30 Temmuz 2016 Cumartesi

Tarihi Doğru Okumak ve 1925 Üzerine – Nişancı Romanı Üzerine


Resmi tarihten, resmi edebiyata kadar uzanan yazın dünyasının tümü, devletin siyasal-ideolojik tespitleri esas alınarak dizayn edilmiştir. Bu ideolojik hegemonyadan Türk romanı da nasibini almıştır. 1925’ten 1938’ e kadar Kürdistan’da cereyan eden olaylar hiçbir şekilde yansıtılmadı. İsmi konmadı. Bu dönemin olayları; Kürtlerin ismi kullanılmadan, Kürtleri “aşağılamanın” alanı haline getirildi.

Bu yanıyla “Nişancı” önemli bir çalışma. Çalışmanın üzerine oturduğu zemin yeterince berrak değil. 1925 Hareketinin fotoğrafını ortaya koyacak, detaylı bir araştırma ortada yok. “Nişancı” böylesi bir araştırma eksiğinin çelişkilerini taşıyor. Roman kendi türünde yeni ve farklı bir çalışma. Bu nedenle ilgi uyandırdığı söylene bilir. Ayrıntılara inildikçe, anlatılan birçok olayın belgelendirilmemiş ifadelere dayandığı açık. Hani çok sık kullanılan bir tabir vardır ya “şeytan ayrıntılarda gizlidir”.

nisanciTarihi Doğru Okumak makalesinin ikincisini şöyle tamamlamıştık. Önemli olan “haksızlığa ve yalan dünyasına karşı çıkarken” haksızlık yapmamaktır. Romanı, roman tekniği açısından değerlendirmem olanaklı değil. Bu ayrı bir bilgi ve birikim ister. Benim böyle bir meziyetim yoktur. Ancak bildiğim kadarıyla tarihsel romanlarda iki hususa dikkat edilir. Birincisi, temel kurgunun doğru olmasıdır. İkincisi, romanda geçen tarihsel kişiliklerin olduğu gibi yansıtılmasına dikkat edilmelidir. Yazar sanal kahramanlara istediği rolü yükleyebilir. Buna söylenecek söz yoktur. İş gerçek kahramanlara gelince gerçeği yansıtmak durumundadır. Örneğin; Varto Cephesi Komutanı Şeyh Abdullah’ın, Binbaşı Kasım’la “işbirliği yaptığı” ve “hain” olduğunu çok rahatlıkla telaffuz etmesi dikkat çekicidir. Acaba yazarın dayandığı bilgi ve belgeler nelerdir? Yazarın yazdıkları titiz bir araştırmaya dayanıyor mu? Çok kısıtlı olan ve hareketin karakterini yansıtmaktan uzak olan yazılı eserler titizlikle incelenebildi mi? Harekette ön plana çıkmış şahsiyetlerin ailelerinden bugün yaşayan, muhtemelen bilgi sahibi fertlerine ne kadarına gidilebilmiştir? Bu tür soruları uzatmak mümkündür.

Yazar, birden fazla şahsiyet hakkında neye dayandırdığı belli olmayan yargılar belirtiyor. Kürt halkı için bedelini darağacında ödemiş birçok şahsiyet için  rahatlıkla  “hain” kavramını kullanabiliyor. Sonuçta anlatılan bir tarihtir. Tarih yazarlığı gibi, tarihsel romanlarda, çoğu kişisel ve ailesel hesaplarla piyasa sürülmüş olan söylentilerin ötesinde, titiz bir çalışmanın üzerinde inşa edilmelidir.

Romanın tamamına Binbaşı Kasım hakim. Sanki devlet bütün hesap ve planlarını Binbaşı Kasım üzerinden yürütmüş havasını veriyor.”Her taşın altında” Binbaşı Kasım çıkıyor. Burada yanlış anlamalara ve söylediklerimizin başka alanlara çekilmemesi için şunu hemen belirtelim. Binbaşı Kasım’ın hareketi, rolü  “tartışmasız” bellidir. Devletle işbirliği yapmıştır. Bu nedenle az yada çok rol oynaması günahlarını azaltmaz. Peki yanlış olan nedir? Devlet bütün hesaplarını Binbaşı Kasım Üzerinden yürütmedi. Binbaşı Kasım gibilerini gerektiği yerde, gerektiği kadar kullandı. Bunun kadar önemli olan bir olgu da var. 1925 Hareketinde liderlik yapanların zaaflarını da kullandı.

1925 Hareketinin “bertaraf” edilmesi ayrıntılı bir planlamadır. Mustafa Kemal’in Elcezire Komutanı Nihat Paşa’ya gönderdiği talimata belirttiği hususlar; “ Kürtlerin yabancılarla uyuşmasını engellemek”,”Kürt liderlerine mülki ve askeri görevler vermek, bize bağlılıklarını güçlendirmek” harfiyen uygulandı.

Yazarın da belirttiği gibi, 1925 Hareketinin gerisindeki güç Azadi Örgütü. Kemalistlerin hedef tahtasında Azadi kadroları geliyor. Bu “bertaraf etme” planı 1924 Eylül’ünde patlak veren Beytüşşebap Ayaklanmasından sonra başlıyor. Azadi tarafından organize ettiği anlaşılan ayaklanmanın başarısız olması üzerine Kemalistler operasyona geçiyorlar. Örgütün lideri ve önemli kadroları tutuklanarak Bitlis cezaevine konuyor. Bu noktada şu soru sorulabilir? Bitlis tesadüfen mi seçildi. Hareket öncesi ve sonrası gelişmeler izlendiğinde tesadüfen seçilmediği ortaya çıkıyor. Bitlis ve çevresinde harekete katılım olmuyor. Bundan da anlaşılacağı üzere devlet Bitlis ve çevresini sağlama almıştır. Oysa Bitlis’in kuzeyini ve batısına hakim iki aşiretin liderleri Azadi üyesidirler. Azadi lideri Erzurum’da tutuklandıktan sonra, Patnos üzeri Bitlis’e götürülmüştür.

Patnos ve çevresine hakim olan Haydaran Aşireti Reisi Kör Hüseyin Paşa, Bitlis batısında hakim olan Xoyti Aşireti Reisi Hacı Musa Bey’dir. Hacı Musa Bey kısa bir süre Bitlis’te tutuklandıktan sonra serbest bırakılıyor.

Azadi liderinin Cıbran veya Hasenan aşiretleri mıntıkasından değilde, Haydaran Aşireti mıntıkasından götürülmesi tesadüf müydü?

Xoyti Aşireti Reisi Hacı Musa Bey’in tutuklanmasından kısa süre sonra serbest bırakılması belli pazarlıkların sonucu muydu?

Bütün bu soruların yanıtlanması gerekiyor. Ancak Kör Hüseyin Paşa ve Hacı Musa Bey, hareket sırasındaki duruşları pozitif değildir. Harekete katılmadılar, harekete katılanlara dostça davranmadılar.

Azadi’nin önemli kadrolarının tutuklanmasından sonra, Kemalistlerin ikinci hamlesi, hareketin vaktinden önce patlak vermesini sağlamak. Yazar da aynı kanıyı taşıyor. Dolaysıyla Piran olayı provakasyondur. Provakasyonun mimarının Şeyh Abdurrahim olduğu açıktır. Şeyh Abdurrahim, “tez canlılığı” ile tanınan biri. Devlet bu zaafını iyi kullanıyor. Devlet, hareketi kendisi için en uygun zaman ve zeminde başlatıyor.

Kürtlerin toparlanmasına fırsat vermeden ve Azadi’nin nispeten az örgütlü olduğu güney illerinden başlatıyor. Doğa koşularının en çetin mevsimi, kış ayları seçiliyor. Her üç olgu yan yana getirildiğinde, “bertaraf”  operasyonunun  iyi planlandığı anlaşılmaktadır.

Azadi, ayaklanma için bir tarih belirledi mi? Çeşitli kaynaklarda değişik tarihler telaffuz ediliyor. Bunlardan hangisini doğru olduğunu kestirmek güçtür. Ancak kesin olan 1925 Mart ayından önce böyle bir kararın olmadığıdır. Bunu gösteren birçok ip ucu mevcuttur.

1924 Beytüşşebap Ayaklanmasının başarısızlığa uğramasından sonra Kemalistler düğmeye bastılar. Azadi’nin önemli kadrolarından Yusuf Ziya Bey 10 Ekim 1924 tarihinde Erzurum’da tutuklanarak, Bitlis Cezaevine gönderildi. Azadi Lideri Cıbranlı Halit Bey ablukaya alındı. Etrafındaki çember daraltıldı. Kendisine mevki ve makamlar teklif edilerek, bu işten vazgeçmesi istendi. Bu da başarılmayınca tehdit edildi. Ev hapsine alındı.

Yusuf Ziya Bey’le Halit Bey’in tutuklanmaları arasında yaklaşık iki ayı aşkın bir süre var. Devlet iki aylık bir süre neden bekledi? Anlatılanlara bakılırsa, birbirine bağlı iki ihtimal güç kazanmaktadır. Birincisi, çeşitli araçlar kullanarak Halit Bey’i teslim olmaya zorlamak. İkincisi, birincisi başarılı olmasa, tahrik ederek hareketin zamansız başlamasını sağlamak.

Devletin birinci hamlesi başarılı olmamıştır. Sıra ikinci hamlededir. Mustafa Kemal’in 1924 sonbaharında Erzurum’a yaptığı gezi sırasında Halit Bey’le aralarında sert tartışmalar geçer. Halit Bey, Mustafa Kemal’in bulunduğu yemeğe davet edilir. Önceleri gitmek istemez. Israr edilince yanında yaveri Binbaşı Reşit Bey’i de alarak gider. Reşit Bey’e yemek salonuna girmesini söyler. Anlaşılan Reşit Bey’in konuşulanlara tanık olmasını istemektedir. Sert tartışmalar olur. Halit Bey yemek yemeden ayrılır. Akabinde kendisine aracı olarak gönderilen Muş Mebusu İlyas Sami tarafından hem mevki ve makam teklif edilir hem de tehdit edilir. Halit Bey, kendisine yönelen tehlikenin farkındadır. Arkadaşlarının, aşiretinin ve Şeyh Said’in ısrarlarına rağmen, Erzurum’u terk etmeyi kabul etmez. Halit Bey’e göre Erzurum’dan çıkıp, kendi aşireti içerisine çekilmesi; “Devletin kendisinin üzerine yürümesinin vesilesi olacaktır”. Bu da  hareketin zamansız başlaması demektir. Hareketin başlaması için yeterli örgütlülük sağlanamamıştır ve mevsimsel koşular uygun değildir.

Halit Bey’in 20 Aralık 1924’te Erzurum’da tutuklanıp, Bitlis’e gönderilmesinden sonra ilişki kuran tek kişi özel hizmetini yapan Hamit(Hemide Mamaşi)’tir. Halit Bey, Hamit vasıtasıyla; “herkesin soğukkanlı olması, paniğe gerek olmadığı, çalışmalara devam edilmesi ve acele edilmemesi” uyarısında bulunur. Ayrıca Halit Bey; “ dışarıda işlerin düzgün gitmesi halinde, kendisinin imha edilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle kafaların şimdilik kendisinin kurtarılması konusuna yoğunlaştırılmamasını” ister. Bu uyarılar Hamit aracılığı ile kardeşleri Ahmet ve Selim Beylere iletilir.

Bunlardan çıkarılacak sonuç şudur: Halit Bey, hem tutuklanmadan önce hem de tutuklandıktan sonra  devletin “niyetinin” farkındadır. Bu nedenle erken başlayacak bir hareketin, Kürtler için bir felaketle sonuçlanabileceğini tahmin etmekte ve bunu engellemeye çalışmaktadır.

Bu gelişmelerden sonra hareketlenmeler başlar. Şeyh Said’in Kırıkhan Köyü ile başlayan, Karlıova devam eden ve Çan’da son bulan toplantıları yapılır. Toplantılarla hazırlıkların hızlandırılması kararları alınmıştır. Bu amaçla Şeyh Said ve beraberindekiler güney ilerine gezi düzenleyecek, akabinde kuzeye dönülerek durum değerlendirilmesi yapıldıktan sonra, hareket uygun zamanda kuzeyden başlatılacaktır. Şeyh Said’in gezisi sırasında, Şeyh Abdurrahim’in “ısrarı” ile Piran’a uğramış, olay patlak vermiştir.

Yazara göre Şeyh Abdurrahim’in ısrarının altında Binbaşı Kasım vardır. Şimdiye kadar ulaşabildiğim yazılı veya sözlü kaynaklarda böyle bir bilgiye rastlamadım. Böyle bir olasılık olsa bile Binbaşı Kasım açısından fazlaca bir anlam ifade etmiyor. Ancak hareketin liderleri açısından çok şeyi ifade ediyor. Yazara göre Piran’daki tuzağın gerisinde Binbaşı Kasım var. Şeyh Abdurrahim, Binbaşı Kasım tarafından “kullanıldı”. Yazarın kendi tabiri ile Şeyh Abdurrahim, Binbaşı Kasım’a uyarak “düşüncesizlik” yapmıştır. Yazar devamında Binbaşı Kasım’ın Piran’da oynadığı rolün “ farkına varıldığını”, Şeyh Said ve Şeyh Abdurrahim arasındaki bir konuşmaya atfen söylemektedir.

Böyle bir ihtimal hareketin liderleri açısından çok şeyi ifade ettiğini belirtmiştik.

Kanımızca  yazarın bu kısımla ilgili olarak yazdıkları hayal mahsulüdür. Hiçbir bilgi ve belgeye dayanmamaktadır. Piran’da olaylar patlak verdiğinde Binbaşı Kasım hala mesafeli durmaktadır. Şeyh Said’in kuzeyde düzenlediği toplantılara katılmamıştır. Bu nedenle Şeyh Abdurrahim’le ilişki içinde de değildir. Binbaşı Kasım’ın hareketle ilişkisi Varto’nun alınması sırasında başlamıştır. Hazırlık döneminde Binbaşı Kasım, harekete karşıt tavrı söz  konusudur.

Doğal olarak aklımıza ilk gelecek soru şudur; Binbaşı Kasım Piran’da rol oynadıysa ve bunun “farkına varıldıysa” , Şeyh Said ve arkadaşlarının yakalandıkları son güne kadar, Binbaşı Kasım’la  beraberlikleri nasıl izah edilebilir?

Asıl sorun toplumsal dokumuzla ilgilidir. Toplumsal dinamikleri parçalanmış, gelişimini doğal mecrada sürdürememiş toplumların ortak yazgısıdır. “Orta hali” düşünebilmeyi pek beceremezler. Toplumsal olaylarda öne çıkan bireyleri ya “abartır” yada tabir yerindeyse “yerin dibine” batırırlar. Mantığında “kusursuz” yada “çok kusurlu” dediği iki fenomen mevcuttur. Biri diğerinin varlık sebebidir. “Çok kusurlu” bir kesim olmasa, “kusursuz” olarak tanımladığımız “ilahları” yaratamayız.

Yazar’ın bir diğer açmazı ise uyguladığı çifte standarttır. Kendi kurgusuna göre, Binbaşı Kasım’a uyup, Şeyh Said’i Piran’a çağıran Şeyh Abdurrahim “düşüncesizlik” yapmıştır. Siyasal öngörüsüzlüğü ve askeri yetersizliklerinden dolayı Binbaşı Kasım’ın söylediklerini bazen “onaylayan” Şeyh Abdullah’ı rahatlıkla “ihanetle” suçlayabilmektedir.

Şeyh Abdullah, Şeyh Said’in damadıdır. 1925 Hareketinde Varto Cephesi komutanıdır. Binbaşı Kasım’la aynı cephedeler. Başlangıçta oldukça mesafeli durmaktadır. Yusuf Ziya Bey, kendisine “Kürt Meselesini” açtığında karşı çıkar. Hareket başladığında Şeyh Abdullah kendisine mektup göndererek katılmasını ister. Bu durumu mahkemede Şeyh Abdullah aleyhine kullanır. Şeyh Abdullah, cephe komutanı olmasına rağmen, “ askeri konularda bilgi sahibi olmadığını, bu nedenle zaman zaman  Binbaşı Kasım’a danıştığı” Varto’nun alınması sırasında beyan ediyor. Hareketin başarısızlığa uğramasından sonra, dağınık olan güçler Solhan’da bir araya geliyorlar. Şeyh Said, İran’a doğru çekilmek düşüncesi ile Şeyh Abdullah’ın bölgesine gelmeyi güvenli bulmuştur. Solhan’dan sonra meydana gelen olayların yazımızın ikinci bölümünde kısmen aktardık. Hala Binbaşı Kasım’la beraberler. İtirazlar olmasına rağmen, Binbaşı Kasım’a “güven” devam etmektedir. Bu “güven” Şeyh Abdullah ile sınırlı değildir. Binbaşı Kasım’a “güvenmenin” altında, onun “konumunun farkında olup”, “işbirliği yaparak”, “kendisini kurtarma” anlayışı yatmamaktadır.

Konuya açıklık getirmesi amacıyla dönemin tanıklarından Mehmet Ali Çeto tarafından anlatılan bir olayı aktarmak istiyorum. Mehmet Ali Bey’in anlatımlarını kendisinden ve oğlu Hacı Sait (Kaya)’yı dinleyenlerden öğrendim. Mehmet Ali Çeto, Solhan Aşireti reisidir. Bölgenin etkin şahsiyetlerinden birisidir. Aynı bölgede olmalarından dolayı Şeyh Abdullah’a daha yakın, manevi bağları olan bir şahsiyettir.

Solhan’ın İğik Köyünde toplandıklarında Şeyh Abdullah’ı yalnız çağırır ve kendisine bir teklifte bulunur. Teklifi şudur: “ Sen bu kafileden ayrılırsan, mevsim koşuları elverinceye kadar dağlarda barındırabilirim. Mevsim koşuları düzeldikten sonra, seni istediğin ülkeye(Suriye veya İran’a) rahatlıkla gönderebilirim, der.” Şeyh Abdullah tekliften sonra eliyle Şeyh Said’i eliyle işaret ederek; “ bu ihtiyar adamı nasıl yalnız bırakabilirim, der” Ve teklifi reddeder. Yapılan “yanlışlar” sosyal konumlarından kaynaklanan “yetersizliklerinin” bir sonucudur. Ve Şeyh Abdullah ile sınırlı değildir. Kafilede kuşkuları bulunan ve bunu zaman zaman dile getiren insanlar “vefasızlık” yapmamak için Şeyh Said ve arkadaşlarını terk etmediler. Ve aynı “kaderi” paylaştılar.

Romandaki en “tahlilsiz” bölümden biri, Abdurrahman Paşa Köprüsünde, Şeyh Said ve arkadaşlarının tutsak edilişini anlatan bölümdür. Bu bölüm ciddi maddi hatalar içermektedir. Tabir yerinde ise romanı “gölgelemiştir”. Yazar olayın bu dönemini araştırma zahmetine katlanmamıştır. Yazarın, Şeyh Said ve arkadaşlarının tutsak edilişini anlattığı bölümü aktaralım:

“Ortalarda yürüyen Binbaşı Kasım, kardeşleri ve adamları çevremize dolaşmaya başladı. Kasım Şeyh Said’in yanına gelerek “En önde ben, kardeşlerim ve adamlarım köprüyü geçeceğiz. Bize saldırı olursa siz geri çekilin !” dedi.

On dakika sonra Murat’ın karşı kıyılarında biri “Gelin, köprüde asker yok!” diye bağırdı. Şeyh Said önde, ben onun arkasında köprüye indiğimizde bize tuzak kurulduğunu anladık; ama çok geçti. Kasım, kardeşleri ve adamları Şeyh Abdullah’ın adamları köprünün üstünde çevresinde pusuya yatmışlardı. Ben ve Şeyh Said köprünün ortasına ulaştığımızda ortaya çıktılar.

Şeyh silahını, çevremizi sarmış Kasım’ın kardeşlerine ve adamlarına yöneltti. Tetiğe bastı. Şansızlık silahı ateş almadı. Kasım’ın kardeşi Reşit, akrabalarından Timur, Ahmet, adamlarından Kargapazarlı Mehmet Reşit ve Şerifoğlu ile Halit Şeyh Said’in üzerine çullandı.”(1)

Yazarın anlattığı tamamen hayal mahsulüdür. Ancak kişiler gerçek. Kahramanlar sanal olsaydı söylenecek fazla bir şey yok, denebilirdi. İstediğinize isteğiniz rolü yükleyebilirsiniz. Olayın kahramanları gerçek kişilikler ise, söylediklerinizi belgelemek zorundasınız. Yada kaynaklarınızı açıklamak zorundasınız.

Yazımızın ikinci bölümünde belirttiğimiz gibi Binbaşı Kasım oyalama taktiği uygulayarak, üç gün boyunca kafileyi Varto önlerinde dolaştırmaktadır. Şerafettin Dağı eteklerinden inen kafile Abdurrahman Paşa Köprüsünü geçip, Bulanık tarafındaki Melhemli Köyüne kadar yol almıştır. Boşaltılan bu köyde ateş yakarak geceyi burada geçirirler. Önlerinin askerlerce kesildiğini öğrenince tekrar geri dönerler. Murat Nehri önlerine gelen kafile, Murat Nehrini atlarıyla geçmeyi dener. Birkaç atlının denemesi başarısızla sonuçlanır. Hem Murat Nehrini geçmek çok zordur, hem de karşı tepelerde sipere yatmış olan Çerkez milislerce ateş açılmıştır. Bundan dolayı mecburen tekrar Köprüden geçmeye karar verirler. Abdurrahman Paşa Köprüsüne vardıklarında, köprünün çevresinde pusuya yatmış olan Çerkez, Hormek ve Lolan milislerinin yanında, Varto’da karargah kuran Osman Nuri Paşa komutasındaki askerler tarafından ablukaya alınırlar. Ciddi bir direniş göstermeden teslim olmak zorunda kalırlar.

Kasım Demiralp, Mucin Özmen’in anlatımlarına dayanarak köprüdeki olayı şöyle anlatıyor:

“Abdurrahman Paşa köprüsü başında giderek askeri ve milis kuvvet bulmuşlardır.Şeyh Said Efendi teslim olmaya zorlanıyor. Kendisi teslime mecbur bırakılınca kaçıp kurtulmak için dağılmış bazı belli şahsiyetler ahde vefa olsun şeyhten ayrılmayarak teslim olmak zorunda kalmışlardır.

15 Nisan 1341(1925) tarihinde derdest edildiği sırada tüm belli şahıslar beraberlerinde bulunan akraba ve kendileriyle harekete katılanları teslim etmediler. Kaçıp kurtulmaları için kendilerine talimat verdiler. Gerçekten Abdurrahman Paşa köprüsünde teslim olmayanların çoğu uzun süre çete halinde bölgede kaldılar, bunlardan bazıları dış ülkelere gidip bilahare yurda döndüler.”(2)

Bu olayı anlatandan birisi de Hormek Milis Komutanı Mehmet Şerif Fırat’tır. Fırat olayı Şöyle anlatıyor:

“Şeyh Sait köprüye gelirken, burada pusu kuran, bir tabur askerle Selçuklu Hüseyinin kuvvetleri üzerine düşmüş, Şeyh, Cibranlı Kasım’ın bir planı üzerine el kaldırmadan Cibranlı Kasım, Silvanlı Şemsettin, Melekanlı Şeyh Abdullah, Çan şeyhleri İbrahim ve Hasan ve Boğlanlı Hacı Halit, Cibranlı Hatto oğulları Mehmet ve Reşitle elli kadar ussatın ağa ve hocalarıyla tabur komutanına teslim olmuştu.”(3)

Yazar, köprüdeki olayı anlatırken; köprünün Binbaşı Kasım ve Şeyh Abdullah’ın adamlarınca ablukaya alındığını, bunun üzerine Şeyh Said’in tüfeğini Binbaşı Kasım’a doğrulttuğunu, tüfeğin ateş almadığını ve bazı şahsiyetler sayarak, bunların “çullanarak” Şeyh Said’i yakaladıklarını belirtiyor.

Hiçbir kaynak yazarın söylediklerini doğrulamıyor. Binbaşı Kasım’a tüfeğini doğrultan kişi Mehmet Ağadır( Méhemedé Xelilé Xetto). Araya giren ve ortamı sakinleştiren Şeyh Said’in kendisidir. Bu kısmı, yazının ikinci bölümünde belirtmiştik. En “dehşet” verici olan, bu halk için kurşuna dizilerek veya asılarak can veren şahsiyetlerin, Şeyh Said’i “yakalayan” kişiler olarak gösterilmesidir.

Şeyh Abdullah’ın köprüde “pusuya yatan” adamları” kimlerdir? Kafilede yer alıp, yakalananlar ve kaçıp kurtulanlar tek tek bilindiğine göre, bu insanları tespit etmek zor değildir. Bu şahsiyetlere bakalım.

Binbaşı Kasım’ın kardeşi Reşit, Timur, Ahmet, Kargapazarlı Mehmet Reşit, Şerifoğlu ve Halit.

    Binbaşı Kasım’ın kardeşi Reşit, abisiyle hareket ediyordu ve Şark İstiklal Mahkemesince hayatı bağışlandı. Burada adı geçen Ahmet, hangi Ahmet’tir? (Binbaşı Kasım’ın babası mı?) bilemiyoruz.
    Şeyh Abdullah, Şeyh Said’le beraber yakalandı. Şark İstiklal Mahkemesinin 69 nolu kararında 2. sanık olarak idama mahkum edilmiş ve Şeyh Said’le beraber idam edilmiştir.
    Timur, Diyadinli(Dadina) Teymur Ağadır. Şeyh Said’le beraber yakalandı. Şark İstiklal Mahkemesinin 69 nolu kararında 32. sanık olarak idama mahkum olmuş ve Şeyh Said’le beraber idam edilmiştir.
    Halit, Kargapazarlı Mehmet oğlu Halit’tır. Aynı akibeti yaşamıştır. Şark İstiklal Mahkemesinin 69 nolu karaında 42. sanıktır. İdama mahkum edilmiş ve asılmıştır.
    Yazarın sadece Şerifoğlu dediği, muhtemelen Şerifoğlu Mehmet’tir. Şeyh Said’le beraber yakalanmış, Varto’dan Hınıs Harp Divanına gönderilen 26 kişilik ilk kafilede yer almış, idama mahkum edilerek kurşuna dizilmiştir.
    Kargapazarlı Mehmet Reşit, köprüde yakalandı. Şark İstiklal Mahkemesinde; Binbaşı Kasım’ın kardeşi Reşit’le ismi ve baba adı aynı olduğundan yanlışlıkla beraat etti. Olanlara dayanamayarak sürgünde yaşadığı Elazığ’ın Sürsürü Köyünde, Haziran 1927 yılında vefat etmiştir.

Kargapazarlı Mehmet Reşit’le ilgili mahkemede cereyan eden olayı oğlu Kasım Demiralp yazılı anlatımlarından dinleyelim:

“Duruşmaya çıkarılan sanıklar arasında Binbaşı Kasım Beyin kardeşi çağrılınca Ahmet Ağa oğlu M.Reşit diye gardiyan çağırınca; bu çağrı üzerine Kargapazarlı Ahmet Ağa oğlu M. Reşit ayağa kalkıyor az bir savunma sonucu Mahkeme heyeti kendisine beraat ettin demesi ile  oturuyor. Binbaşı Kasım ayağa kalkarak mübaşirden aldığı bir kurşun kalemle heyet başkanına bir kağıtta, kardeşinin idamda kaldığını mübaşir vasıtasıyla iletmeyi temin etmiş. Mahkeme Heyeti kardeşiniz beraat etti diye cevap vermiştir. Kasım Bey beraat eden benim kardeşim değil, isim benzerliği vardır. Mahkeme Heyeti birbirine bakarak mahkemenin beraat ettiği birisini tekrar kararı geri alamayacağını söylemiş. Kasım Beyin kardeşi M. Reşit efendi bir sonraki celsede beraat etmiştir.”(4)

Sonuç olarak yazarın belirttiği şahsiyetlerden biri hariç, hiç birisi ne Binbaşı Kasım’ın adamıdır, nede yazarın kurgusunun eseri olan “fiili” işleyenlerdir. Onlar bu halk için korkusuzca can veren şahsiyetlerdir. Tarihsel roman yazarlığı, tarih yazarlığı gibi titiz ve sabırlı bir çalışmayı gerektirir. Gerek tarihimizi anlama ve aydınlatma sorumluluğu ve gerekse bu kavgada canını vermiş olan binlerce insanımıza karşı olan sorumluluklarımızdan ötürü, yeteneklerimiz ölçüsünde geçmişi araştırmalı, bilgilerimizi paylaşmalıyız. Ötesi,“Kaş yapayım derken göz çıkarmaktır.”

tahsinsever@hotmail.com

1- Metin Aktaş- Nişancı, Doz Yayınları, Nisan 2005, S: 320

2-Kasım Demiralp- 1925 Tarihinde Kürt Halk Ayaklanması(yayınlanmamış), S: 9

3-M.Şerif Fırat- Doğu İleri Varto Tarihi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, S: 195

4-Kasım Demiralp- a.g.e., S: 12
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder