyetlerde bulunmuş, cemiyetin sonradan sorumluluğunu üzerine aldığı dergilerden Jîn’in sorumlu müdürlüğünü yapmış, derneğin yayınladığı Mem û Zîn’e önsöz yazarak kitabı yayınlamıştır.
3 Mayıs 1335 (1919) yılında Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn adlı eseri İstanbul’da Arap harfleriyle Kürtçe olarak Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti (Kürd Eğitim ve Yayınları Yaygınlaştırma Derneği) tarafından yayınlanır. Mükslü Hamza, Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn adlı bu ölümsüz eserine önsöz yazar. Mem û Zîn İstanbul’da “Necm-i Istikbâl” matbaasında basılmıştı.
Jîn’in 19. sayısında da Mükslü Hamza’nın Mem û Zîn kitabına yazdığı Dîbace (önsöz) başlıklı bir yazı yayınlanmıştır. 3 Mayıs 1919′da Mem û Zîn kitabında yayınlanan önsöz 22 Mayıs 1919′da Jîn dergisinin 19. sayısında Kürtçe olarak da yayınlanmıştır. Yazının sonunda ise Mükslü Hamza “Hemze” imzasını kullanmıştır.[25] Mem û Zîn ilk baskısından itibaren sürekli baskılarla karşılaşmış, eser toplatılmış, eseri yayınlar hakkında çeşitli zamanlarda çeşitli davalar açılmıştır. Mem û Zîn’e yönelik baskılar Osmanlı Devleti hükümeti dönemi ile sınırlı kalmamış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından da baskılarla karşı karşıya kalmıştır. B. Nikitin’de 1925 Ayaklanmasında Mükslü Hamza’nın da tutuklanarak Diyarbakır Istiklal Mahkemesi’nde yargılandığını eserin ulusal niteliğine dikkat çeker. B. Nikitin, Kürd Meselesi adlı makalesinde şunları aktarır:
“Xanî’nin başlıca eseri, nâşiriyle beraber Istiklal Mahkemesi’ni ziyaret eden Mem û Zîn‘dir. Millî bir meseleden mevzuunu almış olan eser Kürd cidal-i halâsının bir remzidir.”[26]
Mem û Zîn ağır baskılarla karşı karşıya kalmış dönemin Türk hükümeti tarafından kitap toplattırılarak yakılır, dağıtımı ve satışı yasaklanır.[27] Yıllar sonra 1968 yılında da M. Emin Bozarslan’ın Latince harflerle otosansür uygulanarak İstanbul’da yayınladığı Mem û Zîn’de aynı akıbete uğrayarak toplatılır, ardından da beraat eder, oto sansürlü bu baskının ardından yazar tarafından 1996 yılında yeniden düzenlenen sansürsüz baskı da toplatılarak kitap yasaklanır, kitap üzerindeki 85 yıllık yasak hâlâ devam etmektedir.
Mükslü Hamza İstanbul’da çıkarılan Jîn dergisinin ilk 20 sayısının sorumlu müdürlüğünü yapmıştır. Sorumlu müdürlüğünü yaptığı son 20. sayısı 4 Haziran 1335/1919 tarihinde çıkmıştır. 3 Haziran 1919′da Mükslü Hamza İstanbul’u terk ederken, aynı zaman da Jîn dergisinin müdürlüğünü de bırakmıştır. Mükslü Hamza’nın Mardin’de tutuklanmasının ardından Jîn dergisinin sonraki sorumlu müdürlüğünü Memduh Selim yapar. Jîn gazetesinin 36. sayısında (21 Haziran 1920) Hamza’nın Mardin’de “vatana ihanet” suçlamasıyla gözaltına alındığı, işkence edilip, hapis edilerek idam edildiği şeklinde bir haber çıksa da, haber doğru çıkmaz. Jîn gazetesi bu dönemde, Kürd Teşkilat-ı Içtimaiye Cemiyeti’nin yayını olarak çıkmaktaydı. Mükslü Hamza’nın İstanbul’dan ayrılması ile tutuklanması ile ilgili olarak Jîn gazetesinde olayın haber olarak çıkmasının arasında yaklaşık bir yıl vardır. Bu dönemde de Kürt aydınları üzerinde yoğun baskılar olur.
Müküslü Hamza ile ilişkilendirilen örgütlerden birisi de Kürd Teşkilat-ı Içtimaiye Cemiyetidir. Kadri Cemilpaşa’nın aktardığı Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti kurucular listesinde Mükslü Hamza’nın adı geçmemektedir. Kadri Cemilpaşa 1921 yılında Teşkilatı Içtimaiye mensubu aktif genç üyelerin cemiyetin amaçları doğrultusunda faaliyet yürütmek amacıyla Ekrem Cemilpaşa ile Mükslü Hamza’nın Kürdistan’a gönderildiğini söyler. Ekrem Cemilpaşa’ nın Diyarbakır çevresinde gizli olarak çalıştığı sırada evinde misafir olduğu Hevêrkan aşireti reisi Abdülkerim Ali Remmo tarafından Türk yetkililere teslim edildiğini, Ekrem’in Ankara Istiklal Mahkemesinde* yargılanmak üzere Ankara’ya gönderildiğini, Mükslü Hamza’nın ise Diyarbakır’da bir müddet tutuklu kaldığını belirtir.
1946 yılında Mülkiye Müfettişi, Ağrı eski valisi Hasip Koylan** tarafından dönemin hükümeti için hazırlanan resmi raporda Mükslü Hamza’nın eşi Adalet Hanım’a gönderdiği mektuplardan çeşitli bölümler açıklanarak Mükslü Hamza’nın siyasi kişiliği, davranışları açıklanır. Mektuplar, Mükslü Hamza’nın 1919′da Diyarbakır’da yargılandığı davada kendisi aleyhinde de kullanılır. Bu mektupların okunmasından da anlaşılabilineceği gibi Mükslü Hamza Osmanlı istihbaratı tarafından uzun bir süre izlenmiş, kendisine ait özel mektuplar okunmuş, görüştüğü kişiler detayı ile gözlem altında tutulmuştur.
Mükslü Hamza evlenmek istediği Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan’ın ablası Adalet Hanım’a 25 Nisan 1919 tarihinde gönderdiği “Bir simâ-ı iffet ve ismete“diye hitap ettiği mektupta şunları yazar:
“Ben Kürdüm, Kürdlük ve Kürdler için her şeyi feda etmiş ve etmekteyim, kendimi çok çetin görevler karşısında bilirim.”
Hasip Koylan yukardaki mektubun ardından Mükslü Hamza’nın evlendiğini söyler, yukardaki mektubun nereden yazılıp yollandığı, evliliğin nerede gerçekleştiğini söylemez. Mektuplardan bakılınca Mükslü Hamza’nın uzun bir süre izlendiği, gözetim altında tutulduğu anlaşılmakta; evliliği de muhtemelen İstanbul’da gerçekleşmiştir. 4 Temmuz 1919′da gönderilen mektup ise cezaevinde bulunduğu Diyarbakır’dan yazılıp gönderilmiştir. Mükslü Hamza mektupta eşine şunları yazar:
“Mardin’e vardığımda yurt kokusu güzel güzel kokmaya başladı. Kürd şarkıları, Kürd ezgileri kulaklarımda çınlıyordu. Çocukluk yıllarının eski duygularıyla gençlik döneminden kalma uygar değerler arasında mücadele başladı. Türlü türlü hallerle Diyarbakır’a geldim. Yalnızca Kürd olduğum için ve Kürdistan Teâli Cemiyeti’ne mensup bulunduğum için hükümet beni gözaltına aldı. Buradan çıkarsam Harput’a gideceğim. Tutukluların çoğunluğu ölümcül bir yaşam sürdürmekteyseler de pek sessiz ve uyumlu görünmektedirler. Kürdçe şarkların ne kadar hoşuma gittiğini bilirsin. Akşama kadar oyunlar, şarkılar eğlenceler… Bana mektup yazarsan Cemil Paşazâde Kasım Bey aracılığıyla yaz”.
Hasip Koylan, Mükslü Hamza’nın 8 Ağustos 1919 tarihli mektubunda eşine “Kraliçe Hazretleri” diye iltifat etmesini, gelecekte ‘Kürdistan Kralı’ olmayı düşlediğine yorarak, ne kadar edebiyattan ve estetikten anlamış olduğunu ortaya serer![28] Mükslü Hamza’nın gerek tutuklanmadan önce gerekse tutuklandıktan sonra Diyarbakır’da irtibata bulunduğu kişilerden biri de Cemilpaşa ailesidir, tutuklandığı zaman eşine ilettiği mektuplarda kendisi ile haberleşmek için Ekrem Cemilpaşa’nın babası Kasım Bey’i adres olarak göstermiştir. Kasım Bey, Diyarbakır Kürdistan Cemiyeti’nin ilk üyelerindendir, ardından da cemiyetin yöneticisi olmuştur.
Ekrem Cemilpaşa ise anılarında kendisini Kürdistan Teali Cemiyetinin gönderdiğini, Kürd Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti‘nin adını ise zikretmez. Malmısanıj bunu Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti’nin Kürdistan Teali Cemiyetinden yeni ayrışmasına, Kürdistan Teali Cemiyeti’ne de sahip çıkmasına bağlar.[29] Oysa Mükslü Hamza, Kürd Teşkilat-ı Içtimaiye Cemiyeti’nin kurulmasından daha önceden tutuklanarak kendisi hakkında Diyarbakır Savcılığınca 8 Kasım 1919 tarihinde bir iddianame hazırlanarak tutuklanmıştır. Mükslü Hamza hakkındaki iddianame de, kendisinin haziran ayının üçüncü günü İstanbul’dan Mardin’e oradan da Diyarbakır’a gelerek bölgede çalışma yürüttüğü iddia edilir. Diyarbakır Savclığı iddianamede şunlara yer verir:
“1919 yılı Haziranın üçüncü günü İstanbul’dan hareketle Mardin’e ve Mardin’den de Diyarbakır’a gelerek bulundukları yerlerde Doğu Vilâyetlerinde Ingiliz himayesi altında müstakil bir Kürdistan kurulmasına ve Türk memurların uzaklaştırılmasına teşebbüs edilmesinden dolayı tutuklu sanık, başkent İstanbul’da yayınlanan Jîn dergisi sorumlu müdürü ve Kürdistan Teâli Cemiyeti Genel Merkezi’nin Idare Müdürü, Van ilinin Müks nahiyesi ahalisinden Bekir oğlu Hamza Efendi hakkında Diyarbekir Merkez Savcılığınca yapılan savcılık soruşturması ve diğer kanuni işlemler üzerine ve savcılık makamınca düzenlenip gönderilen 614 numaralı ve 8 Kasım 1919 tarihli yazıda belirtildiği üzere; sanık Hamza Efendi İstanbul’da yayımlanan Jîn gazetesinin sorumlu müdürü ve Kürdistan Teâli Cemiyetinin Idare Müdürü olduğu halde, yalnız güya İstanbul’da karşılaştığı Harput Valisi Galip Beyin teklifi üzerine edindiği bir belgeyle adı geçen Derneğin delegesi sıfatıyla Mardin’e ulaştığında bazı özel yerlerde ve özellikle Mardin sancağında halk arasında tanınmış eşraftan olan Abdülkadir Paşa’nın selamlığında hazır bulunan adıgeçen ve diğer kişiler karşısında, Kürdlerin oturduğu vilayetlerimizin birleşerek Ingiliz himayesi altında bağımsızlık ilânından başka çare kalmadığı ve bunun da zamanı geldiğini anlatarak, halkı bağımsızlık ilânına teşvik ettiği ve genelde Türk memurlarının da görevden uzaklaştırılacaklarından sözederek, Ingiliz yönetim ve korumasını överek savunurken, Osmanlı yönetiminden hoşnutsuzluğu dile getiren ileri-geri sözler sarfettiği, Mardin eşrafından Abdulkadir Paşa ve Bitlis Defterdar vekili Siirt Muhasebecisi Hakkı Beyin ihbarları ve Mardin Mutasarrıflığının şifre-telgrafı kapsamı ve kendi ifadesi ve yine kendi düşünceleri olduğunu itiraf ettiği bir yazılı kâğıtta emeli olan bağımsızlığın kazanılacağına inandığını belirten bazı notlar içeren ve bu notların birinde (çiftlik işleri bozulmuşsa da Tanrı’nın yardımıyla yoluna konulacaktır) cümlesi kullanılması ve Diyarbakır Lisesi Arapça Öğretmeni Abdülmecit Efendiye gönderdiği 16 Mart 1919 tarihli mektubun bazı kesitlerinin amaçladığı bağımsızlığın gerçekleşmesine çalışması için öneri ve yönlendirme niteliğinde olması ve beraberinde birçok Tükçe ve Kürdçe yazılmış bildiri götürüp Diyarbakır’a ait bölümü Cemil Paşâzade Kasım Beye verip diğerlerinin dağıtılmadan önce ortaya çıkması gibi kanıtlar ve belirtilerle anlaşılmış ve hatta ceza Kanunun 54.maddesi ekinin genelde idamı öngören fıkrası hükmüne uygun bulunmuş ve bu nedenle adı geçen Hamza Bey, işbu hainlik fiilinin faili olmak üzere suçlanmıştır.”[30]
Yukarıdaki iddianamede savcılık, Mükslü Hamza’nın bir yandan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin idare heyeti üyesi olduğunu iddia ederken, bir yandan da cemiyetin hiçbir zaman savunmadığı bağımsızlık talebinde bulunduğunu iddia eder, bununla da yetinmez Ingiliz himayesinde bağımsızlık talebinde bulunduğu iddia edilir. Ilginçtir ki bu kadar keskin ve net şeyler söyleyen, suçun belgelerini de mahkemeye sunuduğunu iddia eden savcılık kovuşturması sonunda Mükslü Hamza bir süre sonra serbest bırakılır. Yukarıda adı geçen iddianamede Diyarbakır’da bulunan dönemin askeri yetkilileri ile Diyarbakır Müdafaayi Hukuk Cemiyetinin, Kürd ulusal mücadelesini bastırma faaliyetlerini sonucu düzenlenen bir komplo girişimi olarak kalmıştır. Nitekim bu dönemde yakalanan, idam talebiyle yargılanan Kürt yurtseverleri, aydınları Kürt kamuoayunun sert tepkileri sonucu serbest bırakılmak zorunda kalmıştır. Düzmece iddialar da boşa çıkartılmıştır. Kürt örgütleri, aydınları bu dönemde tamamem yasal ve açık bir siyasal çalışma yürütmüşler, hiçbir emperyalist güçle de işbirliği yapmamıştır. Diplomasi faaliyetleri de bu dönemde daha çok Ingiliz ve Fransız elçiliklerine dönemin hükümet politikalarını eleştiren şikayetlerle sınırlı kalmıştır.
Diyarbakır’da o dönemde görevli olan devletin askeri yetkililerden Binbaşı Halit Akmansu’nun anlattıkları yaşanan birçok şeyi kısmen de olsa açıklığa kavuşturuyor. Özellikle Mükslü Hamza’nın tutuklanması ve arkadaşlarıyla yaptıkları çalışmalar daha net bir şekilde açıklığa kavuşmaktadır. Halit Bey, Ekrem Cemilpaşa’nın başkanlığını yürüttüğü Diyarbakır Kürdistan Cemiyetinin kapattırıldığı 4 Haziran 1919′a kadarki kimi gelişmeleri şöyle aktarmaktadır:
“Kürdçüler Urfa (24 Mart) ve Izmir’in (15 Mayıs) işgallerinden sonra, ümitsizliğe düşen halkın endişesini istismar etmek suretile zararlı propogandalara koyulmuşlar, tahrik edici mahiyette, Kürd istiklal hareketi zamanının geldiğine dair beyannameler dağıtmışlar, duvarlara yapıştırmışlardı. ‘Ingilizler Türklerin top kamalarını, tüfeklerinin sürgü kollarını aldılar, top tüfekleri kalmadı. Türkler artık ölmüş durumdadırlar. Türkleri ve memurları kovalım’ tarzında konuşanlar vardı. Kürd Külübü idare heyeti azasından Hacı Akti (AhtîWink, Silvan’da Kürd istiklali için bir konferans verdiğinden Diyarbakır’da hapsedilmişti. Daha önce Hamza (Hemzeyê MuksîWink adında bir Kürtçü, İstanbul’dan Kürd Teâli Cemiyeti’nin beyanname ve mühürlerini Diyarbakır’a getirmişti. Bu da Mardin’de Kürd istiklaline dair Diyarbakır adliyesi tarafından tevkif edilmişti. Kürtçüler, fikir ve gaye arkadaşı olan bu şahısları sık sık ziyaret ediyorlar ve hapishaneye tepsilerle yemek gönderiyorlardı. Daha sonra da, hapishanede mühim bir isyan çıkarılmış, silâh, bomba ve asker kullanmak suretiyle bastırılmıştı. (…/…Wink Daha sonra, Cemilpaşazade Ekrem’in Kürd Külübü’nde söylediği ve ayrılık dâvası güden bazı sözleri üzerine, 4 Haziran 1919 Çarşamba günü, Halit Beğ’in teşebbüsü ile vilâyet tarafından Diyarbakır Kürd Kulübü kapatılmış, mühürü alınmıştı. Siirt ve Elâzığ’daki Kürd kulüpleri de aynı şekilde kapattırlmıştı. Bu hâdise şöyle cereyan etmişti: Binbaşı Nwil’le birlikte ve tercüman sıfatı ile Diyarbakır’a gelen Şeyh Mahmud’un adamını, Diyarbakır Kürd Külübü’nün en faal üyesi ekrem kulübe götürüyor ve heyecanlı bir dille ‘Burada Türklük ve Osmanlılık yoktur. Burası müstakil Kürdistan’dır’ şeklinde konuşmaya başlıyor. Kürdçüler hakkında hükûmetçe takipler yapıldığını bilen dürüst dinleyicilerden bazıları, endişeyle ‘Ekrem! Sen kimin namına söz söylüyorsun!… diye hatibin sözünü kesiyorlar, kendisine hücum ederek kürsüden indiriyorlar. Bu iş, Diyarbakır zabıtasına aksediyor. Adalet ve vilâyet makamlarına da bilgi verilmesi üzerine Ekrem, önce korkusndan Diyarbakır dışına çıkıyor, ertesi günü, sorgu hâkiminin de bir ihzar müzekkeresi kestiğini haber alınca Haleb’e kaçmağa mecbur kalıyor. (Ekrem, Nowil’le birlkte, bundan üç ay sonra Malatya’ya geldiği zaman, D.bakır Savcılığı’nca verilen eski ihzar müzekkeresi Elâzığ Savcılığı’na bildirilmişse de, Malatya’daki fesatçılarla birlikte tekrar Haleb’e kaçmıştı.)”[31]
Wadie Jwaideh ise Diyarbakır’daki Kürd Külübünün faliyetlerinin Türk egemenliğine karşı bir hal aldığından dolayı 4 Haziran’da kapatıldığını, kulübün silahlarının kalede toplanarak, birliklerinin yok edildiğini, liderlerinin tutuklandığını söyler.[32] Fakat, gerek Ekrem Cemilpaşa’nın gerekse diğer Kürt aydınlarının Cemiyetin silahlı birliklerinin olduğuna dair bir bilgi yoktur. Diyarbakır’da ki askeri yetkili olan Binbaşı Halit Akmansu’nun anılarında da böyle bir iddiası yoktur. Muhtemelen cemiyetin üyelerin şahsi ya da ailelerinin silahları bulunmakta olup, yazar tarafından buna zorlama bir yorum verilmiştir.
Diyarbakır Kürdistan Cemiyeti’nin valilik tarafından kapatılmasının ardından Ekrem Cemilpaşa Diyarbakır’ı terk etmek zorunda kalarak 21 Ağustos 1919’da Halep’te E.W. Charles Noel’in heyetine dahil olur. Heyet 21 Eylül’de Halep’e geri döner. Ekrem Cemişpaşa, Halep’e oradan da E.W.Charles Noel’le Malatya’ya, oradan tekrar Halep’e ardından da İstanbul’a gider. Ekrem Cemilpaşa İstanbul’da, Seyyid Abdülkadir’in isteği üzerine Kürdistan Teali Cemiyeti’ne üye olur.
Kadri Cemilpaşa’nın Ekrem Cemilpaşa ile Mükslü Hamza’nın Kürt Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti tarafından Kürdistan’a gönderildikleri iddiası birçok araştırmacı tarafından da tekrarlanmıştır. Fakat bu iddia zorlama bir yorumdan ibaret olup, daha çok Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti’nin bağımsızlık yanlısı radikal söylemlerin etkisi ve Kadri Cemilpaşa’nın Doza Kürdistan daki söylemlerine dayandırılır. Burada dikkat çeken bir durum Ekrem Cemilpaşa’nın Ağustos 1920 yılında İstanbul’u terk ederek Diyarbakır’a gitmiş olmasıdır. 1922 yılı kışını ise tutuklu olarak Ankara’da geçirmiştir. Görüldüğü gibi Mükslü Hamza ile Ekrem Cemilpaşa ayrı ayrı zaman dilimlerinde tutuklanmışlardır. Muhtemelen Ekrem Cemilpaşa’yı kuruluşunun ardından Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti, Mükslü Hamza’yı ise Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürdistan’a göndermiştir.
Mevlanzade Rıfat’ın Istabul’da çıkarmış olduğu Serbestî gazatesinin 1 Mayıs 1919 tarihli ve 482. sayısında bu konu ile ilgili olarak daha net bir belirleme vardır:
“Kürdistan Teâli Cemiyeti merkezinde dün yapılan toplantıda yönetim kurulu Kürdistan’a Kürd aydın ve düşünürlerinden oluşacak bir aydınlatma heyeti göndermek üzere görüşmelerde bulunmuştur. Kürdistan’a gidecek olan bu heyet Kürdler’e nasihatlarda ve aydınlatmada bulunarak mevcut durumun nazikliğini ve önemini anlatacak ve bu durum karşısında izlenmesi gereken hareket biçimini belirleyecektir. Sözkonusu heyet, Kürdistan’ın büyük şehirlerinde çalışmalrını sürdüreceği gibi oluşturacağı yerel heyetleri de kasaba ve köylere yollayarak aynı hizmette görevlendirecektir. Bu yolla Kürdistan’ın en ufak köyüne kadar içinde bulunulan durum anlatılmış ve halk aydınlatılmış olacaktır.”[33] 1946 yılında Mülkiye müfettişi olarak Kürtler üzerine rapor hazırlayan Hasip Koylan Serbestî gazetesinin yansıttığı yukarıdaki açıklama üzerine dönemin Osmanlı hükümetinin bölgeye gönderilen Kürt aydınlarının tutuklandığını söyler.[34] 20 Aralık 1920′de tutuklanan Nuri Dersimi, Dersim aşiretlerinin Mustafa Kemal’den tahliye edilmesi talebi üzerine, serbest bırakılır. 1921′de Dersim’e geçen Nuri Dersimi Sivas’ta Nurettin Paşa tarafından oluşturulan Divan-ı Harp’te gıyabında yargılanarak mahkum edilir.”[35]
Müküslü Hamza’nın siyasal ve kültürel çalışmaları cumhuruiyetin ilanıyla birlikte sona erer. Kürt kimliği açıkça yasaklanır, gazeteleri, dernekleri ise kapatılarak inkar dönemi başlar. Müküslü Hamza’da bundan nasibini alır, öğretmenlik mesleğine geri döner.
Cumhuriyetin ilanından sonra ülkeyi terk etmeyen Mükslü Hamza, Mayıs 1925 yılında öğretmenlik yaptığı Mardin’in Ömerli ilçesinde tutuklanarak, 1925 Ayaklanmasına katılanların yargılamalarının yapıldığı Diyarbakır’a gönderilir.[36] Diyarbakır Istiklal Mahkemesinde 1919′da İstanbul’da yayınladığı Mem û Zîn yüzünden yaklaşık on yıl ceza alarak Kastamonu hapishanesine gönderilir.
Hasan Hişyar Serdî’de anılarında 1925 ayaklanmasında kendilerine verilen cezayı çekmek üzere gönderildikleri Niğde’ye giderken Harput’ta eski bir kiliseden cezaevine dönüştürülen bir yerde kaldıklarını, burada Mükslü Hamza’yı ve Mehmet Şefik Arvasi’yi gördüğünü belirtir. Mükslü Hamza’nın Mem û Zîn Mehmet Şefik Arvasi’nin de Melayê Ciziri’nin “Divan” adlı eserleri yayınladıkları için 10 yıl hapis cezasına çarptırıldıklarını aktarır.[37] Mükslü Hamza’nın Diyarbakır Şark Istiklal Mahkemesinde neden yargılandığı, ne kadar ceza aldığı konusunda kesin bilgiler yoktur. Kürt aydınları arasındaki yaygın kanıya göre Mükslü Hamza’nın Mem û Zîn’i yayınladığı için yaklaşık 10-15 yıl ceza aldığı yönündedir. 1925′te Şark Istiklal Mahkemesi savcısı ve Birinci Umumi Müfettiş olan Avni Doğan’ın 1943 yılında hazırladığı “Kürd Raporu”nda bu konuya az da olsa değinmiştir. Avni Doğan raporunda Mem û Zîn’in milliyetçi bir karekter taşıdığı, 1925 ayaklanması sırasında ayaklanmanın liderleri tarafından, ayaklanmaya katılanlara milliyetçilik bilincini aşılmak amacıyla okunduğunu bunun da Istiklal Mahkemesince tespit edildiğini belirtir.
Dönemin hükümeti 7 Mayıs 1928 gün ve 1939 sayılı “Şark Mıntıkasında Muayyen Vilayet ve Kazalarda Ceraim Takibatı ve Cezaların Tecili Hakkındaki Kanun” ile aynı yasaya ek 23 Mayıs 1928 günü çıkarılan yasa ile genel af ilan edilir. Birçok Kürt aydını bu afla birlikte salıverilir. Böylece tarihçilerin 80 yıldır tartıştığı, üzerine onlarca makale ve kitap yayınlanan, emperyalizmle işbirliği yapmakla suçlananlar, irticacı ve gerici olmakla suçlananlar-ki ilginçtir bu davadan mahkum olanlar ileriki yaşamlarında hiçbir islamcı eylem ve faaliyette bulunmamışlardır- bütün mal varlıklarına el konulanlar, 3 yıl sonra bir afla serbest kalmışlardır. Bu da suçlamaların ne kadar ciddiyetle bağdaştığını göstermektedir. Ayaklanma bölgesinden sürgün edilenler ise ilginçtir af çıkmasına rağmen yerlerine yurtlarına dönememiş daha ağır yaptırımlara maruz kalmışlardır.
1928 yılında genel affıyla birlikte Kastamonu cezaevinden çıkan Mükslü Hamza, bir süre Mısır ve Lübnan’da kalır ardından da Suriye’ye gider. Mükslü Hamza bir süre sonra da Suriye vatandaşlığına geçer.[38] 1930 yılında Türk hükümetinin isteği üzerine Suriye’i işgal eden Fransız yetkilileri Türkiye sınırına yakın yerlerde yaşamakta olan Kürt aydın ve yurtseverlerini Şam’da zorla ikamete tabii tutarlar. Bu ikamete tabii olanlar arasında Mükslü Hamza da vardı. Mükslü Hamza ile birlikte Ekrem Cemilpaşa, Kadri Cemilpaşa, Celadet Bedirhan, Osman Sabri, Nureddin Zaza, Arif Abbas, Dr. Ahmed Nafiz de Şam’da gözetim altında tutulurlar.
1930’da Celadet Bedirhan Latin harfleriyle hazırladığı Kürtçe alfabe, Ekrem Cemilpaşa ile Mükslü Hamza tarafından eksik bulunur ve Celadet Bedirhan sertçe eleştirilir.[39] Kadri Cemilpaşa,1931 yılında Şam’da Ali Axayê Zılfo’nun evinde toplanan Celadet Bedirhan, Mükslü Hamza, Şam Kürtlerinden Musa ile Ekrem Cemilpaşa’dan oluşan bir komisyonun bugün kullanılan Latin harfli Kürd alfebesini kabul ettiklerini belirtir. Yapılan bu toplantıda bugün bütün Kürdler tarafından kullanılan Latin harfli Kürt alfabesi kabul edilir. Bu toplantının arkadaşlık ilişkilerinden kaynaklanan bir toplantı mı yoksa bir dernek ya da örgüt adına yapıldığı belirtilmemiş olmasına rağmen, alfabenin Hoybûn kadrolarının onayını aldığı anlaşılmaktadır.
1932 yılında Hesîcê kasabasında* “Civata arîkariyê ji bona belengazên Kurd li Cizîrê- “Cizîre’de Yoksul Kürdlere Yardım Derneği” kurulur. Bu derneğin kimi üyeleri şunlardı: Hesenê Haco Ağa, Arif Abbas, Cegerxwîn, Dr. Ehmed Nafiz, Evdilrehmanê Eliyê Yûnis, Mükslü Hemza, Emînê Perîxanê, Osman Sebrî, Resûl Ağa, Mele Eliyê Topiz, Mihemed Eliyê Şiwê. Mükslü Hamza’nın da üyesi olduğu bu derneğin amacı Kürt yoksulların yaşamını düzeltme, sağlık ve eğitim ve öğretimlerine yardımcı olmaktı.
Konê Reş 1930 yılında Mîr Celadet Bedirhan’ın Şam’da Halid Bektaş’ın evinin yanında “Kürdistan” adında bir Kürt okulu kurduğunu belirterek, yine Mîr Celadet Bedirhan’ın yardımıyla Tilşiîr, Talik, Qereman ve Endîwer’de Kürt okul ve derslikleri açıldığı belirtir.[40] Mükslü Hamza’nın, Eyndîwer köyünde bulunan okulda öğretmenlik yaptığı biliniyor, fakat bu eğitim Suriye hükümetinin eğitim müfredatına göre yapılmakta olup, Kürtçe değildi.
1932′de Fransız yetkililerden aldığı izinle Eyndîwer’de Kürt çocukları için okul açar, böylece Mükslü Hamza yeniden eğitim ve öğretim işlerine başlar. Bu okul bölgede açılan ilkokullardan biridir, arkadaşı Dr.Ahmed Nafiz de burada bir klinik açarak doktorluk yapmaya başlar. Her iki arkadaş Cizre bölgesinde Celadet Bedirhan’ın çıkarmış olduğu Hawar dergisinin bölgede dağıtımını da yapar. Mükslü Hamza’nın burada açtığı okulda Kürtçe eğitim ve öğretim yapıldığı iddia edilse de, burada daha çok Arapça eğitim ve öğretim yapılmıştır. Konê Reş 1932 yılında Mükslü Hamza’nın Eyndîwer’de Kürt çocuklarına Kürtçe eğitim ve öğretim verdiğini, Kürt çocuklarına Latin harfleriyle Kürtçe öğrettiğini söylese de, Mükslü Hamza Kürt çocuklarına daha çok okul dışında bu faaliyetlerde bulunmuştur.[41] 1940 yılında Fransızlarla, Suriye Hükümeti aldığı bir kararla Türkiye ve Irak sınırı yakınlarındaki Eyndîwer köyünü, Irak sınırı yakınlarına taşıyarak, köyü boşaltır. Mükslü Hamza’yı da Hesîçê’de bulunan liseye müdür yaparlar. Yaklaşık 20 yıl ölümüne kadar burada müdürlük yapar. Hesîcê’de ırk ayrımı yapmadan Kürt, Ermeni, Asurî ve Arap öğrencileri yetiştirir.[42]
1940 yılında Mükslü Hamza, Cizre vilayetine bağlı Hesîcê’de resmi yüksek okulun (lisede müdür) ilk editörü olur. 1943 yılında da Cizre vilayetinde bütün okullarının sorumlusu olur.
Nuredin Zaza, Mükslü Hamza’nın Suriye’deki yaşamı öğretmenlik yıllarını şöyle anlatır:
“Medrese eğitimi almıştı, güzel Kürdçe, Türkçe, Farsça ve Arapça bilirdi. Şam’da kolaylıkla öğretmenlik yapabilirdi. Fakat oda kardeşim gibi, Kürdlerin yanına gitmek istedi. Cezîre’de Türkiye ve Irak sınırına yakın küçük bir kasaba olan Eyindîwer’de yeni bir okul açılmıştı. Hamza Beg oraya gidip öğretmenlik yapmak istedi. Kendisi müdür ve öğretmen idi. Bir yıl sonrada kardeşim Dr. Nafiz kendisi Eyindîwer’de hükümet tabibi olur. 1925 yılındaFransızlar bu bölgeye girmişti ve 1930 yılına kadar Türklerle savaşları sürmüştü. Eyindîwer Fransızlar tarafından Türkiye’den gelecek olan Kürd, Ermeni, Süryani ve Keldanilerin Suriye’de kendi hükümetlerini kurmaları için bozgunculuk amacıyla kurulmuştu.
Kasabanın sakinleri Fransız askerleri ve Suriye jandarmasıyla birlikte yaklaşık 1200 kişiydi. Okula giden Kürd çocuklarının sayısı azdı. Kasabanın yakınındaki Eyindîwer köyünün kendisi vardı ve sakinlerinin tamamı Kürd’tü. Fakat muhtarın çocuğunun dışında kimse çocuğunu okula göndermek istemiyordu. Zavallı Hamza Bey onların kapısına giderek Müks şivesi olan Kürdçesiyle umut ve rica ederek çocuklarını Arapça da olsa eğitimsiz bırakmamalarını isterdi. Kimse kendisine kulak asmadı. Böyle olduğunu görünce bir gün jandarma subayını yanına alarak köye gider ve onlara ‘beni dinleyin çocuklarınızı okula göndermezseniz, benimle gelen subay adınızı alarak sizlere büyük bir ceza verecek! ‘ der.
Birkaç gün geçtiğinde çocuklar yine okula gitmezler. Bu sefer gerçekten jandarma subayı gerçekten birkaç kişiye ceza keser. Bunun üzerine çocuklar yavaş yavaş okula gelirler. Iki üç yıl geçtiğinde özellikle kardeşimin gelmesi üzerine burada okul Kürd çocuklarıyla dolar. Bunlardan birçoğu ardından Qamişlo ve Hasiçê’de liseye devam ederek, daha sonra üniversiteyi bitirdiler. Şimdi Hamze Bey’in doktor, eczacı, avukat ve mühendis olan öğrencileri vardır”.[43]
Ekrem Cemilpaşa’nın kızı Pervîn Cemil,1953′te gittikleri Talik köyünde babasının kendilerine ilkokul müfredatını öğrettiğini müfredat bitince babası ile sınava girmek için Hesîçe’ye gittiklerini burada babasının eski arkadaşlarından Hemzeyê Muksî’nin evinde birkaç gün kaldıklarını söyler. Pervîn Cemil, 1955 ya da 1956 yılında Hesîçe’ye gittiklerini, Mükslü Hamza ile eşi Adalet’i evlerinde yalnız gördüğünü, evlerinde çocuk olmadığını söyler. Maalasef çocukluğundaki bu ziyaret hakkında fazla bir şey anımsamadığını tek anımsadığı Mükslü Hamza’nın babası Ekrem Cemilpaşa’nın yakın arkadaşı olduğu, birkaç gün onların evlerinde kaldığıdır.[44]
Müküslü Hamza’yı Suriye’de görenlerden birisi de Silvanlı Şeyh Mizbah Yaruk’tur. Şeyh Mizbah kendisinin 13 yaşındayken Selim Azizoğlu tarafından Suriye’ye medrese eğitimi için gönderildiğini, burada başta Cegerxwîn olmak üzere burada bulunan Kürt aydınlarıyla tanıştığını söylemektedir. Şeyh Mizbah 1949′da Qamişlo’da Cegerxwîn aracılığıyla Mükslü Hamza ile tanıştığını söyleyerek şunları söyler:
“1949′da Qamişlo’da Cegerxwîn aracılığıyla Mükslü Hamza ile tanıştırıldım. Kendisi Hesîce’den buraya misafirliğe gelmişti. 1949′un yazında gördüm, Qamişlo’da bulunan Kürd aydınları kendisine çok saygı göstermekteydiler. Cegerxwîn kendisine ‘Seyda, foterê te kanê’? (Seyda fötr şapkan nerede?) Mükslü Hamza da ‘Hêwa germ bû, ji bo wê neanîm.’ (Hava sıcaktı onun için takmadım) dedi. Kendisini bir defa gördüm, uzun boylu kalın yüz hatlarına sahipti, o gün sıcak olduğu için başına fötr şapkasını takmamıştı, başı açıktı.”(26 Mart 2005 tarihli görüşme)
Mükslü Hamza’nın son örgütsel çalışmalarından birisi de Hoybûn içerisinde olmuştur. Suriye’de sürgünde yaşayan Kürt aydın ve yurtseverleri tarafından kurulan Hoybûn örgütünün üyelerinden birisi olan Mükslü Hamza, Hesîce’de kurulan Hoybûn komitesinde faaliyet göstermiştir.
Mükslü Hamza’nın 1927 yılında yapılan Hoybûn’un kuruluş kongeresine katılarak, Hoybûn kurucusu olduğunu iddia eden kaynaklar olsa da Mükslü Hamza bu örgütün kurucusu değil, aktif üyelerinden birisidir.
Fransızların 1931 yılında Halep’te düzenlediği 6 sayfalık raporlarından, 3266. S6 nolu “Belirlenen Kürd faaliyetleri” başlıklı raporda Hoybûn’un çeşitli bölgelerde komiteler kurarak görevlendirmelerde bulunduğu belirtilmektedir. Raporda Hesîcê’de Kadri Cemilpaşa başkanlığında kurulan komitede Mükslü Hamza’nın adı “Hamza files de Bakar Kurdi” olarak geçmektedir. Mükslü Hamza’nın babasının adı Bekir olup, raporda Bekir “Bakar Kurdi” olarak yanlış yazılmıştır. Doğrusu “Kürd Bekîr’in oğlu Hamza” olmalıydı.[45] Bu rapordan anlaşılacağı gibi Mükslü Hamza, Hoybun’un Hesîce komitesine bağlı olarak faaliyet yürütmüştür. Nureddin Zaza, Mükslü Hamza’nın Hoybun üyesi olduğunu da söyler.[46] Müküslü Hamza bütün hayatı boyunca kurulan Kürt siyasal hareketlerinde aktif olarak yer almıştır. Kürt siyasal örgütlerinin hemen hemen tamamına yakınına üye olan Mükslü Hamza ulusal demokratik mücadelenin öne çıkmayan, fazla tanınmayan bir sıra neferi gibi çalışan önderlerinden birisidir. Kısa yaşamına yayıncılık, öğretmenlik, gazetecilik ve aktif siyasal mücadeleyi sığdırmıştır. Kürt kelimesinin kendisine en çok yakışan aydınlardan biri olan Müküslü Hamza ne yazık ki Kürtler tarafından yeterince tanınmamıştır.
Mükslü Hamza, 5 Nisan 1958 (15 Ramazan 1377) yılında Hesîcê şehrinde kendi evinde hayata gözlerini yumdu. Isteği üzerine Dugir köyünde, Kürt milliyetçilerinin, yurtseverlerinin yattığı mezarda toprağa verilir. Bu mezarlıkta uzun yıllar birlikte çalıştığı Dr. Ahmed Nafiz, Haco Ağa, Arif Abbas, Miktad Cemilpaşa, Abdurrahman Elîyê Unis, Xûwêtli Hacı Musa Bey, Hasan Ağa Haco ile birlikte yatmaktadır. Mezar taşını ise ünlü Kürt şair Hejar yazmıştır. Hejar, Suriye’de sürgünde olduğu zaman Mükslü Hamza’nın mezarının baş kısmına bir şiir yazmış, ayak kısmındaki mezar taşında ise Mükslü Hamza’nın kimlik bilgileri ile ölüm tarihi yazılmıştır. Yakın bir tarihte Suriye’deki bir Kürt siyasal örgütü tarafından bu mezarlıktaki mezar taşları onarılmış, mezar taşındaki yazılar ise aynen yeniden yazılmıştır. Yurdundan uzakta sürgünde ölenlerin bir arada yattıkları bu mezarlık Cizre bölgesinde, Kamışlı’nın 27 km. doğusunda, Tirbespî’nin ise 4 km. batısında Dugir köyündedir.
* Şemseddin Sami, Kamûs’ul-A’lâm’da Müks için şunları aktarır. “Wan ili ve sancağında ve Wan’ın 99 kilometre güneybatısında, dağlık bir yerde ve Botan suyuna bağlı bir çayın üzerinde, ilçe merkezi bir kasaba olup, 3.852 nüfusu vardır. Mûks ilçesi sancağın güneybatı köşesinde yer alıp, kuzeyden Qarcıkan ve Kewaş, doğudan Ştaq ilçeleriyle, güneyden Hekari sancağıyla, batıdan Bıtlis iliyle sınırlıdır.” (Şemseddin Sami, Tarihte Ilk Türkçe Ansiklopedide Kürdistan ve Kürdler, Deng Yayınları, Osmanlıcadan Çeviren: M.Emin Bozarslan, Mart 2001-İstanbul.” Sf:180) 1902 yılında Van’ın Çatak ilçesine, 1932′de Van’a bağlanmıştır. 1989 yılında Müks’ün adı “Bahçesaray” olarak değiştirilerek Van iline bağlı ilçe yapılmıştır.
[1] Koylan, A. Hasip. Aktaran, M. Bayrak, Kürtler ve Ulusal Demokratik Mücadeleleri, Öz-GeYayınları, 1993-Ankara,Sf:105
[2] Bayrak, Mehmed, Kürtler ve Ulusal Demokratik Mücadeleleri, Öz-Ge Yayınları, 1993-Ankara, Sf:105
[3] Koylan, A.Hasip, akratan M. Bayrak, Kürtler ve Ulusal Demokratik Mücadeleleri, Öz-GeYayınları, 1993-Ankara.Sf:105
[4] Şahiner, Necmeddin, Bilinmeyen Taraflarıyla Bedüzzaman Said Nursî, 30. Baskı, Nesil Yayınları, Ocak 2004-İstanbul, Cilt:1, Sf:106
[5] Piştkûl, Nûbihar Mehnameya Çandî, Hûnerî, Edebî, “Medresa Mîr Hesen Welî” Hejmar: 63/64, Sal:6, Rûpel:27-28, Hezîran/Tîrmeh 1998.
[6] Alakom, Rohat, Eski İstanbul Kürtleri(1453-1925), Avesta Yayınları, 1998-İstanbul Sf:75
[7] Bediüzzaman Said Nursî, Nurlar Silsilesinden Içtimaî Dersler, Zehra Yayıncılık, 2004-İstanbul, Sf:12
[8] Bediüzzaman, Said-i Nursi, Risale-i Nur Külliyatından-Işaratü’l-Içaz, Mütercim: Abdülmecid Nursî, Zehra Yayıncılık, 1999-İstanbul, Sf:320
* Abdülmecid 1884 yılında Bitlis’in Nurs köyünde doğmuştur.1900 yılında Van’a giderek Horhor medresesinde 400 öğrenci ile birlikte dört yıl ders görür. 1917′de Diyarbakır Askeri Rüştiyesinde Arapça öğretmenliği yapar. 1920-1927 yılları arasında Van’da öğretmenlik yapar. 1925 Ayaklanmasının aradından öğretmenlikten atılır bunun üzerine Diyarbakır’ın Ergani ilçesine yerleşerek 1936 yılına kadar burada kalır. 1940 yılına kadar da Malatya’da yaşayarak aynı tarihte Ürgüp’e müftü olarak atanır. 12 yıl müftülük yapar burada yeniden görevden alınır. 1955′de Konya’ya yerleşerek burada yeniden öğretmenliğe başlar kısa bir süre sonra yeniden görevden alınır. 1967 yılında Konya’da ölür.
[9] Alakom, Rohat, Eski İstanbul Kürtleri (1453-1925), Avesta Yayınları, 1998-İstanbul Sf:276
[10] Emirdağ Lahiyasından aktaran, Aksu, Mahmut, Bediüzzaman Said Nursi’nin Van Hayatı ve Hayalin- deki Üniversite, Kendi Yayını, 2003-Şanlıurfa, Sf:68
[11] Rohat, Unutulmuşluğun Bir Öyküsü: Said-i Kurdi, Fırat Yayınları, Eylül 1991-İstanbul, Sf:21
[12] Malmısanıj, İlk Legal Kürt Öğrenci Derneği-Kürt Talebe-Hêvî Cemiyeti (1912-1922), Avesta Yayınları, 2002-İstanbul.Sf:56
[13] Herekol, Ezîzan, Hawar, Kovara Kurdî, “Klasîkên Me”, Hejmar:33, 1. Çirîya Pêşîn 1941.
[14] Göldaş, Ismail, Kürdistan Teâli Cemiyeti, Doz Yayınları, 2. Baskı, Aralık 1991-İstanbul. sf:12, 27
[15] Şemseddin Sami, Tarihte Ilk Türkçe Ansiklopedide Kürdistan ve Kürdler, Deng Yayınları, Osmanlıcadan Çeviren:M.Emin Bozarslan, Mart 2001, Sf:301
[16] Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler Cilt:2-Mütareke Dönemi, Iletişim Yayınları, Genişletilmiş 2. Baskı, 2003-Ankara.Sf:198-199
[17] Lewendi, Mahmûd-Malmîsanij, Li Kurdistana Bakur û li Tirkiyê Rojnamegerîya Kurdî (1908-1992), Öz-Ge Yayınları, Ikinci Basım, Ankara-1992, Sf:70
[18] Malmısanıj, İlk Legal Kürt Öğrenci Derneği-Kürt Talebe-Hêvî Cemiyeti (1912-1922), Avesta Yayınları, 2002-İstanbul Sf:303.
[19] Göldaş, Ismail, Kürdistan Teâli Cemiyeti, Doz Yayınları, 2.Baskı, Aralık 1991-İstanbul.Sf:64
[20] Jîn (din, edebiyât ve iktisâttan bahseder Türkçe-Kürdçe mecmûadır, İstanbul, no: ? (tarih) yeniden basımı: Jîn (Kürdçe-Türkçe dergi), Arap harflerinden Latin harflerine çeviren ve dilini sadeleştiren: M.Emin Bozarslan, Deng Yayınevi; Uppsala, 1988Cilt:5, Sf:1019, 1020
[21] Lewendi Mahmûd-Malmîsanij, Li Kurdistana Bakur û li Tirkiyê Rojnamegerîya Kurdî (1908-1992), Öz-Ge Yayınları,I kinci Basım, Ankara-1992, Sf:61
[22] Bayrak, Mehmet, Açık-Gizli/Resmi-Gayrıresmi Kürdoloji Belgeleri, Öz-Ge Yayınları, 1994-Ankara. Sf:544
[23] Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler Cilt: 2-Mütareke Dönemi, Iletişim Yayınları, Genişletilmiş 2.Baskı, 2003-Ankara. Sf:224
[24] Göldaş, Ismail, Kürdistan Teâli Cemiyeti, Doz Yayınları, 2.Baskı, Aralık 1991-İstanbul.Sf:72
[25] Jîn (din, edebiyât ve iktisâttan bahseder Türkçe-Kürdçe mecmûadır, İstanbul, no: ? (tarih) yeniden basımı: Jîn (Kürdçe-Türkçe dergi), Arap harflerinden Latin harflerine çeviren ve dilini sadeleştiren: M. Emin Bozarslan, Deng Yayınevi; Uppsala, 1988, Sayı19, Sf:824-826, Cilt:4
[26] Bayrak, Mehmet, Kürdoloji Belgeleri -II-,Öz-Ge Yayınları, Ankara-2004,Sf:320
[27] Prof. Dr. Qanatê Kurdo, Tarixa Edebyeta Kurdî, Rûpel:105, Ikinci Basım,Öz-Ge Yayınları, 1992 -Ankara.
* Ankara İstiklal Mahkemesi 7 Ekim 1920′den 31 Temmuz 1922 yılın kadar faaliyet yürütmüştür.
* *1893′de doğan Ahmet Hasip Koylan Kıbrıs Türklerindendir. İstanbul’da Darülfünun Ilahiyat şubesinde başladığı yükdek eğitimini Hukuk Fakültesinde tamamladı. Türkçeden başka Ingilizce okuyup yazabilmekte ve Rumca konuşabilmektedir. TC vatandaşlaığına okul sonrası geçmiş, çeşitli ilçe ve illerde Kaymakamlık ve Valilik yaptığı gibi Mülkiye Başmüfettişliği görevinde bulunmuştur. Ağrı, Kastamonu, Kırklareli, Gümüşhane ve Urfa’da valilik yapmıştır. Son görev yeri olan Niğde valiliğinden 1953 yılında emekli olmuştur. Kendisinin I. Umum Müfettişlik bünyesinde görev yaptığı da söylenir. (Bayrak, Mehmet, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri,Öz-Ge Yayınları,1993-Ankara.Sf:441)
[28] Bayrak, Mehmet, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Öz-Ge Yayınları,1993-Ankara. Sf: 105,106
[29] Malmîsanij, Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği, Avesta Yayınları, 2004-İstanbul, Sf:168
[30] Bayrak, Mehmet, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Öz-Ge Yayınları, 1993-Ankara. Sf: 105, 106
[31]Malmîsanij, Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği, Avesta Yayınları, 2004-İstanbul, Sf:133-137
[32] Jwaideh, Wadie, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi-Kökenleri ve Gelişimi, Iletişim Yayınları, Çeviren: Ismail Çekem, Alper Duman, 1. Baskı 1999-İstanbul, Sf:265
[33] ……..
[34] Bayrak, Mehmet, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Öz-Ge Yayınları,1993-Ankara.Sf:104
[35] Dersimi, Dr.Nuri, Hatıratım, Doz Yayınları, Ekim1997-İstanbul, Sf:102
[36] Lewendi, Mahmûd-Malmîsanij, Li Kurdistana Bakur û li Tirkiyê Rojnamegerîya Kurdî (1908-1992), Öz-Ge Yayınları, Ikinci Basım, Ankara-1992, Sf:82,85,86)
[37] Serdi, Hasan Hişyar, Görüş ve Anılarım (1907-1985), Med Yayınları, Çeviri: Hasan Cunî, İstanbul-1994,Sf:291.
[38] Konê Reş’in tarafına aktardığı notlar.
[39] Dr.Nureddin Zaza, Hawar, pêşgotin, aktaran Malmîsanij, Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği, Avesta Yayınları,2004-İstanbul, Sf: 239.
* Konê Reş ise “Cıvata Alîkarî Ji Bona Belangazên Kurdan Li Cizîrê” derneğinin 1931 yılında Şam’da kurulduğunu belirterek, derneğin tüzük ve proğramının 1932 yılında Kürdçe, Arapça ve Fransızca olarak basıldığını belirtir. (Konê Reş, “Komele, dibistan, kovar û rojnameyên ku Bedirxaniyan damezirandine û beşdarî wan bûne, www.amûde.com, 18.05. 2003)
[40] Konê Reş, “Komele, dibistan, kovar û rojnameyên ku Bedirxaniyan damezirandine û beşdarî wan bûne, www.amûdê.com.18.05.2003
[41] Reş, Konê, Pizîşk û welatparêzê ku nayê jibîrkirin-Dr.Ehmed Nafiz Zaza(1899-1968), Kovara Dîcle, rupel:33.
[42] Zaza, Dr. Nûredîn, Hêvî, Kovara Enstîtûya Kurdîya Parisê, “Kurdên Nejibîrkirinê” ,Hejmar; 71990-Parîs. Sf:21-22
[43] Zaza, Dr. Nûredîn, Hêvî, Kovara Enstîtûya Kurdîya Parisê, “Kurdên Nejibîrkirinê”, Hejmar; 7, 1990, Parîs,Sf:21-22
[44] Pervîn Cemil’in tarafıma aktardığı notlar.
[45] Alakom, Rohat, Hoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması, Avesta Yayınları,1998-İstanbul. Sf: 151-156
[46] Lewendi, Mahmûd-Malmîsanij, Li Kurdistana Bakur û li Tirkiyê Rojnamegerîya Kurdî (1908-1992), Öz-Ge Yayınları, Ikinci Basım, Ankara-1992, Sf:89
Qedrîcan/ Kurtiyek Ji Jîyan û Serhatîya Hemzeyê Miksî;
17 Şubat 2011 / Ji aliyê Kovarabir ve
Di nav de, Bîyografî, WAR Hejmar 14
Şîrove bike
Kurtiyek Ji Jîyan û Serhatîya Hemzeyê Miksî; Rewşenbîr û Xebatkar û Sîyasetvanê Gelê Kurd
Hemzeyê Miksî êk ji rewşenbîr, zana, sîyasetvan û xebatkarê gelê Kurd kû di destpêka sedsala bîstan da bûye. Bo destve anîna hêvîyên gelê Kurd xebitiye û afirandinên mezin di çand û dîroka veşartî ya gelê Kurd re çê kiriye. Em her gav navê Hemzeyê şehîd di nava sitranên dengbêjên herî nevdar ê gelê me de guhdarî dikin. Zaf kes hene navê wî bihîstine û çi zanyarî li ser jiyan û xebata wî nînin.
Hemzeyê Miksî(sernûserê kovara Jîn)
Hemzeyê Miksî li dawiya sedsala nozdan li serdemê şoreşên Botan û Şêx Ubeydulahê Şemzînan li Miksê ya Wanê ji dayik bûye. Xwandina xwe ji dibistanên Wanê dest pê kiriye û heya xwandina îlahiyat li Stenbolê domandiye, li ser malbata wî zanînên berçav nehatine xuya kirin.
Hemze li sala 1910ê zayînî çûye nava refên xebatkar û rewşenbîrên Kurd di rêxistinên wî serdemî yên ku li bajarê Stenbolê ava bûyin.
Mezintirîn xebata wî ya çandî û edebî xirve kirin û çap kirina Mem û Zîna Ehmedê Xanî li sala 1918 yê zayînî bûye û pêşgotinekî têr û fireh jê re nivîsandiye, emê di dawiyê da bijardeyek ji wê pêşgotinê ji hogirên çand û edebiyata Kurdî re pêşkêş bikin.
Hemze êk ji damezrênerê Civata Feqîyê Kurdan bû ku li sala 1912an hate damezrandin. Govara Jîn ku organa fermî ya wê rêxistinê bû, pitir ji 30 hijmaran lê derçû û ji hejmara yekem heya hejmara 20-an, Hemze berpirsê wê bûye. Her wisan êk ji damezrênerê Komela Pêşketina Kurdistanê bû. Komela navbirî “Şerîf Paşa” wek nûnerê gelê Kurd dişîne Konfiransa Parîsê û peymana Sêvirê imza diket ko mezintirîn hêviya gelê Kurd “Serxwebûn” ji soz û xalên wê peymanê bû ku eva han nîşana hişyarî û xebata siyasî ya Hemze û hevalên wî bû, li ser bextê Kurdan ev peymane mirî hate zanîn.
Piştî weşandina hijmara 20an a rojnama Jînê, Hemze tê girtin û wisan tê xoya kirin ku Hemze şehîd bûye, heta di rojnameya Jîn de seba şehîd bûna wî nûçeyên balkêş hene û Ebdurehîm Rehmî yê Hekarî wek pexşan û çîroknivîsê wê govarê de ko yekem şanoya Kurdî a “Memê Alan” di wê govarê da weşandiye, helbestek bi navê “şehîdê Kurdistan Hemze” di hejmar 36an de, a 17yê Gulana sala 1920-an weşandiye. Lê şehîd bûna wî rast der neket. Hemze li serhildana Şêx Seîdê Pîran carek din tê girtin, bi hêceta wê çendê ko di devera Mardînê gotiye: “Dema ku hemû miletên cîhanê heqê xwe bistînin, çima Kurd ji Pirensîpên Wîlson fêde nebînin.”
Bi wê axavtinê bi guneha “xiyanet bi welat re” hatiye girtin, ko ji gor govara Jîn a wî serdemî işkence kirine û şandine hepsxana Dîyarbekirê û cezayê sêdaredanê jê re dane. Li gor pêkolên Mihemmed Emîn Boz Erselan û Dr. Nuredîn Zaza li Surye cihwar dibe.
Hemzeyê Miksî bilî zimanê Kurdî, zimanê Turkî, Farsî û Erebî bi başî dizanî, li Eyndewerê bajarekî biçûk di nava Cizîrê di bin desthilata Feransewîyan û dewleta Suryê da ku bi destê Feransewîyan ji bo koçerên Kurd, Asorî, Ermenî û Kildaniyan hatibû ava kirin, cihwar dibe. Hemze di wî bajarî da ku gelek kes wek gund lê nêrîne dibe mamosta û rêveberê dibistanê, ji Kurdan kes zarokên xwe naşîne dibistanê, wek tê zanîn Hemze diçe ber deriyê wan û bi kurmancîya xwe ya Miksî, daxwaz û ricayê ji wan dike ko zarokên xwe bişînin dibistanê, heta bi Erebî jî be, gava ku dît fêde naket, rojekê cendirmeyekê tev xwe dibe ber derîyê xanîyan û ji wan re dibêje: “Heger hûn zarokên xwe neşînin dibistanê, dewlet dê ceza bide we.”
Di sala 1940an Feransewiyan û dewleta Suryê ji Eyandewerê paşda vekêşan û gundê Eyndewerê ji wê derê rakirin û birine ser tuxîbê Îraqê.
Bi wî terzî Hemzeyê Miksî bi heyamê 20 salan bûye mamostayê zarokên Kurd, Ereb, Sûryanî û Ermeniyan û zaf ji zarokên wê dibistanê gehiştine xwandina bala di bajarên mezin ê Suryê da.
Tê zanîn ku Hemzeyê Miksî tev Dr. Kamiran Bedirxan elfabeya latînî ji Kurdî ra danaye. Jina wî wek jina Êhsan Nurî Paşa Turk bû û heya dawiya jî
Mamosta, Hemze beg,
Rehberê fidakar
Pir kes ji xwe te kirine hişyar
Raze bi xweşî bes em sala
Peyman delême ev hevala
Roja welat bijî bibînim
Ev mujde bi xwe bo te bînim
yana wî tevî kul û derdên wî ra ma.
Li ser roja wexera wî gotinên cor bi cor hene, hinek kes dibêjin sala 1958-an û hinek kes sala 1965-an roja wexer kirna wî dihijmêrin.
Hemzeyê Miksî piştî jînekî bi kul û keser tev xebat û têkoşîn bo rizgariya welatê bab û kalan, bi destê evîndarên çand û edebiyata Kurdî di nava axa bab û kalan de di gundê Dugerê devera Cizîrê nêzîkê bajarê Tirbe Sipiyê teslîm axê hate kirin.
Li ser kêla wî helbesta xwarê hatiye nivîsîn:
***
Hilbijartiyek ji “dîbace”ya Mem û Zîna Ehmedê Xanî bi nivîsîna Hemzeyê Miksî.
Hemzeyê Miksî di destpêkê da wiha nivîsandiye: “Ji bo her qewm û miletekî edebiyat û asarê edebî wek xîmê qewîne, ji bo serayêt alî miletê xwe ê edebiyat çi qedr bikevite serayê selteneta wî yê maddî bi herifit dîsa bi himetekî tête temîr kirin.”
Hemze rizgariya gelên din ên kû pêştir bindest bûn, wek nimûne aniye: “. . . bingehê li vî heqîqetî her qewm û miletê kû arezûya mewcudiyet û selteneta xwe ya millî bikin, hewceye ewelê emir ve ihtimadekî qewî bidene edebyat û asarê xwe yê edebî.
Ev heqîqeta han di pêşiya çar esran da Hezretê Ehmedê Xanî derk kiriye û ji bo wê xebitiye. Dibêjît: “Min lîsanê Kurdî anîye nizam û intizamê:
Da xelq nebêjin ku Ekrad
Bê merîfetin, bê esl û binyad
Xasma di wî esrî da di alema medeniyetê da hucet û beratên miletan lîsan û edebiyata wan e, miletê bê hucet, bê berat dewa wî nayête se kirin, kes guhê xwe nadetê meger meelom bibe . . . . “
Her wisan li ser dîroka vehandina Mem û Zîn û jîna Ehmedê Xanî û bandora wî li ser xelkê Kurdistanê bi giştî, wiha nivîsandiye: ” . . . di (1061) ê da hatiye dunyayê.
Lewra ku dema ji xeyb fek bû
Tarîx hizar û şêst û yek bû
Tarîxa nivîsîna Mem û Zînê (1105)e, merhumê mexfor piştî nivîsîna weladeta xwe axirê (Mem û Zîn)ê da wihe dibêjît: Îsal gehişte çil û çaran wî pêşrewê gunahkaran. Sed heyf ku rêkevta wefata wî meelom niye, medfena wî li Bayezîdê ye ziyaretgeha Kurdan e, çend eser nivîsîne, hemî Kurdî ne (nûbihara biçûkan) eserekî xayet nivîsîye di (1094) da, dibêjit min ev eser nivîsîye:
Ne ji bo sahib rewacan
Belkî ji bo biçûkên kurmancan.
Tarîxa heyata wî ger çi “mutezimen” ne meelome, ema ji asarê wî tête zanîn kû Ehmedê Xanî wek Firdosî ji bo miliyeta xwe xebitiye, temamê mevcudiyeta xwe di wê rê da serf kiriye, asarê Ehmedê Xanî di Kurdistanê xayet mueteberin, her kesek bi ihtiram navê wî zikir diket.
Feqet dereca tesîrê da negihaye Firdosî, çunke Firdosî bi qelema xwe Îran hejand, Ehmedê Xanî nehêla ku Kurdistan temam bimirît ji mewta muebed xilas kir. Ema temam ehya nekir, çunke zemanê Firdosî ji bo fikra wî musaid bû, zemanê Ehmedê Xanî xayet bere bad û çetin bû, dewleta Osmanî digel hikûmeta Îranê muttefîqen Kurdistan di navbera xwe da teqsîm kiribûn, dest û pîyê wan wisan girêdabûn kû ne dikarîn xwe bihejînin, çinku made bi her terefan da çawan esker soq li ser wan dikirin bi cûrên hîle ixtilaf û şiqaq êxistibûne nav Kurdan.”
Hemzeyê Miksî derbarê egîdiya xortên Kurdan û zimanê Kurdî û di dawiyê da gazindan ji xortên welat dike û ji xwedê daxwaza serketina wan diket: “Hezretê Ehmedê Xanî xayet muteesîr bûye, himeta wî hatiye . . . bi wî terzî kiriye hewar.
Ez mame di hikmeta xudê da
Kurmanc di dewleta dinê da
Aya bi çi wech mane mehrûm
Bilcumle ji bo çi bûne mehkom
Temaşa Kurdistanê û Kurdan kiriye, şucaet û xiret û hîmeta di Kurdan da dîtiye, di miletekî dî da nedîtiye, dest bisîna a Kurdan kiriye.
Her mîrekê wan bi bezlê Hatem
Her mîrekê wan bi rezmê Rostem
Bi fikir ji Ereb hetawe Gurcan
Kurmanciye bûye şibhê Burcan . . .
Ji ber wî qasî lîsana Kurdî lîsana resmî nebûye, rewac nekiriye ax û keser ji dil aniye.
Ger dê hebûye me jî xudanek
Elî keremek letîfe danek
Min dê elemê kelamê mewzun
Alî bikara li bûnê gerdun
Nînin ji qumaş ra xerîdar.
Birastî bazara xortê me jî wek bazara Ehmedê Xanî kesad e, çi qedir izhara himîqî diken . . . Xilas nabin ji kola welat ji wir selamet namînin, ya reb tu wan mehfoz bidêr û muwefeq bike.”
qedrican@yahoo. com
Jêder:
1-Govara Rojnamewanî jimar 6 -7
2-Mem û Zîna Ehmedê Xanî, şirove kirin û vekolîna Emînê Usman
3-Govara Jîn, xirve kirin û çap kirina Mihemmed Emîn Boz Erselan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder