Geçtiğimiz günlerde bazı Kürt internet sitelerinde sayın Yusuf Ziya Döğer tarafından kaleme alınan “Kürd Ulusal Mücadelesinde Şuşar Toplantısı (Şex Said Kıyamına Etkisi) başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazar, yazının Kasım Fırat’la yapılmış bir söyleyişi bilgilerinden oluştuğunu belirtmekte. Ayrıca yazar, Kasım Fırat’ın anlatımlarına dayanan yazıda ki pespayeliğinin farkında olacak ki dip notta, özür diliyor; ancak özür, tarihe karşı yapılmış olan tahrifatı ve çarpıklığı ortadan kaldırmıyor. Bu nedenle Yusuf Bey gibi arkadaşlara tarihsel süreci irdeleyen çalışmalarda, varsa kendi araştırmalarınızı ortaya koymalarını öneririm.
Yazıya gelince; İfade edilen hususlara dayanak oluşturan sözlü veya yazılı belge söz konusu değil. Kürdistan tarihinin oldukça kritik dönemine atfen yazılmış olmasına rağmen, tarih metodolojisinin olmasa olmaz kuralları yerle bir ediliyor. Yer, zaman ve belge olmaksızın hayali toplantılar, hayal mahsulü kahramanlar ve en önemlisi de Kürdistan tarihinin yüz akı olan liderlerine kara çalma gayretleri had safhada. Bu tutum yeni değil şüphesiz. Daha önce “vazifelendirilmiş” kalemlerle yapılırdı. Bundan sonrada Kasım Fırat ve benzerleri olacak. Fırsat buldukça kin ve zehirlerini akıtmaya devam edecekler. Her zaman ki gibi sahada değil, “kaçak” güreşerek yapacaklar. Hayatları boyunca Kürt mahallesine adım atmamış, Türk siyasal sisteminin bütün kulvarlarında boy göstermiş ve bütün sermayeleri “dedelerini” pazarlamaktan ibaret olan siyaset bezirgânlarından başka ne beklenebilir?
Dün, Şeyh Said Efendi’den dolayı Kürt halkının gösterdiği ilgiyi ve teveccühü “hovardaca” harcayan bu zatlarda bir korku ve telaştır gidiyor. Korkunun ecele faydasının olmadığını biliyoruz. Eninde sonunda, Kürtlerin başına çorabın örüldüğü 1920-25 süreci bütün çıplaklığı ile aydınlanacaktır. Sizler ve sizin gibiler oturun-kalkın Türkiye Cumhuriyeti devletine dua edin. Devlet dönemin arşivlerini açmıyor, açmaya yanaşmıyor. Özellikle Azadi dosyasını ve Bitlis Harp Divanı tutanaklarını kapalı tutmaya devam ediyor. Ama dünya Türk devletinin arvişlerinden ibaret değil. Unutmayın sürece müdahil olan, Ortadoğu’yu dizayn eden İngilizlerin, Fransızların, Almanların ve Rusların devasa arşivleri var. Söz konusu arvişler de yer alan Kürdistan dosyaları incelenmekte, bilgiler bir bir gün ışığına çıkmaktadır.
Sayın Yuısuf Ziya Döğer’in yazısından üç paragrafı aşağıya aktarmak istiyorum. Zaten yazının geri kalan kısmı detaylardan ibaret.
“Seyid Abdulkadir o dönemde Kürd Teali Cemiyetinin başkanlığını yürütmektedir. Görüşmenin içeriğine bakıldığında Seyid Abdulkadir’in hücre yapılanmasına dayanan Azadi örgütünün içinde yer aldığı görülmektedir. Doğrusu örgütün önemli bilinmezleri hala sırını korumaktadır. Her bölge kendi başına örgütlenme gerçekleştirmekteydi. Örgütün başında kimin olduğu tam olarak anlaşılmamakla birlikte, görüşmede varılan mutabakata dayanırsak Seyid Abdulkadir’in başkan olduğuna yönelik ihtimaller kuvvetlidir.”
“1924’te gerçekleşen Beytüşşebap Ayaklanmasıyla ilişkilendirilen Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Beg Ekim 1924 yılında tutuklanarak Bitlis cezaevine gönderilir. Hemen Peşinden Cıbranlı Xalit Beg Erzurum’da tutuklanarak oda Bitlis cezaevine gönderilir. Bundan önce Şex Said Xait Beg’e yapılanlara bakılırsa bize başkaldırı yolu gözüküyor. Bunun için Erzurum’u bırakarak halkın içine dönmesini ister. Ancak Xalit Beg Mustafa Kemal ile Kürtlerin hakları konusunda anlaştığını ve beklemesi gerektiğini ileri sürer. Bu nedenle Erzurum’dan ayrılma isteğini kabul etmez.”
“1924 Anayasasının Türklük temeli üzerine oturması, Şex Said, Xalit Bege Cibran, Yusuf Ziya Beg ve Hacı Musa’ye Motkan ve Kürtlerin ileri gelenlerinin katıldığı bir toplantı yapılarak fikir teatisinde bulunulur. Toplantıda yeni kurulan devletin ve meclisin Kürdlere uygun olmadığı kararına varılır. Bu nedenle Kürd halkının bilinçlendirilmesi için saha da çalışmaların yapılması kararlaştırılır. Bunun için de lazım gelen ekonomik desteğin Şex Said ailesi tarafından üstlendiği sonraki gelişmelerden anlaşılmaktadır.”
Paraflarda anlatılanlar kendi içerisinde bir uyuma sahip değil. Birbiriyle çelişik ve birbirini tamamlamayan bir yığın cümlenin eklektik olarak yan yana getirilmesinden oluşmaktadır. Amacım, yazının kendi içindeki tutarsızlıkları sergilemek değil; ancak bu tutarsızlıklar anlatanın ruh halini ve niyetini ortaya koymaktadır.
Yazının ana teması şudur:
1-1920’de Erzurum’da kurulan Kürdistan İstiklal Komitesi(Azadi) süreci inkar edilmekte,
2- Cibranlı Halit ve Azadi kadrolarının (Yusuf Ziya Bey, Mela Abdurrahman, Dr. Fuat, İhsan Nuri Paşa, Kerem Bey, Hasenanlı Halit Bey ve bunlar gibi yüzlerce şahsiyetin) oynadıkları tarihsel rol, bilgi kirliliği yaratılarak örtbas edilmeye çalışılmakta,
3-Şeyh Said Efendi’nin konumu ve rolü olağanüstü abartılmakta, 1925 neredeyse bir aile hikayesine evrilmeye çalışılmaktadır.
Bu noktada İngiliz Hava Kuvvetleri arşivinden çıkan Azadi’nin örgütsel şemasını(İngiliz Belgelerinde Kürdistan-İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Bağdat, 11 Kasım1924, FO371/10121 Belge No:4604)[1] ve Dr. A.Hawramani’nin Rus arvişinde yer alan Azadi ile ilgili belgelerin yer aldığı çalışmaları buraya aktarma imkânı yok. Sadece ilgilenenler açısından Dr. A.Hawramani’nin çalışması Sayın Aris Arda tarafından 30 bölüm halinde Newroz.com sitesinde yayınlanan belgelere ve diğer kaynaklara bakılabilir.
Sadece iki önemli şahsiyetin anlattıklarını çok kısa başlıklar halinde aktarmayı gerekli görüyorum. Bunlardan birincisi; Azadi’nin kurucularından Binbaşı İsmail Hakkı Şaweys’in “Kürdistan İstiklal Komitesi” adlı makalesinden bazı bölümleri,
İkincisi; Şeyh Said Efendi’nin Şark İstiklal Mahkemesinde verdiği ifadelerden, sürece nasıl katıldığını ve konumunu anlatan bölümleri yorumsuz aktarmayı daha doğru buluyorum. Zira bugüne kadar Şeyh Said Efendi’nin mahkemedeki ifadelerinin çarpıtıldığına dair hiçbir belge ortaya konmamıştır. Aksine 1925 sürecine katılan ve hayata kalanların neredeyse tamamı bu ifadelerde anlatıların doğruluğuna işaret etmişlerdir.
Binbaşı İsmail Heqi Şaweys, Kürdistan İstiklal Komitesi adlı makalesinde Azadi’nin kuruluşunu şöyle anlatır:
“Komiteya İstiklala Kurdistanê li hemu deverên Kurdistana Tirkiyê bi awayeki nihêni hate demezrandin. Xalid Begi li ser mebestên komiteyê bi Simko u Cemilpaşazadeyên Diyarbekir u Şêx Ebdilqadirê Şemzinan re li hev kiribu. Di sala 1921ê de li Erzurumê navenda Komiteya İstiklala Kurdistanê hate danin ku 24 qehremanan tê de cih digirt.
Gelê Kurd ji ber van metirsiyan bi hemu rexistinin xwe ve li bin alaya komeleya Komiteya İstiklala Kurdistanê kom bun. Di bin serokatiya Xalid Begê Cibri de hemu tevgerên kurdayetiyê xwe organize kirin u bi hengameyeke mezin xwe bi peş ve birin.
Li ser vê veguherina Peymana Sewrê bi Peymana Lozanê re şoreşa Xaid Begê Cibri din bin serkirdayetiya Komiteya İstiklala Kurdistanê de rabu piyan.
Di encamê de Komiteya İstiklala Kurdistanê ku bi serokatiya Xalid Begê Cibri hatibu danin, di sala 1924an de li navenda Bidlis u Wanê dest bi amadekariya şoreşê kirin. Xalid Begê Cibri bi Yusuf Ziya Beg re, k udi nav cergê xebatê de bun, ji aliyê kemalistan ve hatin gulebarankirin u bi vi awayi ew ji bi giyanê i pak u bi qehremaniya xwe çun nav rêza karwanên şehidên nemir ên Kurdistanê. Lêbelê, pişti girtin u kuştina van her du serokên gelê Kurd Şex Seidê Piran dewsa wi girt.”[2]
[1] İsmail Heqi Şaweys, Jiyan u Berhemkani, Çapxaneyi Wezareti Perwerde, Hewler, 2003
Not: “Kurdistan İstiklal Komitesi” adlı makale yukarıda adı geçen, İsmail Heqi Saweys’in kitabından Roşan Lezgin tarafından Sorani lehçesinden çevrilmiştir.
Not: İsmail Heqi Saweys, asıl adı İsmail Hakkı ibn Muhammed Ali, Musul Kürtlerindendir. Askeri okulu İstanbul’da okuduktan sonra Osmanlı ordusunda subaydır. 1919’da Süleymaniye bölgesinde çalışmalar yaparken, İngilizler tarafından tutuklanır ve Hindistan’a gönderilir. İsmail Heqi , bir yolunu bularak gizli yollardan Türkiye’ye döner ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin kuruluşunda yer alır. 3’ü 4 Eylüle bağlayan gece İhsan Nuri ve diğer arkadaşlarıyla Beytüşşebap Ayaklanmasını tertipler. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Güney Kürdistan’a geçer ve yaşamını orada devam ettirir. 1972 yılında Süleymaniye’de vefat eder.
İsmail Heqi Saweys’in anlatımlarından, Kürdistan İstiklal Komitesi (Azadi)’nin 1921 yılında Erzurum Cibranlı Miralay Halit Bey’in başkanlığında kurulduğunu, illegal ve hücre sistemi ile çalıştığını; ancak Lozan Anlaşmasının imzalanmasıyla, bağımsız bir Kürdistan için kitlesel bir çalışmaya yöneldiğini, 1924 yılından itibaren ayaklanma hazırlıklarına başladığını ve 1925’in baharıyla ilgili planlama yapıldığını anlıyoruz.
Azadi, 1923 yılında kitlesel çalışmaya yöneldiğinde Kürdistan’daki birçok tanınmış şahsiyetle ilişkiye geçer. Bunlardan birisi de Şeyh Said Efendi’dir. Şeyh Said Efendi, kendisiyle ilişkinin kurulmasını Mahkemedeki ifadesinde şöyle anlatır:
“-Kürt Teali Cemiyetinden malumatınız olmadığını söylediniz. Bitlisli Yusuf Ziya Bey’le neler görüştünüz?
-Yusuf Ziya ‘yı tanırım bana gelmişti. Ramazan idi. Bitlisli Haydar Efendi Yusuf Ziya Bey’in Muşlu Reşit Bey’e ziyarete geldiğini bana söyledi. Kendisinden ders okumuştum. Tanıdım Yusuf Ziya’nın Bitlis mebusu olduğunu orada öğrendim. Bir saat kaldılar, çay içtiler ve kalktılar, gittiler.
-Yusuf Ziya size Kürt meselesinden bir şey söylemedi mi?
-Bir müddet sonra bahar eyyamı idi Hınıs’a gelmişti. Benim köyüme misafir geldi. Orada açtı bu meseleyi ve dedi ki: Bir Kürdistan hükümeti teşkil etmek üzereyiz… Bu muhaldir dedim. Fikrim bunu kabul etmiyordu. Sonra Erzurum’a gitti.
-Erzurum’da kime gidiyordu?
-Benden para istedi, dört yüz not istedi, paramı Ali Rıza’ya vermiştim ona veremedim. Borcumu ödemek için Erzurum’a gidiyorum dedi.
-Bu adam kimlerle iş görüyormuş size söylemiştir.
-Hayır… Ben onunda umudunu kestim. Kendi de kani oldu. Erzurum’dan avdetin de bir daha görmedim.
-Cibranlı Halit Bey’le bunun bir münasebeti var mı? Halit Bey’in tavsiyeleriyle gezmedi mi?
-Bilmiyorum. Mebusan Meclisi için gezdiği zaman Halit Bey’in tavsiyesi vardır dediler.”[3]
“-Cibranlı ve Hasenanlı Halit Beyler bir Kürdistan hükümeti kurmak istiyorlarmış ve her tarafa bu suretle haberler gönderiyorlarmış size bu hususta bir haber göndermediler mi?
-Haber göndermediler. Yalnız, Yusuf Ziya bu şeylerden bir nebze açtı, ben kapattım.”[4]
Şeyh Said Efendi’nin tutuklu kaldığı dönemde zaman zaman Mahkeme üyesi Ali Saip(Ursavaş)[5] ve Savcı Ahmet Süreyya(Örgeevren) tarafından ziyaret edilir. Söz konusu ziyaretler hem sorgunun gayri resmi devamıdır hem de yönlendirme amaçlıdır. Devlet, yürütülen davanın bir Kürdistan davasına dönüşmemesi azami gayreti ve ihtimamı göstermektedir. Bu görüşmeler sırasında Şeyh Said Efendi ile Savı Ahmet Süreyya(Örgeevren) arasında geçen konuşmaların bir kısmını aktarmak istiyorum.
“-Şeriat hükümlerinin hükümetimiz tarafından tatbik edilmesini temin etmek düşüncesi; benim başında yaşayan bir fikir ve arzu idi. Bunun icabında söylemekten de ihtiraz etmezdim. Fakat böyle olsun diye bir şey söylememişem.
-Nasıl olsun diye? Anlayamadım Şeyh Efendi.
-İşte bu isyan denilen vak’aya ait bir kavil ve karar olmamıştı.
-Maslup Yusuf Ziya ve Cibranlı Halit size kıyam için teklifte bulunmuşlar ve Bitlis’deki askere ait cephaneliği ele geçireceklerinden falan da bahsetmişler. Yusuf Ziya size de gelir, gidermiş. Muşlu Nuh Bey falan da böyle bir hareket taraftarı imişler. Siz bunlardan haberdar olduğunuzu da inkar etmemişsiniz ya…
-Onları fikri ve davası başka idi.
-Ne gibi dava?
-Kürdistan davası..Kürt hükümetini kurmak istediklerini Yusuf Ziya Bey ‘den duymuşem..
-Bu bahsi daha genişletip derinleştirmekten bir fayda umulmazdı. Şeyh Efendi kendinin apaçık meydanda olan ihtilal hareketlerinin Piran’a ziyaret seyahatinden önce tertip ve tasmin edilmiş olduğunu bile katiyen ve külliyen inkar ediyordu. Nerede kaldı ki Kürtlük davasında müşterek ve hemfikir olduğunu söylesin bana..”[6]
Şeyh Said Efendi’nin konuşmaları Savcıyı rahatsız eder. Savcı beklediği bu değildir. Ve hemen konuyu kapattır. Savcının yapmaya çalıştığı Şeyh Said Efendi’nin dini kimliği üzerinden, 1920’lerden beri sürdürülen, Azadi ile hayat bulan çalışmanın üstünü örtmek, kadrolarıyla beraber sürecin üstünü betonlamaktır. Bunun için özel çaba sarf edilir. Genelkurmay Başkanlığını 30 Nisan 1341(1925) tarih ve 1835/2270 tezkeresi, Bakanlar Kurulunun 03 Mayıs 1341(1925)toplantısında kabul edilir ve Kararname ile sürecin niteliği saptanır.
Şeyh Said Efendi’nin Azadi ile ilişkilerine gelince, Şeyh Said Efendi’nin anlatımlarından anlaşılacağı üzere; Yusuf Ziya Bey kendisini iki kez ziyaret eder. Ziyaretlerin ilki 1923 yılında diğeri ise 1924 yılının bahar aylarında gerçekleşir. Her ikisinde de kendisine aldıkları karar anlatılır ve kendisinin bu sürece katılması istenir. Şeyh Said Efendi’nin kendi ifadesine göre, her iki teklifi reddeder. Bundan sonraki son görüşme Erzurum’da Cibranlı Halit Bey’in evinde gerçekleşir. Bu görüşme baş başa bir görüşmedir ve muhtemelen Şeyh Said Efendi’ye sürece katılma teklifini Cibranlı Halit Bey kendisi yapar. Şeyh Said Efendi, söz konusu görüşmeyi, Mahkeme Başkanının sorusu üzerine kabul eder; ancak görüşmenin içeriğine dair bilgi istenmez!
Yukarıdaki anlatımlardan anlaşılacağı üzere Şeyh Said Efendi, teklif eden değil teklif edilendir. Azadi’nin lider kadrosuna karşı başlatılan operasyona kadar Şeyh Said Efendi’nin ne fikriyatta ne de fiiliyatı bir rolü yoktur. Devletin hedefinde Azadi’nin lider kadrosu vardır. Bolşeviklerin bölgeden gönderdikleri raporlarda; örgütün önemli kadrolarına karşı suikast eylemleri düzenlendiği bilgisi yer almaktadır. Bu husus bugüne değin neredeyse Kürt komu oyunun hiç gündeme bile gelmedi. 1924’ün sonbaharına gelindiğinde karşılıklı restleşme had safhaya ulaşır ve Beytüşşebap Ayaklanmasıyla operasyonlar başlar.
Operasyonlar birkaç noktada yoğunlaşır. Yusuf Ziya Bey’in ardından Halit Bey tutuklanır. Aynı dönemde Kerem Bey’le(Kereme Kolağası), Hasenan kuvvetleri(Hesananlı Halit Bey, Süleymané Ehmed Ağa, Ferzende Beg) üzerine askeri kuvvetler gönderilir. Kerem Bey, çatışmaya mahal vermemek için yer değiştirir. Türk askeri birliği, Hesanan kuvvetleri karşısında yetersiz kalır ve geri çekilir. Bir başka operasyon noktası Botan’dır. Azadi’nin Botan sorumlusu Mele Abdurrahman(Şırnaki) devlet tarafından ele geçirilir ve Bitlis’e getirilir. 24.12.1924 tarihinde Şeyh Said Efendi Hınıs’ta ifadeye çağrılır ve serbest bırakılır.
Şeyh Said Efendi’nin sürece dahil olması bu tarihten sonradır. Şeyh Said Efendi, sürece dahil olasını “Bu işin ne önündeyim ne arkasında, kendimi içinde buldum.” Diye ifade eder. Tutuklamalar ve operasyonlar heyecan ve panik yaratmıştır. Bu anlamda Şuşar, Kanireş, Melekan, Çan toplantıları iştişare toplantılarıdır ve ortaya çıkan eğilim baharın beklemesi ve durumun baharda yeniden değerlendirerek hareket edilmesidir.
Devletin izlediği strateji ise şudur: Örgütün lider kadrosunun ele geçirilmesinden sonra, muhtemel bir çatışmayı askeri ve siyasi bir stratejisinden yoksun bir ekiple vaktinden önce “patlatmaktır.” 27.12.1924 ile 13.02.1925 tarihleri arasındaki 45 günlük sürede vukuu gelen toplantı ve olayları “Azadi Örgütü-1925 Hareketi” adlı çalışmamda aktarmaya çalıştım. Bu hususları tekrar aktarmayı uygun görmüyorum.
Devletin çok az da olsa sızan belgelerinde çalışmaların merkezindeki kadrolar işaret edilmekte ve hareketin vaktinden önce patlak verdiği itiraf edilmektedir. Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Süreyya (Örgeevren) “Ayaklanma Nasıl Hazırlandı?” başlığı altında şunları yazmaktadır.
“Evet, şarkta, aylar ve yıllar boyunca devam edegelen hazırlıklanışlar belki tamamlanmamıştı. Fakat 1340(1924) yılının yaz aylarında, Muş ve Bitlis bölgesinde vukua gelen ve adına “Nasturi harekatı”[7] denen bir ayaklanma üzerine, Bitlis’te teşekkül eden “Bitlis Divan-ı Harbi Mahsusu”nun yaptığı soruşturma ve yargılamalarda, bazı Kürt reis ve beyleri hakkında verdiği kararlar, vatan ve cumhuriyet aleyhine vukua getirilmesi kararlaştırılan Kürt istiklal davasını gizliyen maskeyi düşürmüş bulunuyordu.”
Ahmet Süreyya, devletin acelesini olduğunu, Kürt hareketinin olgunlaşmadan devletin harekete geçtiğinin altını çiziyor ve şöyle devam ediyor:
“Fırsat bu fırsattı. Sonra bir mecburiyet de hasıl olmuştu. Çünkü: “Bitlis Divanı Harbi Mahsusu” öteden beri- Şark vilayetlerinin mühim bir kısmında-için için işlenip beslenmekte olan Kürt milliyetçiliği hazırlıklarını ve tertibatını örten perdeyi yırtmış bulunuyordu. Daha geç kalınmakta bir fayda yoktu, zarar olabilirdi.”[8]
Hareketin 13 Şubat 1925 tarihinde Piran’da “patlak” vermesi üzerine Meclisin 25 Şubat 1925 tarihinde ki oturumunda; 23 Şubat 1341 tarih ve 6/908 nolu tezkerenin görüşmelerinde; Başvekil Ali Fethi Bey; “Hiyaneti vataniyeyi işaret eden bu harekatın, dahilinde bulunan müşevvikleri hakkında elde ettiğimiz delail ve emarat üzerine bazı zevat Bitlis Divanı Harbinde muhakemeleri icra olunmak üzere tevkif edilmişlerdir. Ancak bu, umumiyet içinde fiiliyat Piran’da vakitsizce infilak ettiği için, kuvvetsiz bulunan Piran, Lice ve Genç muhiti havzasına mahsur kalmışlardır.”[9] Der.
Sonuç itibariyle; bütün kaynaklar( devletin kaynakları dahil ) yıllardan beri Kürt ulusal talepleri etrafında bir örgütlenme çalışması yürütüldüğünü, amacın Kürt istiklali olduğunu, söz konusu örgütlenmenin kitlesel bir ayaklamaya hazırlandığını, bu hazırlığın merkezinde yer alanların önemli oranda ele geçirilip, Bitlis Harp Divanına gönderildiklerini; hareketin olgunlaşmadan bertaraf edilmesi gerektiğini, Piran vakasının vaktinden önce gerçekleştiğinde birleşmektedirler. Tam da bu noktada; Halit Bey, 1924 sonbaharın da yaptığı bir dizi ikili görüşmede(Bu görüşmelerde Said-i Nursi[10] ve Şeyh Said Efendi’de vardır) şu hususa özellikle dikkat çeker.
“Devletin provokatif bir tutum içinde olduğunu, muhtemel bir çatışmayı 1924 sonu ile 1925 başında kış aylarında yapmak istediğini, bizlerinde muhtemel tahriklere karşı sakin olmamız gerektiğini, kendisinin Erzurum’da çıkmasının, devlete bu imkanı vereceğini, kış ortasındaki bir genel ayaklanmadan Kürtlerin sonuç almasının mümkün olmadığını” Görüştükleriyle paylaşır. Bu nedenle Erzurum’dan çıkmama, vaktinden önce muhtemel bir devlet provokasyonuna engel olmak içindir. Halit Bey, tutuklandıktan sonra da Bitlis cezaevinden bu hususa dair mesajlarını, görüşebildiği(Emir eri Hemidé Mamaşi) vasıtasıyla Kürt ileri gelenlerine iletmiştir. Durum bu kadar açıkken Kasım Fırat ve gibileri kime ve neye hizmet ediyor! Açık olan bir husus varsa oda Kürdistan ulusal mücadelesine hizmet etmedikleridir. Siyasal olarak nerede durdukları, hangi ideolojik argümanları kullandıkları ya da kimlerle neyi pazarlılarını yaptıkları kendi sorunlarıdır; ancak şahsi, ailevi yada grupsal opsiyonlara göre tarihi yorumlaya kalmak, manipule etmek veya içeriğini boşaltmaya kalkmak hiç kimsenin hakkı ve haddi olmamalıdır.
Azadi Örgütü gibi yüz yıl öncesinin koşullarında, Kürdistan ulusal talepleriyle ortaya çıkmış, bugüne ışık tutabilecek niteliğe sahip, modernist bir örgütlenmeyle; Kürdistan tüm toplusal kesimlerini bir araya getirmeyi başara bilmiş bir yapıyı, bugünün ve yarının kuşaklarına aktarma gibi bir görev omuzlarımızda dururken, gerekçe ne olursa olsun dejenere etmeye kalkmak ya da alet olmak vebali oldukça ağırdır. Siyasi partiler, siyasi hareketler, siyasi şahsiyetler Kürdistani olma gibi idea sahibi iseler Şeyh Ubeydullah’tan Mela Mustafa Barzani’ye kadar Kürdistan tarihini kucaklamalı, iki yüz Kürdistan ulusal mücadelesinin mirasçısı olarak görmeli ve mevcut olan siyasi hareketlerle farkını bu temelde ortaya koymalıdır. Saygılarımla. 15.09.2014
[1] Ahmet Mesut, İngiliz Belgelerinde Kürdistan 1918-1958, Doz Yayınları, Mayıs-1992, İstanbul, S:143-153
[2] İsmail Heqi Şaweys, Jiyan u Berhemkani, Çapxaneyi Wezareti Perwerde, Hewler, 2003
Not: “Kurdistan İstiklal Komitesi” adlı makale yukarıda adı geçen, İsmail Heqi Saweys’in kitabından Roşan Lezgin tarafından Sorani lehçesinden çevrilmiştir.
Not: İsmail Heqi Saweys, asıl adı İsmail Hakkı ibn Muhammed Ali, Musul Kürtlerindendir. Askeri okulu İstanbul’da okuduktan sonra Osmanlı ordusunda subaydır. 1919’da Süleymaniye bölgesinde çalışmalar yaparken, İngilizler tarafından tutuklanır ve Hindistan’a gönderilir. İsmail Heqi , bir yolunu bularak gizli yollardan Türkiye’ye döner ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin kuruluşunda yer alır. 3’ü 4 Eylüle bağlayan gece İhsan Nuri ve diğer arkadaşlarıyla Beytüşşebap Ayaklanmasını tertipler. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Güney Kürdistan’a geçer ve yaşamını orada devam ettirir. 1972 yılında Süleymaniye’de vefat eder.
[3] Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, Temel Yayınları,İstanbul, 2002 s:201
[4] Age, s:207
[5] Ali Saip (Ursavaş) Şark İstiklal Mahkemesi asker kökenli üç üyesinden biridir. Mahkeme üyeliğinin ötesinde özel görevlendirilen şahıslardan biri. Aslen Urfalı, Rewanduz’da görevlendirilen Özdemir Paşa gibi özel harpçi. Ali Saip, Fransızların Antep-Urfa bölgelerine girdiklerinde Kürtleri Fransızlara karşı ayaklandırmakla görevlendirilmiş ve görevini “laikiyle” yerine getirmiştir.
[6] Age, s:16
[7] Not: Siz konusu olan Beytüşşebap Ayaklanmasıdır. 1924 yaz aylarında Hakkari bölgesinde Nasturi Ayaklaması başlar. Devlet, çoğunluğu Kürtlerden teşekkül eden ve Azadi’nin örgütlü olduğu, içlerinde Yüzbaşı İhsan Nuri(Paşa), Yüzbaşı İsmail Heqi(Şaweys), Teğmen Ali Rıza(Yusuf Ziya Bey’in kardeşi) Ahmet Rasim, Ali Zeki, Tevfik Efendi gibi bir çok Azadi önemli kadrolarının bulunduğu 7. Kolordu, 2.Tümene bağlı, 18. Piyade Alayını Nasturilerin üzerine gönderilmek istendi. Azadi Merkez Komitesi, bu duruma mahal vermemek için Şırnak- Beytüşşebap Bölgesinde ayaklanma kararı alır.
[8] Age, 37-38
[9] TBMM Tutanak Dergisi, Ek-7-1925 Ceridesi, s:288
[10] Not: Said-i Nursi-Cibranlı Halit Bey görüşmesi, Çapakçur Mebusu Hamdi Bey tarafından 24 Eylül 1924 tarihli şifreli telgrafıyla İçişleri Bakanlığına ihbar edilir. Kaynak: Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925, Tekin Yayınevi, 1991, II.Baskı, Ankara, s.66
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder