Fransız İşgaline Karşı Kürt Direnişi ve Beyandur Olayı:
Fransızlar Cezireye geldiklerinde Şamar Aşiret reisi Mişel Başo El Erba onları “memnuniyetle karşıladı”. Böylece Fransız desteğini alarak rakibi Tay aşireti ve Kürtlere karşı avantaj elde etti. Şamar liderinin kışkırtmasıyla Fransızlar, Kürtler üzerindeki baskılarını arttırdılar. Birçok Kürt aşiret reisini tutukladılar. Bunların birçoğunu Beyandur köyünde boğazlarına kadar toprağa gömdüler, sonra da aç köpekler saldırtarak hepsini öldürdüler. Suriye Komünist Partisi yayın organ Direseti İştiraki’de 1985 yılında yayınlanan bir yazıda olayla ilgili şunlar yazılıyordu:
“Fransızlar Beyandur köyünün tepesinde bir kışla kurmuşlardı ve Kürt ileri gelenlerini tutuklayıp onları canlı halde boğazlarına kadar toprağa diktiler. Osê isminde (Tilminar köyünden) birini öldürdükten sonra diğerlerini de bu şekilde toprağa dikip üzerlerine aç köpekler saldırtarak öldürttüler, diğer aşiret reisleri kaçtı, tutuklanan bazıları ise sürgün edildi. Toprağa dikilenler arasında, Abasê Mihemed (Beyandur köyü muhtarı), Hevêrkan aşiretinin Dorika kolu aşiret reisi Avdê Timar ,Heso’yê Avdila ve Haci Heso’yê Teya vardı.”( Suriye Komünist Partisi yayın organı, Direset-i İştiraki, 1985 Kasım)
Bu mezalime karşı Cezirede bulunan Arap Tay aşireti ve müttefiki Kürt aşiretleri Havêrkan lideri Haco’dan yardım istediler. Haco 2000 kişilik Havêrkan gücüyle Cezireye indi. İşte Haco’nun Fransızlarla ilk karşılaşması bu şekilde oldu. Sonraki gelişmeleri Direseti İştiraki’den aktarıyoruz;
“Haco, Hevêrka aşiret ileri gelenleri ile görüştükten sonra 2000 kişilik silahlı bir güç ile Midyat’tan Bagok Dağı’na geçti, oradan da El-Cezire’ye indi. İlk etapta Beyandur’da bulunan Fransız askeri kışlasına saldırdı. Şiddetli çatışmalar sonucunda Rolgan haber aldı ve Andiver bölgesinden Cerih’a doğru takviye güçlerini aktardı. Bazı aşiret reisleri Haco’ya tavsiyelerde bulunarak, Fransızların elinde güçlü silahlar olduğunu ve bu büyük güç karşısında çok zayiat vereceklerini söylediler. Haco ise, “Kesinlikle ve her ne pahasına olursa olsun, Fransızların burada Kürtler üzerindeki zulmünü kırmak için savaşmadan geri dönmeyeceğiz” der. Böylece Haco’nun emri ile kuzey Suriye’nin hemen hemen her yerinde Fransız güçleri ve Kürtler arasında silahlı çatışmalar yaşandı. Tirbespi ve Derik arasında bulunan Girê Topê koyu civarında taraflar arasında şiddetli çatışmalar meydana geldi. Hevêrkan aşiretleri karar vermişlerdi: Kesinlikle imha bile olsalar geri çekilmeyeceklerdi. İki taraf da yüzlerce kayıp verdi. Fransız başkumandanı Rolgan öldürüldü, Beyandur kışlası ele geçirildi ve Fransızlar güney Suriye’ye doğru çekildiler. Haco ve Hevêrkanlılar ise Midyat’a geri döndüler.”[1]
Cegerxwîn, Beyandur olayı ve bu olayla başlayan Haco liderliğindeki Havêrkanlı Kürtlerin Cezire’ye inişi ve Fransızlara karşı direnişini, Fransız komutan Hotzencer’in kitabı Zehebi’ den yaptığı alıntılara da yer vererek anlatmaktadır;
“ 1921 ile 1923 yılları arasında ordumuz Cizre bölgesini işgal etti. 1922 yılının Mayıs’ından 1923 yılına kadar Hesekê bölgesi denetimimiz altındaydı. Albay Bigo ve Grant’ın askerlerini yukarı Cezire’ye (Nukilê Betê) dağıttık. Bu işgal, Beyandur olayı’nın da başlangıcı oldu.
Beyandur kaymakamı iyi bir Fransız dostu idi ve bu nedenle haziran ayında Beyandur’da öldürüldü. Kaymakamın öldürülmesi üzerine Beyandur’da bir karargâh inşa ettik ve askerlerimizi oraya yerleştirdik. O günden sonra Kürtler karargâhımıza saldırmaya başladı. Temuz ayında Yüzbaşı Robert ile Karir’in askerini korumak için, Mülazım Morel’i gönderdik.
Ayın 28’inde bine yakın keskin nişancı silahlı Kürt, Beyandurda’daki ordugâhımıza saldırdılar. Orduyu tamamen kuşatıp gün boyu çatıştılar. Bu çatışmada Liyandri’nin askerlerinden biri öldü, dördü de yaralandı. Bu arada düşman su yollarını kesince, göğüs göğse çarpışıp bazı su yollarını açmayı başardılar. Çatışmalarda Kürtlerden de dört kişi öldü.
Çatışmalardan sonra askerimizin orada kalması güçleşti. Robert’ten umut kesilmişti. Yüzbaşı Morel ise çemberden kurtulup sekiz mil güneydeki Tilnasır’a ulaşmak istiyordu. Böylece hem suya ulaşacak, hem de dost aşiretlerden yardım almayı başaracaktı. Morel, Kürtlerin kurşun yağmuruna ve düşmanın çokluğuna rağmen amacına ulaştı.
Bu çatışmalarda Kürtlerden dokuzu öldü, on dördü yaralandı, biri ise kayboldu. Kuşatma kırıldıktan sonra Robert de, sorunsuz ve çatışmasız bir şekilde Cizre’ye ulaştı. Beyandur olayı henüz duyulmamıştı. Dönüşte, ayın 29’unda Rimelan’a ulaştılar… Ertesi gün Beyandur’a doğru yola çıktılar… saat 19.30’a doğru, birkaç Kürt süvarisiü, müfrezeye arkadan saldırdı. Ama kısa sürede kaçmak zorunda kaldılar. Güçlerimiz Beyandur’a doğru yoluna devam etti.
Cerahi ırmağına ulaşınca büyük bir çatışma başladı… müfreze ilerlerken toplar iki yandan onları koruyordu… Yüzbaşı Adem makineliyle, Roger ise diğer silahlarla onlara yardım ediyordu. Ancak vadiye elli metre kala düşmanın kurşun sağanağına dayanamayarak dağılıp kaçtılar. Atlılar onları her yandan çembere almıştı.
Yüzbaşı Karir, Yüzbaşı Regar ve Yüzbaşı Adem dağılan ve kaçan askerlerini toplamaya, onlara moral vermeye çalıştılar. Bu arada Mıhemed Salih vuruldu. Onun ölümüyle askeri korku ve panik sardı. Karir silahlarını kuşanarak Roberto’ya yardıma koştu. Düşmanla çatışarak birkaç kişiyi vurdu, ancak kendisi de vuruldu. Roger ise esir düştükten sonra bıçaklanarak öldürüldü. Yüzbaşı Adem’in de akıbeti aynı oldu… Bu arada Karir’le müfrezesi toptan imha edildi. Hatta yaralılar da öldürüldü. Karir’in müfrezesinden bir kişi bile sağ kalmadı.”[2]
Cegerxwîn yaptığı bu uzun alıntılardan sonra Haco ve önderliğini yaptığı direnişle ilgili şu ilginç tespitlerde bulunuyor:
“Fransızların gücü aşağı yukarı üç bin kişi kadardı. Kürtlerin bütün gücü ise doksan kişiydi. Kürtlerin komutanı Havêrkan Ağası Haco’ydu. Türklerin sınır bölgesindeki sorumlu valisi olan İsmail Hakkı’nın emriyle Fransızlara karşı savaşması için Kürtlerin başına getirilmişti. Arap aşireti Cewala’da Haco Ağaya yardım ediyordu.
Haco Ağa Cizre’de, hem Fransızlara hem de diğer Kürt aşiretlerine karşı Türkler adına savaştı… Haco Cizre’de, bir defasında Arap olan Tey aşiretine karşı, birkaç defa da Fransızlara karşı olmak üzere birçok çatışmaya girdi… Elbette Haco bütün bunları Türklerin çıkarını düşünerek yapıyordu. Onun Kürtlük hakkında hiçbir fikri yoktu.”(yage)
Cegerxwîn devamla Kürtlerin bu başarılı direnişinin Araplar tarafından inkâr edilişini ve resmi tarihte yer verilmeyişini eleştirerek şunları aktarmaktadır:
“Suriye resmi tarihi Kürtlerin Fransızlara karşı olan direnişini anlatmaz; Kürtleri kendi düşmanı sayar. Beyandur olayında görüldüğü gibi, Fransızlar tamamen Kürtler tarafından durdurulmuş ve yenilgiye uğratılmışlardır. Arap olan Beyandur kaymakamı ise Fransız işbirlikçisi olduğu için öldürülmüş. Beyandur Olayı’nda, Fransız gücünü kırıp komutanlarını öldürenler Kürtlerdir. Oysa Arap şövenistleri hala bile, ‘Kürtler başka yerden gelmiştir,’ diyerek, Fransızlara karşı savaşanların yalnız Araplar olduğunu iddia ederler.
Ancak tarih, yalan ve çarpıtmayı kabul etmez. Bugün Fransız işbirlikçileri ülke sahibi iken vatansever Kürtler vatansız kalmaya devam ediyorlar… Fransız komutanın yazdığı birkaç sayfa bile gerçekten yalancıların kim olduğunu açığa çıkartıyor. Kürtler işgalcilere karşı savaşmıştır. Onların alnı aktır.
“Haco Ağa binlerce askeriyle Fransızlara karşı savaştı. Beyandur’u yaktı; işbirlikçi Arap Kaymakam’ı ve Fransız komutanlarla yüze yakın askeri öldürdü, Fransızları Cizre’den sürdü. Bu nedenledir ki Cizre birkaç yıl Kürtlerin egemenliğinde kaldı.”
Görüldüğü gibi Fransız işgaline karşı Türkler adına savaştığını iddia ederek Haco’yu yeren Cegerxwîn, daha sonra aynı direniş nedeniyle Kürtleri ve dolaysıyla Haco’yu “onların alnı aktır” diyerek övmektedir. Bununla birlikte Kürt toplumunun geriliğinden, cahilliğinden yakınıyor ve sonraki gelişmeler için hayıflanıyordu;
“…Ancak Kürt insanı aydın değildi, emsallerinden geriydi; bu nedenle ulusal çıkarlarını korumaktan uzaktı. Kürtlerin birliğini sağlayıp koruyamamaları, ulusallaşamamaları da bu yüzdendir.”
Cegerxwîn Fransızların Kürt direnişi sonucunda Cizre’den çekilmelerinden sonra Türklerin bölgeye müdahale ettiklerini, birçok karanlık olayın yaşandığını, “bütün bu olayların tarihin karanlık dehlizlerinde kayıp” olduğunu belirterek tespitlerine devam etmektedir;
“…Kürt Kürt’e düşman oldu. Araya kan davası girdi, ölüm, baskı ve zorbalık girdi. Cizre ikiye bölündü. Hemê Heso ve aşireti Fransızlar ve Araplarla işbirliğine girdi. Said Ağa Türklerle işbirliğine girdi. Şemerler de Fransızlarla birlikte hareket ettiler. Fransızlarla birlikte Gabar’dan gelip Haco Ağaya karşı savaşıyorlardı. Haco Ağa da bir dönem Said Ağaya yardıma geldi, ama savaşmak yerine iki tarafı barıştırıp geri dönmeyi tercih etti.
Eğer Haco Ağa aydın biri olsaydı Kürtleri birleştirip yönetebilirdi. Ama o Türklerin dediğini yapıyordu.”( yage, s. 101)
Her şeye rağmen, Haco ve Kürtler zorlu direniş göstermiş ve Fransızları Cezire’den sürmüşlerdi. Bu nasıl bir gerçekse bütün olanlara rağmen, kaybeden tarafın yine Kürtler olması de bir gerçektir. Bu gerçek Cegerxwîn’nin anlatımlarında açıkça görüldüğü gibi bizzat Fransız yetkililer belirtmektedirler. Böylece Kürtlerle arası iyice açılan Fransızlar, gerek Suriye genelinde gerekse de Cezire’de tutunabilmek için daha çok Alevi, Hıristiyan ve Dürzî unsurlara yanaştılar. Suni Arap milliyetçiliğine karşı denge oluşturmak için bu kesimlere sarıldılar. Manda yönetiminde onları temsil eden unsurlara yer verdiler, özerk Alevi, Hıristiyan ve Dürzî bölgelerin oluşmasına izin verdiler. Ancak yine de yabancı yönetimine pek tahammül edemeyen Alevi ve Dürzîler, Manda yönetimin başını yer yer ağrıtmaya devam ettiler.
Kürtlerin direnişi sadece Cezireyle ve Kürt Dağlarıyla sınırlı değildi. El Cezirenin daha kuzeyinde Gâvur Dağlarında da sürüyordu. Fransızlar, Suriye’nin güney ve orta bölgelerinde kontrolü ele geçirdikten sonra yine gizli anlaşmalara uygun olarak kuzeye doğru ilerleyerek Urfa, Antep ve Maraş gibi Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerleri alarak Kilikya’ya ulaşmışlardı ama buralara girişleri pek kolay olmadı. Özellikle Kürt illerinde büyük direnişle karşılaştılar.
“Bu direnişlerde feodal aşiret başkanları, önemli rol oynadı. Nazım Hikmetin ‘Kara Yılan’ şiirine konu olan ve Gaziantep’te efsaneleşen, adına türküler yakılan Kara Yılan, Rişvan Kürt Aşireti’nin ‘Kabalar’ kolunun reisiydi… Revanduz’lu Kürt Jandarma yüzbaşısı Ali Saip Ursavaş ise Urfanın Badıllı, Şeyhanlı, Bazıki ve diğer aşiretlerini örgütledi. Kürtçe gramer’in yazarı Urfa eski Milletvekili Avukat Kemal Badıllı’nın babası Sait Bey, direnenlerin başındaydı. Kahta’lı Hacı Bedir Ağa aşiretinden bin kişilik bir kuvvetle Urfa direnmesine katıldı. Bu savaşlarda ordudan çok, halkın savaşı ön plana çıktı. Aşiret güçlerin ünlü 19 Ağustos 1920 saldırısında, Pazarcık’lı Paşo Ağa, Besni’li Hasan Ağa, Baziki Aşiret Reisi Bekir Ağa, Barak Aşiret Reisi Mustafa Ağa ve Suruç’taki aşiretlerin kahramanlıkları büyük rol oynadı.” [3]
Kürtlerin bu kahramanlıkları! Karşısında Fransızlar, Urfa ve Maraş’a giremedikleri gibi yer yer geri çekilmek zorunda kaldılar. Kürt coğrafyasının bu bölümünde bunlar olurken, Havêrkan ve daha doğudaki aşiretler arasında bu anlamda ne Fransızlara ne de İngilizlere karşı her hangi bir direniş görülmemektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri Havêrkan’da somut bir işgal eyleminin gerçekleşmemiş olması olabilir. Nitekim Naci Kutlay da yukarda adı geçen esrinde aynı noktaya işaret ederek şunları aktarıyor: “Somut bir işgal olayı yaşamamaları başlıca neden olabilir. Ayrıca Cemilê Çeto, Ali Batê ve Milli Aşiretlerinin Osmanlı yönetiminden memnun olmamaları, ya da İngilizlerle Mustafa Kemal Hareketi arasında ikircikli bir konumda olmaları da etkili olmuş olabilir.”[4]
Buna karşın Haco ve yörenin diğer ileri gelenlerinin İtilaf Devletlerin yaptıkları ya da yapabilecekleri işgal eylemlerine karşı tavır aldıkları bilinmektedir. Devlet arşivlerinde bulunan ve Havêrkanlı birçok Kürt ileri gelenin yanında Haco’nun da imzasını taşıyan ve aşağıya aktardığımız, Fransız işgalini protesto eden telgraf bunun kanıtıdır.
Telgraf
Çıkış yeri: Midyat
Numara: 1138
Tarih: 16 Kasım 1919
“Sadaret Yüksek Makamı’na;
Her türlü adalet ve hukuk kuralına aykırı olarak işgal edilen kutsal topraklarımızın tahliyesini İtilaf Devletlerinin insaf ve hakkaniyetinden ümid ederken insanlığın vicdanını sızlatacak birtakım şeylerin ortaya çıkışına şahit oluyoruz. Antep, Maraş ve Urfa’nın Fransız askeri tarafından değil, Müslümanlara husumet ve düşmanlığı herkesçe bilinen, intikam duygularıyla tanınan komiteciler tarafından sadece intikam almak için işgal edildiğini üzüntüyle haber aldık. Kutsal topraklarımızda bu fedai çeteleri tarafından Müslümanların ırz ve namusuna, ahalinin hukukuna en açık ve korkunç bir şekilde tecavüzlerde bulunulmaktadır. Fransız kumandanının gözleri önünde cereyan eden bu durumlar karşısında İtilaf Devletleri suskun mu kalacaklardır? Milyonlarca Müslüman’ın hakları ve namusu bir avuç Ermeni fedaisinin keyif ve garezine kurban mı edilecektir? Bütün İtilaf Devletlerinin insanlık duyguları taşıdığına hâlâ inandığımız vicdanlarına ve Sulh Konferansı’nda yer alan kişilerin namuslarına müracaat ederek gerek haksız istilâlara ve gerekse menfur tecavüzlere acilen son verilmesini rica ediyor, yapılan muameleleri şiddetle protesto ediyoruz.
İmzalayanlar:
Midyat Müdâfaa-i Milliye Heyeti Adına: Müftü Şakir
Bütün Ahali Adına: Müderris Hüseyin
Nakşî Tarikati Postnışini: Fethullah
Hasankeyf Belediye Reisi: Abid
Midyat Belediye Reisi: Hamdi
Müderris: Necmeddin
Dekşuri(?)Aşiretleri Reisi: Nureddin
Gercüş Aşiret Reisi: İbrahim
Estil Belediye Reisi: İbrahim
Hasankeyf Reisi: Ahmed
Mahallî Aşiret Reisi: Halil
Hassar Reisi: İsmail
Habzenebi Reisi: İzzeddin
Maran Reisi: Halil
Dir Memekân Reisi: Hasan
Derhaf Reisi: Osman
Kerboran Reisi: İbrahim Tahir
Orabayi Reisi: Abdülkerim
Keferzi Reisi: Hasan
Dumaran Reisi: Ahmed
Salihan Reisi
Hanik(?) Reisi: İbrahim
İlikan(?) Reisi: Abdüllatif
Hüveyri (?)Aşiret Reisi: Haço**
Mezizah Reisi: Hasan
Arnas Reisi: Salih
Alikân Reisi: Osman
Erdi Reisi: Temur”[5]
Telgrafta dikkat çekici olan nokta, protestonun Fransız işgalinden çok ‘Ermeni Komitacıları’ hedef alması ve işgal edilen yerlerin ‘Müslüman ahalinin’ toprağı olduğu vurgulanarak, özellikle halkın hassas olduğu dini duygularına hitap edilmesidir. “Müslümanlığa Ermeni tehdidi” söylemiyle Kürtler Ermenilere karşı kışkırtılmaktadır. Bu söylem Kemalist hareketinin oldukça yararını gördüğü, önceden belirlenen hedeflere uygun olarak, geliştirilen bir politikanın sonucudur. “Bu politika sayesinde bir yandan Ermeniler arasında boy veren ulusalcı eğilimleri yok etmek için bir maşa yaratmayı; diğer yandan da, Kürtleri merkezi yönetime daha bağımlı hale getirmeyi hesaplıyorlardı.”[6] Hesap tutmuş ve Kürtler bu yanıltıcı politikaya kanmışlardır. Çaba ve enerjileri yanlış yönlere kanalize edilmişlerdir. Daha sonraki yıllarda da özellikle Sevr Barış Antlaşmasının imzalanması sırasında bazı devlet yanlısı ağa ve şeyhlerin de çabalarıyla devlet yanlısı olmayan birçok Kürt ileri gelenine bu tür telgraflar çektirilmiştir.
Neden ne olursa olsun, Bütün Kürdistan’da olduğu gibi Havêrkan’da da yabancı işgale karşı tavır alınmıştır. Hatırlanacağı gibi bu tarihlerde (1919) Havêrkan’da Ali Batê İsyanı henüz bitmiştir(1919). Devlet güçleri yörede denetimi sağlamış ve kontrolü tamamen ele geçirmişlerdir. Daha sonra, 1922 ye gelindiğinde yukarıda Cegerxwîn’den yaptığımız alıntılarda görüldüğü gibi Haco Ağa Suriye Ceziresine geçerek Fransızlara karşı savaşacak ve büyük kayıplar verdirecektir.
Diğer yandan Fransızlar, Çukurova’da Kemalist güçlerle çatışmak zorunda kaldılar. Avrupa karasında ciddi sorunlarla karşılaştığı bu dönemde oldukça zorlanıyorlardı. 1921 yılına gelindiğinde Kemalistlerle anlaşarak (Ankara Antlaşması) Hatay’ın dışında diğer bölgelerden çekilmek zorunda kaldılar. Böylece ilk kez resmi Türk-Suriye sınırı da çizildi. Daha doğrusu, Kürt toprakları Kasr-ı Şirin Antlaşmasından sonra ikinci kez bölüşüldü. Kürt coğrafyasının bir kısmı Suriye’de kalırken diğer kısmı Türkiye sınırları içinde kalıyordu.
Fransızlar, Kemalistlerle olan sorunlarını büyük ölçüde çözme rahatlığıyla Suriye’de yoğunlaşmaya başladılar. Ancak ufukta onlara pek rahatlık görünmüyordu. Arap milliyetçiliği giderek boyutlanıyor, kitleselleşiyordu. Manda yönetimi siyasi ve askeri önlemlerin yanında sosyal ekonomik düzenlemeler, yatırımlar yapıyordu. Yol yapımı, kentleşme, tarım ve eğitim alanlarında belki ülke tarihinde o güne kadar görülmeyen adımlar atılıyordu. Anacak tüm bunlar, bağımsızlıkçı Arap Milliyetçilerini memnun etmiyordu. Arapların dışında diğer etnik gruplar da sürekli yeni sorunlarla ortaya çıkıyorlardı. 1925 yılında Milliyetçi Halk Partisine bağlı güçlerle Dürzîlerin başlattığı isyan nerdeyse bütün ülkeyi sardı. Hatta İslamcı propagandaların etkisinde kalan bazı Kürt aşiretleri bile Arapların yanında bu isyana katıldılar. Büyük uğraşların sonucunda isyan ancak 1926’nın sonunda bastırılabildi. Ancak tam anlamıyla kontrolü sağlamakta zorluk çekiyorlardı. Hele Kürt bölgesinde, yani Cezire adı verilen Türkiye sınırı boyunca uzanan bölgede tam bir otorite boşluğu vardı. İşte Havêrkan’lıların Suriye’ye inişi tam da bu kargaşa dönemine dek geliyordu.
Havêrkanlılar Suriye’de
3. Haco, yukarda gördüğümüz gibi daha önce Fransızlarla savaşmak için girdiği ülkeye bu sefer bir sığınmacı olarak giriyordu ve işi kolay değildi. Öncellikle sınırı geçiş oldukça zorlu olur. Zorluklar sınırın öteki tarafında da devam eder. Kadın, çocuk ve yaşlılar önden gidiyordu. Aşiretin yaklaşık 200 kişiden oluşan silahlı gücü ise arkadan geliyor ve zaman zaman geri dönüp sınır karakollarına ani baskınlar düzenliyor, sınır devriyelerine saldırıyordu. Türk Hükümetinin diplomatik girişimleri sonucu Fransızların müdahalesine kadar saldırıları sürdü. Dolaysıyla önden giden kafileyle araları oldukça açılmıştı. Çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan savunmasız Havêrkan kafileleri bazı Kürt çeteleri ve yaşam tarzı talancılığa dayanan Arap aşiretleri tarafından soyuluyor, ciddi zararlar veriliyordu. Bu çapulcu ayak takımı ele geçirebildiği her şeylerini çalıyorlardı.[7] Bölgenin yabancısı, barınacak, başlarını sokacak evleri bile olmayan muhacirlerin durumu söz konusu saldırılarla daha da kötüleşiyordu. Çok dramatik ve acı olaylar yaşandı. Ama herhalde, insanın kendi vatanında, vatansız olmasından, kendi toprağında evsiz barksız kalmasından daha acı ve daha dramatik bir şey olmasa gerek… Havêrkan’lıların ve aynı tarihlerde Suriye’ye göç etmek zorunda kalan diğer Kürtlerin içinde bulunduğu bu durumu, dönemin Fransız komutanlarından biri çok çarpıcı ifadelerle şöyle dile getiriyordu:
“Bir millet için bundan daha büyük felaket olur mu? O milletin evlatları ki kendi ülkelerinde 400 km’lik yolu yarasıyla tedavi edilmeksizin yürüyerek kurtulmaya çalışıyor. Bunlar kendi ülkelerinde yabancı ve mahkûmdurlar. Kendi ülkelerinde çıkmış gelmiş biz yabancı Fransızlardan siyasi sığınma istiyorlar. İstemlerini kabul ettiğimizde de bize teşekkür edip minnettar kaldıklarını belirtiyorlar.[8]”
Havêrkan’lıları bu zor günlerinde Saroxan Ağa yalnız bırakmadı. Saroxan, Haco’nun amca çocuğu ve konfederasyon içindeki en büyük rakibiydi. Suriye’ye ondan önce ve bir anlamda ondan kaçarak geçmişti. “Haco benim düşmanımdır. Ama Havêrkan kimsenin düşmanı değildir. Havêrkan artık Haco’nun aşireti değildir. Osman’ın ailesinden kim ağa olursa onundur. Şimdi Havêrkan ağası benim… Aşiretin bu hale gelmesine razı olamam.” diyerek aşireti sahiplendi ve o çapulcu gruplara karşı büyük bir çatışmaya girdi. Can kaybının yaşandığı bu çatışmalarda Saroxan üstün çıkar ve çalınan Havêrkan mallarına karşılık bazı köyleri talan eder. Böylece Aşiret içinde büyük bir itibar kazanır, Haco’ya karşı durumunu oldukça güçlendirir.
Gelişmeler Havêrkan lideri için sürpriz sayılmasa da bu kadarını beklemiyordu. O devlet güçlerine karşı başkaldırmış, Kürtler için savaşmış, yerinden yurdundan olmuş, mal varlığını kaybetmişti. Daha da ötesinde Kürtlere yaptığı zulüme karşı Fransa’yı karşısına almış, onunla savaşmış, birçok savaşçısını kaybetmiş biri olarak takdir ve itibar beklerken, tam tersine Kürtler ona ve aşiretine pusu kurarak elinde avucunda kalanı da almaya, Suriye’ye sokmamaya çalışıyorlardı. Diğer yanda aşiret içinde dengeler aleyhine değişmiş, güç kaybına uğramış, sadık silah arkadaşları ve yakın aile efradının dışında aşiretin önemli bir kısmı Saroxan Ağadan yana tavır almıştı. Açıkçası durumu pek iç açıcı değildi. Ekonomik sıkıntı içindeydi. Bütün mal varlığı Kuzeyde kalmıştı. Elde avuçta olan da tükeniyordu. Etrafında yığınla düşman vardı. Yöre aşiret liderlerden birçoğu onu kendisi için bir tehdit olarak görüyor ve ondan çekiniyorlardı. Haksız da sayılmazlardı. Çünkü o gerçekten de zorlu bir rakipti. Bu nedenle de ona güvenmiyor, düşmanlık yapıyorlardı.
Ancak o, yaradılışı gereği kolay pes edenlerden değildi. Önce silahlı güçlerini Türkiye sınırından çekti. Daha güneye, Suriye içerilerine çekildi. Onu tamamen etkisiz hale getirmek ya da yok etmek için fırsat kollayan Saroxan’dan da uzak durarak çatışmaya girmedi. Yörenin büyük aşiretlerinden olan Tay aşiretine sığınıp Fransız yetkilerinden iltica talebinde bulundu. Evet, Haco’nun bu zor durumunda Kürtler değil, Arap asıllı Tay Aşireti yardım etti. Ne var ki Fransızlar buna karşı çıkıyor, Haco’nun iltica talebini reddediyor ve ısrarla kendilerine teslim edilmesini istiyorlardı. Çünkü Fransızlar, Haco ve Havêrkan güçlerinin Bayundur olayı sonrası kendilerine verdikleri kayıpları unutmamışlardı. Onu cezalandırmak istiyorlardı. Çaçan Haco anlatıyor:
“(Sınırı geçtikten sonra) Tay Şeyhi’ne sığındık. Şeyh kirvemizdi. Fransa ise düşmanımızdı çünkü onun askerini öldürmüştük. (Bayundur olayı kast ediliyor. NC) Bu nedenle Şeyh’e temsilcilerini gönderip ‘Haco ve çocuklarını bize teslim etmezsen, sana düşmanlık yapacağımız gibi sana ödenen aylık maaşı da keseceğiz’ diye tehdit ediyorlardı. Ama şeyh bu tehditlere karşın ‘ Haco benim kirvemdir. Üstelik geleneğimizde böyle bir şey yok. Elinizden ne geliyorsa yapın, size teslim etmeyeceğim der.”
Bu gelişmeden sonra Haco, öldürdüğü Fransız subayı Roger’dan kalan güzel bir kısrağa binip, bizzat Fransız yetkililerle görüşmeye gider. Bu görüşmelerde, Türk Hükümetinin kendisini onlara karşı savaşmak için mecbur bıraktığını, savaşmamsı durumunda bütün ailesini yok etmekle tehdit ettiğini, savaşması durumunda ise yapacakları yardımları, verdikleri cephane ve silahları belgelerle kanıtlayarak onları ikna eder. Uzun ve zorlu geçen görüşmelerin sonunda iltica talebinin kabul edilip af edildiğini yine Çaçan’nın anlatımlarından öğreniyoruz.[9]
Bir yandan yerli aşiretlerle dostluklar kurarak yörede yer edinmeye çalışırken diğer yandan Fransızlarla arasındaki buzları eritmeye çalışıyor, esaslı ilişkiler geliştirmeye çalışıyordu. Fransızlar haklı olarak ona güvenmemekle birlikte kapıyı da aralıklı bırakıyorlardı. Çünkü gücünün farkında idilerler ve bu güçten faydalanmayı düşünüyorlardı.
Gelenekçi bir aşiret liderinden beklenilmeyecek diplomatik manevralarla kısa sürede Fransızların güvenini kazanır. Öncellikle silahlı aşiret güçlerini Fransız ordu birliklerinin hizmetine sokar. “1930’da Fransızların Cezire’deki varlığının sağlamlaşmasına binaen aşiret savaşçılarının orduya alınması zorunluluğu ortadan kalktığında, Haco’nun en iyi otuz savaşçısı ve üç oğlu 32. bölükte askerlik hizmetine (escadron leger) devam ediyorlardı.”[10] Diğer taraftan yörenin etkili birçok aşiretini, özellikle Arap Tay aşireti ve Kürt Miran aşiret konfederasyonunu Fransızların politik hedefleri doğrultusunda bir araya getirir. Yine yörenin önemli aşiretlerinden olan Dûrikî ağalarıyla dostane ilişkiler geliştirir. Öteden beri bölgede kontrolü kurmakta zorluk çeken Fransızların işini oldukça kolaylaştırdı. Onun çalışmaları sonucu Cezirede etkinliklerini iyice arttırdılar. Daha önce kontrol edemedikleri birçok aşireti onun yardımıyla kontrol altına almayı başardılar.
Kuşkusuz Haco’nun faaliyetleri bilinçli, pragmatik hedeflere yönelik tasarılardı. Bu hedeflere ulaşmakta da oldukça başarılıydı. Haco önemli bir reis olduğundan Fransızlar genellikle ona nazik davranıyorlardı. Kürt ağaları arasında daha az itibar görüyordu, çünkü çok güçlü ve tehlikeli bir rakipti. Haco, diplomatik yanının güçlü oluşundan dolayı Fransızlar nezdinde Kürt aşiretlerinin önde gelen sözcüsü oldu. Fransızlar üzerindeki bu etkisinden yararlanarak birtakım yeni grupları denetimi altına almayı başardı. Diğer reisler gibi tarımla uğraşmadı, bir çiftçi değil politikacı ve savaşçıydı.” (Bruinessen, yage) Bu nedenledir ki kısa bir sürede Fransızların gözünde bölgenin en etkin ve en güvenilir lideri durumuna geldi. Fransızların nezdinde itibarı arttıkça gerek aşiret içinde gerekse de bölgedeki gücü de artıyordu. Örneğin, Fransızlar işçiye ihtiyaçları olduğunda Haco’dan istiyorlardı. Bunlara maaş ödetiyorlardı. Bu nedenle de birçok kişi Haco’nun tarafına geçiyordu.”(yage)
Fransızların yardımıyla Dûrikî ağalarından hediye olarak aldığı topraklar üzerinde Havêrkan Sultanlarının Mizizex’den sonra ikinci paytahtı sayılacak Tirbesipiyê( Beyaz Mezar) adı verilen ve Havêrkanlıların bölgedeki en önemli merkezi olan kasabayı kurdu. Daha sonra Hasekê de yaptırdığı aile ikametgâhına taşınmakla birlikte burası aynı zamanda onun politik ve askeri karargâhı olmaya devam etmiştir. 1930 yılına gelindiğinde “Haco, aşiretin Hiristiyan kesiminin yaşadığı Qubur el-bid yakınlarındaki köyleri kendi adına kaydettirdi. Hiristiyan muhtarları görevden aldı ve yerel yönetimin kilit noktalarına kendi aile üyelerini yerleştirdi. Doğal olarak Haco zengin ve güçlü bir toprak sahibi olarak yükselen pozisyonu, aşiret yetkilerinin giderek daha fazla onun ellerinde toplanması anlamına geliyordu.”[11]
Cegerxwin, giderek güçlenen Haco’nun durumuyla ilgili şunları söylüyordu: “Cizre yöresinin tüm Ermenileri Haco Ağa ile birlikte hareket ediyorlardı. Fransa kendisine yardım ediyor ve Suriye Kürtleri en çok Haco Ağa’yı seviyorlardı. Aşireti yukarı Kürdistan’da en büyük aşiretlerinden birisiydi, bir kaç bin tüfek veya silahlı adamı mücadeleye katabilirdi.”[12]
Ailenin yaşayan büyüklerinden Ali Batê-II’nin belirttiğine göre; toplam 35 köyde kontrolü tamamen ele geçirir. Haco, artık o sığınacak bir yer bulmakta güçlük çeken, hiçbir mal varlığı ve etkinliği olmayan bir kaçak değil; bölgenin en nüfuzlu, zengin toprak sahibi ve diplomatik kariyeri olan liderlerindendi. Yüz yıllarca Osmanlı Devletine aşar vergisini ödeyen yöre köylüsünün büyük bir kısmı artık ona ödüyordu( Nelida Fuccaro, yage). Güç ve otoritesi günden güne artıyordu. Öyle ki yöredeki bütün aşiretler bu durumdan tedirgin olmaya başlamışlardı. Daha önce ona yardım eden, ona toprak bağışlayan, dost eli uzatan Dûrikî ağaları dahi aralarındaki anlaşmazlıklara son vererek ona karşı güç birliği oluşturma gereği duydular. “Haco’nun tüm bölgeyi ele geçirmesinden korkan birbiriyle çatışma halindeki Dûrikî reisleri de aralarındaki anlaşmazlıkları göz ardı ederek birleştiler. Aksi halde, Haco’nun bölgelerinde hâkimiyet kurmasıyla, aralarındaki çatışmanın nedeni de zaten ortadan kalkmış olacaktı. Başka bir deyişle ellerinden uğrunda dövüşecekleri hiçbir şey kalmayacaktı. Haco’yu dürüst olmamakla ve hırsızlıkla suçluyorlarsa da onları asıl korkutan Haco’nun Fransızlar üzerindeki etkisiydi.”[13]
Aşiret İçinde Liderlik Kavgası
Haco’nun bu yükselişinden rahatsız olan sadece yöredeki aşiretler değildi. Suriye’de etkinliklerini devam ettirmek ya da kurmak isteyen Araplar, Aleviler, Hıristiyanlar vb. birçok etnik, dini ve siyasi unsur bu yükselişten rahatsız oluyordu. Ama hiç kuşkusuz en çok rahatsızlık duyan Saroxan Ağa idi. Saroxan, daha önce belirtildiği gibi, kuzeyde giriştiği liderlik mücadelesini kaybetmiş ve güneye kaçmak zorunda kalmıştı. Mücadeleye burada devam etmişti. Aşiretin buradaki bazı kollarını etrafında toplamıştı. Yukarda belirtildiği gibi başlarda Haco’nun bir süre sınırda çatışması nedeniyle başsız kalan Havêrkanlıların Suriye’ye geçmesi sırasında Arap ve Bazı Kürt gruplarının saldırıları karşısında düştükleri zor durumdan yararlanarak, aşiret liderliğini ele geçirmiş gibi görünüyorsa da, uzun vadede pek şansı yoktu. Çünkü onun bütün sermayesi Mala Osman ailesinin bir ferdi olması, cesur ve gözü pek biri olmasıdır. Ama bunlar Onun Havêrkan Sultanı kalması için yeterli değildir. Haco ile kıyaslandığında birçok eksikliği vardı. Bir kere o sıradan, despot bir Kürt ağası görüntüsü çiziyordu. Bütün dünyası aşiretti. Bütün hayali, aşiret liderliğiydi. Ötesi yoktu. Modern politikadan anlamazdı. Gelişen dünya, bölge ve Kürdistan sorunlar yumağının merkezinde yaşıyor ama tüm bunlar onun için pek bir anlam ifade etmiyordu. En önemlisi de Mala Osman’ın milliyetçi ve Kurdistani geleneğinden uzaktı. İşte en büyük dezavantajı da buydu.
Cigerxwin Saruxan Ağayı anlatıyor:
“… Saruxan, deli doluydu ve olmadık şeyler düşlüyordu. Kendisini dev aynasında görüyordu. Bir sarhoşun, bir delinin cesaretiyle hareket ediyordu. Bu tutumu nedeniyle tek başına çalıp tek başına oynayan biri oldu. Zamanı ve ortamı kavramıyordu. Söylediklerimizi duymuyordu bile. Biz kimdik, ‘ Havêrkan Sultanı Saruxan(!)’ kimdi? Biz onun dengi değildik.
… ‘sinek’ ve ‘camış’ kadar uzaktık birbirimize. O ağa, ben basit bir feqi, bir köylüydüm. O okumamış, ben okumuştum. O halk düşmanı, ben halkçıydım. Birbirimizi anlamamız ve yan yana olmamız mümkün müydü?”( yage)
Oysa Haco, Saroxan’da olmayan bütün vasıfları taşıdığı gibi o atasının milliyetçi geleneğinin de bir izleyicisiydi. Onu asıl farklı kılan da bu özelliğiydi. O sadece bir feodal bey, sadece bir aşiret reisi değil, bir lider özelliğini de taşıyordu. İşte bu güçlü ve karizmatik kişiliğin karşısında Saroxa’nın şansı hiç yoktu. Kader ona aynı oyunu oynuyordu; yine mevzilerini terk etmek zorunda kaldı. Güneyden kuzeye kaçmak zorunda kaldı. Ama hırslı ve inatçıydı. Mücadeleyi öyle kolay terk edecek biri değildi. Artık o Kuzey Havêrkan’da hüküm sürerken, Haco güneyde… Mücadele devam ediyordu. Üstelik çok daha hırslı ve acımasız bir şekilde… Saroxan, Suriye’deki Kürtlere büyük kin ve nefretle saldırmaya başladı. Sık sık güneye inip Haco’ya bağlı köylere saldırıyor, talan ediyordu. Cegerxwîn “İç çatışmalardan sonra Saroxan Ağa kuzeye geçti ve Suriye’ye kaçan Kürtlere düşmanlığa koyuldu. Saroxan, ulusuna çok kötülük yaptı. Haco Ağa’yı öldürtmek için de elinden geleni ardına koymadı.” Diye belirttikten sonra Hesen Ağa’nın ( Haco’nun oğludur. NC) ağzından, aşağıdaki ilginç gelişmeleri aktarıyordu;
“Hesen Ağa, Haco Ağa ile Saroxan Ağa arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyordu:
Kuzeye gitmeden önce babam, aynı zamanda analığım olan Saroxan’ın ablası Peyrûze Hanımı ve Saroxan’ın yeğeni olan üvey kardeşimi Saroxan’a gönderdi. Kardeşime, ‘Dayına git de ki: Haco artık Havêrkan’a ağalık yapmak istemiyor, yeter ki yakamı bıraksın.’ Dedi. Kardeşim ve annesi gittiler. Saroxan(bu teklife karşılık NC); ‘yeğenim, Türkler babanın başına yüz bin lira ödül koymuşlar. Gel sen bu babanı öldür. Parayı paylaşalım.’ demiş.”
Görüldüğü gibi Saroxan Ağa, mücadeleyi kazanmak ve Haco’yu ortadan kaldırmak için akıl almaz yöntemlere başvurmaktadır. Öz oğlunu bile ona karşı kullanmaya çalışmakta, onu baba katili yapmaya çalışıyordu. Ne var ki bu yöntemler ona yarardan çok zarar vermektedir. Nitekim öz yeğeni ‘Eğer Haco Ağa dayımı öldürmezse ben mutlaka dayımı öldüreceğim.’ diyecek kadar ondan nefret etmeye başlamıştır. Yine rakibinin karşısında yetersiz kalmıştır. Çünkü Haco Saroxan’ın niyetini anlayınca o da onu ortadan kaldırmak için planlar yapmaya başlar ama daha akıllıca… Bu amansız çekişme devam ederken Saruxan bir hata daha yapar; Halil Batê’yi (Yukarda değinilmişti) pusuya düşürerek öldürür. İşte bu olay onun sonunu getrdi. Haco Halil’in intikamını almaya yemin eder. Saruxan’ı artık yaşatmamaya kararlıdır. Haco, Saruxan’ı öldürmek için Şemdin adında Havêrkanlı bir yezidiyi kulandı. Cegerxwîn anlatıyor: “Haco Şemdin’e daha önce haber göndermiş. Ona, ‘Eğer Saroxan’ı vurursan benle çocuklarım, Osmanların aşireti adına söz veriyorum ki düşmanlığını yapmayacağız.” demişti.
Şemdin bu güvenceyi aldıktan sonra, yine Haco’nun yaptığı bir planı uygulayarak, Saroxan’ı öldürür. Öldürmesine öldürür ama aynı zamanda kendi ölüm fermanını da imzalar. Her ne kadar Havêrkan reisi ona güvence vermiş, kan gütmeyeceklerine dair söz vermişse de, öldürülen sıradan biri değildir. Mala Osman hanedanı’nın bir üyesidir. Ailenin diğer üyeleri bunu hiç hazmetmemiş ve intikam kararı alırlar. Üstelik intikamı alan, bir zamanlar ‘Eğer Haco dayımı öldürmezse ben öldüreceğim’ diyen Saroxan’ın öz yeğeni ve Haco’nun oğlu Naif’in ta kendisidir. Naif dayısı’nın katili Şemdin’i babasının evinde uyurken öldürür ve Kuzeye kaçar. Kuzeyde bir süre kaldıktan sonra esrarengiz bir şekilde ölür. Ölümü hala karanlıktır. Kim ve nasıl öldürüldüğü bilinmiyor. En yaygın söylenti Saruxan taraftarlarınca zehirlendiğidir.
Naif ölmesine öldü ama babası onun bu itaatsızlığını hiç bağışlamadı ve cenazesine bile gitmedi. Gitmediği gibi taziyeye de oturmadı. Ölene kadar da mezarına gitmediği söylenir. Ancak öldükten sonra mezarını Naif’in mezarına bitişik kazarlar. Şimdi baba oğul Digurê daki aile mezarlığında yan yana yatıyor.
Haco, artık Havêrkan’ın tek sultanıdır. Aşiret içinde rakipsizdir. Artık O büyük reistir (Hacoyê Mezin). Güç ve otoritesi daha da artmıştır. Ne var ki, Saroxan’ı öldürtme biçimi gerek aşiret gerekse de Kürdistan da pek hoş karşılanmadı. Özellikle Yezidi kökenli birine öldürtmesi, gelenekselleşmiş, katı İslami anlayışların etkisiyle yoğun eleştirilere maruz kalmasına neden olmuştur. Ailenin efradı her ne kadar “kol kırılır yen içinde kalır.” anlayışıyla hareket edip olayı bir iç mesele olarak değerlendirerek, dışarı yansıtmıyor idiyseler de, içten içe homurtular işitiliyordu. Sıradan Havêrkanlı açık açık sesini çıkartmıyordu ama o da olayı tasvip etmediğini bir şekilde belli ediyordu. Ancak Haco’nun bu homurtuları önemsediği veya yaptıklarının doğruluğundan kuşku duyduğu söylenemez. Bu güçlü kişiliğinin bir göstergesi olsa gerek… Şeyh Sait isyanında takındığı tavırla ilgili yapılan eleştiriler ve değişik yorumlar gibi bu konudaki eleştiriler ve yorumlar da günümüze kadar devam etmiştir.
Milliyetçi Bir Kürt Lideri Olarak Haco
Bundan önceki bölümün başında da belirtildiği gibi karizmatik olduğu kadar ilginç olan bu kişiliğe yönelik övgüler kadar eleştiriler de çokça yapıla gelmiştir. Ama tüm bunlara rağmen Haco’nun yurtsever ve milliyetçi kişiliği yadsınamaz. Suriye Kürdistan’ındaki Kürt hareketine katkıları gerçekten övgüye değerdir. Bireysel olarak ekonomik ve sosyal kazanımlar edindiği bir gerçektir. Ancak o güne kadar Cezire siyasetinde pek sesleri çıkmayan, politik arenada pek etkili olamayan, bir avuç aydının dışında milliyetçi etkinlikleri görülmeyen Kürtlerin, kısa bir sürede Araplardan sonra bölgenin en etkili etnik unsuru haline gelmelerinde, onun belirleyici bir rol oynadığı da bir gerçektir.
“…Haco Ağa’nın yaşamı ve eylemleri, Suriye’de yaşanan Kürt siyasi hareketlenirinin çeşitli aşamaları arasında bir süreklilik olduğunu göstermektedir. Bu durum, onun bir Kürt milliyetçisi olarak boy gösterdiği ilk yıllarda Hoybûn ile ittifak yapması, daha sonra Hawar tarafından başı çekilen kültürel uyanış hareketine katılması ve 1930’ların ortasında Cezire’nin özerkliğini savunan bölgesl harekette önemli rol oynaması bu sürekliliğin göstergesidir. Ayrıca, Haco yükselen Kürt milliyetçisi hareketin tüm çelişkilerinin vücud bulduğu bir karakterdir. Haco Ağa bir açıdan aşiret bağlılıklarına karşı milli aidiyetleri destekleyen imgeler ve fikirleri kullanan milliyetçi bir propagandist olarak Kürt aşiretlerine pan-kürtçü dayanışmayı anlatmaya çalışmaktadır. Öte yandan, aşiret reisi olarak kendine daha bölgesel ve yerel hedefler belirleyerek kişisel çıkarlarını korumayı başarmıştır.
“…Haco Ağa, milliyetçi çevrelere katılmasına rağmen, aşiret onun siyasi ve ekonomik gücünün ve dolayısıyla sosyal itibarının temeli olduğu için, Ağa milliyetçi çevrelerde eski aşiret düzeninin temsilcisi olma durumunu sürdürmüştür. Bir Kürt milliyetçisi olarak söylemleri Cezire bölgesinde Kürt aşiretleri arsında şöhretinin katlanarak yayılmasına yol açmıştır… Haco Ağa’nın aşiretler ve milliyetçi çevrelerdeki dikkat çeken şöhret, bir dizi uygun koşulun ve etkenin bir araya gelmesiyle açıklanabilir.”[14]
Suriye’de yer edindikten sonra kuzeyden kaçıp gelen birçok yurtsevere ev sahipliği yaptı, maddi manevi her türlü destek ve yardımı esirgemedi. Başta şeyh Sait aile efradı olmak üzere, Cemil paşalar, Bedirhaniler, Cemilê Çeto’nun aile efradı, Mala Aliyê Yunus ve daha birçok şahsiyet Türk hükümetinin baskılarından kaçıp Suriye’ye vardığı andan itibaren Havêrkan lideri onlara evinin kapılarını açmış ve her türlü yardımı yapmıştır.
Bunların başında Mir Celadet Bedirxan gelmektedir. Celadet Bedirxan’ın Suriye’deki en büyük destekçisi Haco idi desek abartmış sayılmayız. Konê Reş Celadet Beyin Haco’yla ilişkileri konusunda şöyle yazar:
“Celadet Bey Tırbesipi’yê de Haco ve çocuklarının yardımlarıyla yöredeki yurtseverler Kürtler arasında çalışmalarını sürdürüyordu. Mir, zamanının büyük bölümünü Haco’ların sınıra yakın köylerindeki evlerde geçiriyordu. Bu köylerden biri Çaçan Haco’nun evinin bulunduğu Mizgevt köyü idi. Bu köyde bir kaya vardı. Mir köyde olduğu zamanlar genellikle gider o kayanın gölgesinde oturur. Bu nedenle kaya’ya “Mir’in Kalesi” (Lata Mîr) deniliyordu ve günümüze kadar o isimle anıla gelmiştir. Zaman zaman Hesîça’ya gidiyor ve Kürt dilinin esasları üzerindeki çalışmalarını sürdürüyordu. O zamanlar Fransız Hükümeti Haco’yu sınırdan uzaklaştırmış ve Hesîça da gözetim altında tutuyordu. Mir buraya geldiğinde yine Haco’nun yanında kalıyordu.”[15]
Haco’nun yardımlarını esirgemediği ünlü kişilerden bir diğeri de sürgünde bulunduğu Antalya’dan firar edip, İran’a oradan Ağrı’ya geçip direnişe katılma amacında olan ünlü Hamidiye Alayları komutanı Haydaran’lı Kör Hüseyin Paşadır. Paşa önce Suriye’ye geçip oradan Ağrıya ulaşmak niyetindedir. Suriye’ye geçtiği günden ayrılmasına kadar, Haco’yla temas halinde olmuş ve her türü desteğini almıştır. Hüseyin Paşanın oğlu Mehmet Bey anılarında şöyle diyordu:
“Huduttan, Halep şehrine geçtik, Suriye’ye geçmemizin sebebi burada kurulmuş olan Kürt Hoybûn Cemiyeti’ne katılmaktı. Halep’te Haco Ağa’nın yanına gittik. Paşa bir müddet Haco Ağa’nın yanında misafir kaldı.”[16]
Haco, Hüseyin Paşa’yı Suriye’ye yerleşmesini ve çocuklarıyla Hoybûn içinde çalışması için ikna etmeye çalışıyor ancak o, İran’a geçip Ağrıya ulaşmada ısrarlıdır. Haco’nun adamları Paşa’ya sınırı geçene kadar eşlik ederler. Bu arada Türk Hükümet güçleriyle birçok çatışmaya girerler. İran’a geçmek mümkün olamıyor. Bunu üzerine Irak’a oradan da İran’a geçmeye karar verilir. Bu süreçte de Haco, Paşa’ya her türlü desteği sağlar. Mehmet Bey anlatıyor:
“…Haco Ağa’nın evinde kaldık. Haco Ağa Paşaya:
‘ Hoybûn Cemiyeti size Şam’da bir ev yapsın, siz orada oturun, çocuklarınıza da görevler verilsin çalışsınlar’ dedi.
‘Paşa: Hayır, Şam’da oturmamın bir anlamı yok. İran’a geçip oradan Ağrı’ya ulaşmalıyım’ dedi.”
Paşa bir süre Haco’da kaldıktan sonra Irak’a geçer. Oradan İran’a sonrada Ağrıya ulaşmak amacındadır. Ancak Türk hükümetinin girişimleri sonucu İngiliz manda yönetimi Paşa’nın İran’a geçmesine izin vermez. Tekrar Suriye’ye geri döner ve bir süre daha Haco’nun Misafir kalır. Baharda Hoybûn’nun da yardımıyla paşa tekrar Irak’a geçer. Çocukları Suriye’de Haco’nun evinde kalırlar. Paşanın Oğlu Mehmet Bey anlatmaya devam ediyor:
“Paşa Irak’a geçtikten sonra bizimle birlikte Suriye’de Haco Ağa’nın evinde kalan Mutki Aşiret Reisi, Hacı Musa Bey hastalanıp, vefat etti. Cenazesini, Hoybûn merasimle Dargır’e defnetti.
Hüseyin Paşa oradan bize bir mektup gönderdi. Mektupta, bahara İran’a geçeceğini, bizlerin de hangi yoldan olursa olsun bir şekilde İan’a geçmemizi istemekteydi.
Bu mektuptan sonra ben, Yusuf, Afit, Nadir ve Süleyman Bışarê Çeto’nun ve Haco Ağa’nın adamlarından oluşan bir grubun refakatinde Suriye hududunu geçip, Türkiye’ye girmek için yola çıktık.
Hudutta Kürt milisleriyle ve Türk jandarmalarıyla çatışmaya girdik. Birkaç çatışmadan sonra Mardin yakınlarına ulaştık. Burada Haco Ağa’nın adamları geri döndüler, bizler de yola devam ettik. Jıkeftê-Perixanê’da sabah oldu. Milisler ve jandarmalar etrafımızı çevirdiler. Sabahın alacakaranlığında çatışma başladı. Haco Ağa’nın adamları dağda, biz ise olduğumuz yerde çatışmaya girdik… Öğleye kadar çatışma devam etti. Öğleden sonra biz mevzilerimizden çıkıp yola devam ettik. Korktular, üzerimize gelmediler…”[17]
Haco’nun yardımlarını gören bir diğer ünlü aile (Mahmut Baksi’nin anlatımına göre 1750’den bu yana Sason dağlarında Türk Devleti’ne karşı direnen) Mala Aliyê Ûnis’dur. Bu ailenin yiğitliği Kürdistan’da dile destandır. Osmanlıların korkulu rüyası oldukları gibi Cumhuriyet döneminde devletin baskıcı politikalarına karşı sürekli direnmiş ve çok ağır bedeller ödemelerine karşın hiçbir koşulda baş eğmemişler. 1925 Serhıldanın’a omuz verdiler ve sonuna kadar savaştılar. Yenilgiden sonra devletin hışmına uğrayanların başında onlar vardı.
“Yalnız Mala Aliyê Ûnis değil, bizzat devlet yanlısı bir çok hain aşiret ve ağa dahi devletin bu hışmından payını aldılar. Malları yağmalandı, liderleri idam edildi, namusları ve şerefleri askerlerin çizmeleri altında çiğnendi…
Sağ kalıp yakalanamayan savaşçılar, gözü kara savaşçılar (mêrxasên çekdar û çav sor) bir yandan çatışmaya devam ederken diğer yandan Suriye sınırını (bınxetê) geçip Mala Haco’ya sığınıyorlardı.”[18]
Mahmut Baksi aynı eserin başka bir yerinde bu aileden üç kardeşin devlete karşı yiğitçe verdikleri mücadeleyi ve hazin sonlarını anlatırken şöyle diyordu:
“Sabah erken daha güneş doğmadan, üç kardeş birbirine omuz vermiş, silahlarını kuşanmış, yönlerini Newala Qaramûsê’ ye vermişlerdi. Onların amacı sınırı geçip Mala Haco’ların yanına varmaktı… Roma Reş (Kürtler arasında Türk askerine verilen isim)onları adım adım takip ediyordu. Köy köy, dağ taş her yerde onları arıyordu. Eli, Xelil ve Mamê, devlet tarafından fermanları yazılan Mala Aliyê Ûnis’e mensup bu üç kardeş’in çabası sınırı geçip binxete ulaşmak( Hacolara ulaşmaktır. NC)”
1925 sonrası Suriye’ye geçmek zorunda kalıp Haco’nun konuk ettiği ve yardımlarını esirgemediği daha birçok şahsiyet sayılabilir, hatta bunların arasında devletin baskılarına dayanamayıp kaçan Haco’nun düşmanları Dekşûri ileri gelenleri bile vardır. Kısacası Hacolar kuzeyli Kürtler için başı sıkışınca başvuracağı bir sığınaktı desek yerinde olur. Ancak Haco’yu önemli bir tarihsel kişilik yapan onun bu yönünden daha çok, Kürt özgürlük mücadelesine yaptığı katkılarıdır, Xoybûn içindeki faaliyetleridir. Denilebilir ki onun gelenekçi bir aşiret reisi yanını, 1925 başkaldırısında gösterdiği zaafları dahi gölgede bırakıp, milliyetçi bir Kürt lideri yönünü ön plana çıkartan bu örgüt içindeki çalışmalarıdır. Haco’nun tarihsel kişiliğinin anlaşılması bir yerde Xoybûn’un niteliğini, amaç ve hedeflerini anlamaktan geçer. Bu bakımdan Haco’nu faaliyetlerinden önce, 1925 sonrası Kürt özgürlük mücadelesinin oldukça önemli sayfalarından birini teşkil eden, örgütlenmeye yeni ve uzun erimli bir soluk katan, ulusal mücadeleye çağdaş ve modern bir nitelik kazandıran Xoybûn’nun kuruluş ve çalışmalarıyla ilgili bilgi vermekte yarar vardır.
Xoybûn’un Kuruluşu (5 Ekim 1927)
Xoybûn Yakın Kürt tarihinin en önemli siyasal organizasyonlarından biridir. İlk Modern Kürt örgütü kabul edilmesi abartılı olmasa gerek… Onu ortaya çıkartan şartlar, 1925 Hareketi sonrası Kuzey Kürdistan da oluşan ve Kürtler için oldukça zor bir dönem olan süreçte oluştu. Ağır bir yenilgi alınmış, tahribat büyüktür. Devlet güçleri çok yönlü bir saldırı başlatmışlardır. Yenilgiyle birlikte başlayan terör ve baskı ortamında milliyetçi Kürt aydın ve yurtseverlerin barınma imkânı kalmamıştır. Kürtlük adına ne varsa saldırı hedefidir. Ama tüm bu saldırılara rağmen, bir birinden kopuk da olsa yer yer direnişler devam etmektedir. İşte böylesi bir ortamda milliyetçi, aydın ve sorumluluk taşıyan Kürt liderleri çareler aramaktalar. Yeniden toparlanma, örgütlenme ve devam eden direniş hareketlerini bir merkezden yönetilmesi gerekliliğine inanırlar. Bunun için de bütün yurtsever Kürt örgüt veya gruplarını bir araya getirme düşüncesi üzerinde yoğunlaşırlar. Bu düşüncelere öncülük edenlerin büyük bir kısmı 1925 yenilgisiyle yada daha önce Kuzey Kürdistan’dan Suriye’ye geçen entelektüel, aydın, ağa, aşiret liderleri vb. şahsiyetlerdir. Fransız Manda yönetimi Kürtlerin bu doğrultudaki örgütleme faaliyetlerinde siyasal geleceği açısından bir tehlike görmemekte hatta çıkar ummaktadır. Bu nedenledir ki ;
“Fransızlar Suriye’deki Kürt göçmenlerinin yaygın milliyetçilik faaliyetlerine ve Şam, Beyrut gibi şehirlerde öncü politik ve kültürel merkezler kurmalarına izin veriyorlardı. Çoğunluğu Türkiye’den Suriye’ye göç etmiş olan muhacirler, aynı zamanda Türk karşıtı hareketin de organizasyonunu sağlayıp, Suriyeli Kürtlerin lideri olmuşlardı.
…Suriye’deki Kürt göçmenlerinin en önemli faaliyeti, 1927’de amacı Kürt milliyetçiliğini yaymak ve Türk karşıtı Kürt faaliyetlerini yönlendirmek olan Hoybûn’u kurmak oldu.”[19]
Naci Kutlay, Xoybûn’un kuruluşu ve kurucularıyla ilgili şunları yazıyor:
“…Türkiye’den kaçan Kürt aydınlarının, Şeyh Sait isyanına katılanlardan Suriye’ye geçebilenlerin ve Şeyh Sait’e karşı devletin yanında yer alıp, 1926’da Batı Anadolu’ya sürgün edilecek ağa ve beylerden Suriye’ye kaçanların katılımıyla oluşan Hoybûn Örgüt’ü, çağdaş bir programdan yoksun, tarihen kaybetmiş Kürtlerin bir örgütüydü. İçinde aydınlar vardı, ama ipler eski aristokrat ve feodal ailelerin elindeydi. Bedirhani Ailesi’nden Celadet ve Kamuran Beyler öncüydü. Vanlı Memduh Selim Bey önemli bir rol oynadı. Haco Ağa ve Serbesti gazetesi başyazarı Mevlanazade Rıfat Bey de vardı.” ( Naci Kutlay, yage)
Rohat Alakom’a göre yeni bir örgüt fikrini ilk olarak ortaya atan ve bu anlamda Hoybûn’un kuruluş çalışmalarına öncülük eden kişi Memduh Selim Bey dir. Bununla birlikte söz konusu sürece katkı sunan birçok şahsiyeti saymak mümkündür; Bunların başında, Naci Kutlayın söz ettiği şahsiyetlerin dışında, daha sonra Ağrı Direnişi’nin askeri komutanlığına atanacak olan İhsan Nuri Paşa, Dr. Mehmet Şükrü Sekban, Şeyh Sait’in Oğlu Şeyh Ali Rıza, Berazi aşireti lideri Mustafa Şahin’i saymak gerekir. Bütün bu şahsiyetlerin yaptığı bir dizi görüşme ve çalışmanın sonunda bugün de Kürtler için hayati bir öneme sahip olan ve örnek alınması gereken “bütün Kürt örgüt ve partilerinin bir çatı altında toplanması” noktasında hemfikir olurlar. Bu çerçevede geliştirilen ilişkiler ve çalışmalar o günün koşullarında faaliyet gösteren ancak 1925 yenilgisiyle pek etkinlikleri kalmamış olan; Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Millet Fırkası, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye ve Kürt İstiklal Komitesi veya Kürt Ulusal Birliği (Azadi) adlı Kürt örgütlerinin bir çatı altında toplanması konusunda somutlaşır. Artık birlik ve yeniden toparlanma için uygun ve güvenli bir yer ve zaman tespitinden başka her hangi bir engel kalmamıştı. Nihayet 5 Ekim 1927 günü sözünü ettiğimiz örgütlerin temsilcilerinin yanında birçok etkili Kürt şahsiyet ve lideriyle “dağlardaki ulaşılması güç ve emin yerlere sığınmış isyancı savaşçıları temsil eden delegelerin” katılımıyla bir kurultay toplanır. Kürt Ulusal Kurultayı adı verilen bu kurultayın yeri ve zamanı konusunda farklı bilgiler vardır. Örneğin Kurultayın toplanma yeri ile ilgili, İhsan Nuri Paşa ; “Uzak bir yerde”, Süreya Bedirhan ; “Kürdistan dağlarının birinde”, Garo Sasuni; “Yabancı bir ülkede”, bazı kaynaklar da; Lübnan’ın Bahamdun kentinde toplandığını yazmaktadır. Daha farklı yerleri gösteren kaynaklar da vardır. Aynı şekilde Kurultayın toplanma zamanıyla da ilgili farklı tarihler verilmekle birlikte son dönemlerde yapılan araştırmalar sonucunda bulunan örgüt tüzüğünün birinci maddesi bu konudaki belirsizliğe son vermiştir. Söz konusu madde, aşağıda verilen tüzük maddelerinde görüleceği gibi 5 Ekim 1927 tarihini net olarak belirtmektedir. Toplanma yeri olarak Lübnan’ın Bahamdun kenti, genel kabul görmektedir. Bu çelişkili bilgilerin, özellikle yer konusundaki farklı bilgilerin bir bölümü büyük ihtimalle güvenlik nedeniyle bizzat kurultayı toplayanlar tarafından verildiği sanılmaktadır.[20]
Xoybûn’un Amaç ve Hedefleri
Dr. M. Nuri Dersimi, “Hoybûn Kürdistan’ın Türkler elinde bulunan parçasını Türk idaresinden kurtarmayı hedef kabul etmiştir.” diye yazmaktadır, ancak bu konuda daha detaylı bilgilere ulaşmak için örgütün tüzüğüne bakmak gerekir. Bu nedenle Xoybûn’un tüzüğünün ilk beş maddesini aşağıya aktarıyoruz.
“1. 5 Ekim 1927 günü toplanan Birinci Kürt Kongresi’nin kararıyla, Xoybûn ismiyle milli bir Kürt Cemiyeti kurulmuştur.
2. Cemiyetin amacı, Türkiye’nin egemenliği altında bulunan Kürt ve Kürdistan’ın kurtarılması ve kendi milli hudutlarının ayrılmasıdır.
3. Bu gayeye varmak için cemiyet bütün Kürtleri etrafında toplayacak ve karşılıklı çıkarlar doğrultusunda her türlü unsurla ilişkiye geçecektir.
4. Kürt milli andını ve bu tüzüğünün maddelerini ve çalışmayı kabul eden her Kürt, Xoybûn Cemiyeti’ne üye olabilir. Her üye cemiyete girdiğinde giriş parası verecek ve aylık aidatını ödeyecektir.
5. Cemiyete katılacak her kişi yemin edecek ve yetkili bir kurul tarafından kabul olunacaktır. Doğrudan doğruya örgüt işlerinden sorumlular cemiyete kabul edecekleri kimselere aşağıdaki yemin örneğini belge şeklinde yazdırarak imza ettirirler.”[21]) ettirirler.
Tüzüğün ikinci maddesinde örgütün asıl amacının; Türkiye’nin egemenliğinde bulunan Kürdistan’ın kurtarılması ve milli sınırları olan bağımsız bir Kürt devletinin kurulması olduğu çok net olarak ortaya konulmuştur. Üçüncü maddede ise belirlenen amaca ulaşmak için bütün Kürtleri örgütlemeyi hedeflediğini belirterek, milli hedeflere yönelmiş, mahalli- aşiretsel yapılanmaları aşan milliyetçi, çağdaş bir örgüt olduğunu göstermiştir.
Ayrıca Xoybûn’un birinci kongresinde şu kararlar alındı:
“Kürdistan’dan son Türk askeri atılıncaya kadar mücadeleye devam edilmesi,
Bütün Kürt birliklerini yönetecek bir genel komutanlık oluşturulması,
Bu güçlerin organize edilmesi ve modern teçhizatla donatılması,
Türkler tarafından işgal edilen dağların birinde askeri üs oluşturarak, bu üssün depo olarak kullanılması,
Pers Hükümeti ve kardeş Pers halkıyla iyi dostluk ilişkilerinin geliştirilmesi,
Suriye ve Mezopotamya Kürtlerine Manda koşullarına yetinmek ve onlar için hiçbir politik hak talebinde bulunmayıp bu hükümetlerle iyi ilişkiler kurulması”[22]
Görüldüğü gibi bu kararlarla amaca ulaşmak için başvurulacak mücadele yöntemleri ve araçları ortaya konulmuştur. Adeta daha önceki yenilgilerden dersler alınarak, oldukça temkinli ve kararlı davranmaktadır. Verilecek mücadelenin asıl yönteminin askeri olacağı ve bunun için yapılacak hazırlıklar belirtilirken, önemli diplomatik hedeflerde ortaya konulmuştur. Öncellikle benzer kaderi paylaşan ve bu anlamda çıkarları bir olan Ermeni ulusuyla geçmişte yaşanan olumsuzlukların yarattığı güvensizliklerin giderilmeye ve dostluk temelinde ilişkiler geliştirilmeye çalışarak, Panislâmcı hedeflerden uzaklaştığını, tam anlamıyla modern, milliyetçi bir organizasyon olduğunu göstermiştir. Xoybûn belirlediği bu hedeflere ulaşmak için uluslararası ittifaklar kurmaya yönelmiştir. Özellikle milliyetçi Ermeni Partisi Hıncak-Daşnak’la iyi ilişkiler kurulmuş karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma içinde olmuşlardır. Bu nedenle Xoybûn karşıtları ve Türk Hükümeti onu yıpratmak, dini tüm çevrelerde karşı muhalefet geliştirmek için bu ilişkileri propaganda aracı olarak kullanmışlardır.
Örgüt İran ve Irak hükümetlerine de benzer dostluk mesajları göndermiştir. Bu mesajlarla cephe daraltılmaya çalışılmıştır. Türk Hükümetine karşı başlatılacak askeri mücadele öncesi verilen “kardeş Pers halkı” mesajıyla İran, hükümetinin aleyhte girişimlerini engellemeye yöneliktir. Her ne kadar, başlayan Ağrı İsyanı’nda İran hükümetinin Türkleri destekleyici faaliyetleri engellenememişse de zekice yapılan diplomatik bir manevradır. Aynı kaygılarla Irak ve Suriye’de manda devletler kuran İngiliz ve Fransız hükümetlerine de dostane mesajlar yollanmıştır. Yukarda 6’nolu kararda görüldüğü gibi, Suriye ve Irak’taki Kürtlere açıkça manda yönetiminin verdiğiyle yetinmeleri ve bu devletlerin hükümetleriyle iyi geçinmeleri, sorun çıkartmamaları telkin edilmiştir. Böylelikle Kuzeyde başlatılacak direnişin hedefini daraltma, güçleri hedefe yoğunlaştırmak, İngiliz ve Fransız hükümetlerinin desteğini almak ya da en azından tarafsız bırakmayı amaçlanmıştır. Doğrusu oldukça kıvrak bir diplomasi örneği sergilenmiştir. Ne var ki Xoybûn’un bu tutumu, gelenekçi Kürt çevrelerinde kuşkuların oluşmasına ve “bütün parçaya feda edilmiştir” diye yer yer eleştirilmesine neden olmuştur.
[1] (1924) Suriye Kominist Partisi yayın organı Direseti İştiraki -1985, Aktaran Özgür Politika Gazetesi, 15 Eylül. 2002
[2] Fransızların Doğu Ordusu Komutanı Hotzencer’in 1918, 1923 yılları arası anılarını içeren Zehebi adlı kitabından aktaran Cegerxwîn, Hayat Hikâyem, Evrensel Basın Yayın, S.98-99 )
[3] Naci Kutlay, 21. Yüzyıla Girerken Kürtler , Peri Yay, s.88
[4] Naci Kutlay, 21 Yüz Yıla Girerken, Kürtler, Peri yay. s.88
* Bu telgrafta Havêrki aşiretinin ismi ‘Hüveyri’, Haco’nun ismi de ‘Haço’ olarak yanlış yazılmıştır.
[5] BOA. HR. SYS. 2542-6/28-30 //www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge/994/066.doc sitesinden alınmıştır.
[6] Cemil Gündoğan, 1924 Beytüşşebap İsyanı ve Şeyh Sait Ayaklanmasına Etkileri, Komal Yay s. 32
[7] Cegerxwîn, Hayat Hikâyem, Evrensel Basın Yayın,S.170
[8] Hasan Hişyar Serdî, Görüş ve Anılarım, Med Yay. S. 399
[9] Hamit Kılıçaslan’ın Çaçan Haco ile yaptığ röportajı, Çıra dergisi, 1995, Sayı 3, sayfa;
[10] Hajo’s Fisce, Velud, Aktaran Nelide Fuccaro. Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri, Abbas Vali, Avesta yay. S. 257, 52. Dipnot.
11 Nelida Fuccaro dan aktaran; Abbas Vali Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri, Avesta Yay. S 258
[12] Cegerxwîn, Jinenigariya min, aktaran Rohat Alakom, Hoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması, Avesta Yay. S 43
[13] Bruinessen yage, eserin adı ve sayıfa numarası
[14] Nelide Fuccaro, Aktaran ;Abbas vali, yage. Sayfa 258
[15] Konê Reş’ten Aktaran Dr. Zerdeşt Haco, Mir Celadet Bedirxan, Jiyan û remanên wî, www. demanu.com.tr/kovaradeng/arsiv/sayi61/yazi_05_mirceladet.htm – 30k Sitesisindeki yazısı.
[16] Kemal Süphandağ, Ağrı Direniş ve Haydaranlılar, Fırat yay. say. no 115
[17] Kemal Süphandağ, Ağrı Direnişi ve Haydaranlılar, Fırat yay. S.119, 120
[18] Mahmut Baksi, Serhıldana Mala Aliyê Ûnis, Weşanên Welat s. 75
[19] W.Jwaideh, Kürt Miliyetçiliğinin Tarihi Kökenleri Ve gelişimi, İletişim Yay, S. 277-278
[20] Rohat Alakom, Hoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması, Avesta yay. S.26, 21 yage s. 26
[22] M. Bayrak, Kürdoloji Belgeleri- ıı Özge yayınları, s.379
Share
Nîşane: binxet, Hevêrkan, Hevêrkan aşaireti, Hoybun, Surye, XoybÛn
Nezîrê CIBO/ Hevêrkan Aşiret Konfederasyonu- VI
17 Şubat 2010 par Kovarabir
Dans BÎR hejmar 10, Dîrok, Lêkolîn & Analiz, Nezîrê CIBO, Nivîskar
1 Sirov
digg
Hoybun’nun Kurucu ve yöneticileri
Milli Kürt Kurultayı’nın aldığı en önemli karar kuşkusuz o günün şartlarında Kürt davasında var olan bütün örgütlerin, siyasi oluşumların birleştirilmesidir. Yukarda isimlerini zikrettiğimiz bütün örgütler kendilerini feshederek bir çatı altında birleştiklerini açıklarlar. Böylece Kurultay aynı zamanda Hoybun’un kuruluş kurultayı olmuştur. Diğer bir ifadeyle 5 Ekim 1927 tarihi Hoybun’un da kuruluş tarihi olmuştur. Doğal olarak kurulan yeni oluşumun ilk yöneticileri de aynı kurultayda seçilmiştir. Bu konuyla da ilgili bazı belirsizlikler olmakla birlikte, bu gün Hoybun’un ilk yöneticileriyle ilgili net bilgilere sahibiz diye biliyoruz.
Araştırmacı yazar Rohat Alakom; Hoybun’nun ilk kuruluş toplantısına katılan Ahmet Abdurahman Ağa’nın anılarına dayanarak Hoybun’nun mer- kez komitesine seçilenlerin bir listesini veriyor. Söz konusu listede şu isimler vardır: Celadet Bedirxan, Memduh Selim Bey, Mehmet Şükrü Sekban, Haco Ağa, Ramanlı Emin, Şeyh Ali Rıza, Mustafa Şahin, Bozan Şahin, Kerim Bey, Tefik Bey, Kamil Bey, Bedrettin Ağa, Liceli Fehmi. Her ne kadar farklı kaynaklar bu listeyi kimi değişikliklerle veriyorlarsa da doğruya en yakın bir liste olduğu söylenebilir. Örgütün Merkez komitesine seçilen bu kişiler kendi aralarında Celadet Bedirxan Beyi de ilk başkan olarak seçerler.
Listede yer alan kişilerin sosyal, toplumsal, kültürel konum ve yapılarının çok renkliliği hemen dikkati çekmektedir. Yüksek tahsilli, bir kaç dil bilen aydınlardan, okuryazar bile olmayan aşiret reisine, öğretmeninden toprak sahibi ağasına, tarikat kökenli şeyhine kadar her kesimden şahsiyetler yer almıştır. Adeta Kürt toplumunun küçültülmüş, daraltılmış bir numunesi gibidir. Oldukça namlı, karizmatik kişiliğin yanında entelektüel, bilge kişilik, oldukça nüfuzlu derebeyi veya tarikat mensubunun yanında, oldukça mütevazı bürokrat, öğretmen kişilik yan yana olmuş, kafa ve gönül birliği yapmıştır. Sosyal, ekonomik, kültürel farklılıklarına rağmen hepsinin ortak bir özelliği de vardır; hepsi Kürt milliyetçisidir. Günahlarıyla sevaplarıyla, tarihe mal olmuş, Kürt davasına büyük katkıları olmuş, bu uğurda büyük çileler çekmiş, bedeller ödemiş şahsiyetlerin tanınması amacıyla yaşam öykülerinden kısa kesitler vermenin yararlı olacağını düşünüyorum.
Celalet Bedirxan(1893-1951);
Celadet Bedirxan, Kürt özgürlük hareketinin koca çınarı, namlı Bedirxan hanedanın bir üyesidir. Mir Ali Bedirhan’nın oğlu ve son Botan Miri Bedirhan Beyin torunudur. Annesi Çerkez kökenli Senihe Hanımdır. 26.04 1893’te Istanbul’da doğdu.
Kürt özgürlük hareketine, Kürt kültürüne, diline, edebiyatına büyük katkıları olan, Hoybun’un “bilge” tabirini en çok hak eden üyelerinden ve ilk başkanıdır. Avrupa’da eğitim görmüş, batı kültürünü özümsemiş, bir kaç dil bilen siyaset, kültür ve edebiyat adamıdır. Bir yandan özgürlük düşmanlarına karşı mücadele ederken diğer yandan Kürt dili ve edebiyatı üzerinde çalışmalar yapmış, Kurmanci lehçesinin gelişimine katkılar sağlamıştır. Şam’da Kürt yayıncılığında çok önemli bir yeri olan ve ‘Kürt Ansiklopedisi’ olarak nitelendirilen, Hawar dergisinin sahibi ve editörüdür. Denilebilir ki Kürt özgürlük mücadelesinin her alanında mücadele etmiştir. O büyük hanedanın varisi, bu uğurda çekmedik çile kalmamıştır desek yeridir. Son dönemlerinde içine düştüğü ekonomik sıkıntıları gidermek için çiftçiliğe başlar. Ancak ektiği tarlanın su ihtiyacını karşılamak için kazdığı kuyuya düşerek boğulmuştur. Mehmet Uzun’un Kader Kuyusu romanı, Celadet ve ailesinin yaşam öyküsünü konu almıştır.
Memduh Selim Bey (1880-1976);
Kürt coğrafyasının yetiştirdiği en büyük aydınlardan biridir. Aslen Vanlı dır. Birçok kaynakta Hoybun örgütünün kuruluş düşüncesini ortaya atan ve öncülüğünü yapan kişi olarak kabul edilmektedir. Felsefe ve siyaset tahsili görmüş. Antakya’da felsefe öğretmenliği yapmış. Günümüz Türkiye’sinin önemli simalarından Cemil Meriç, Avukat Halit Çelenk, Sendikacı Kemal Sülker onun öğrencileridir.[1] Hoybun’dan önce birçok örgütsel faaliyette bulunmuştur. Rojî Kurd(1913) ve Jîn (1918) dergilerinin yayınlanmasında rol oynamış ve yazarlığını yapmıştır. Teşkilat-ı Iştimaiye, Kürt Milli Fırkası adıyla kurulan cemiyetlerin kuruluş ve yönetimlerinde yer almıştır. Hoybun Merkez Komitesinde görev aldı, aynı zamanda Antakya şubesinin de kurcu ve yöneticiliğini yaptı. “Buradaki Türkler kendisini Türkiye karşıtı etkinliklerinden dolayı döverler”[2]
Naci Kutlay, modern ve gösterişten uzak bir Kürt aydını olarak nitelendirdiği Memduh Selim Beyle ilgili şunları yazar: “Hoybun-Xoybûn- örgütü’nde, Bedirhani kardeşlerden Celadet ve Kamuran Bey’ler ile Cemil Paşazade’lerin isimleri çok geçer. Bu arada öğreniyoruz, sessiz ve gösteriş- ten uzak bir kişiliği olan Memduh Selim’in büyük emekleri geçmiş.”[3] Oldukça zengin bir kitaplığa sahipmiş. Kürt devrimcisi Necmettin Büyükkaya anılarında “O’nun kitaplığını almak istedim. Ancak hanımı umduğum gibi çıkmadı. Dört bin Suriye lirası ödemek istedim. Kabul etmedi. Kitapların bir bölümünü alıkoyup diğerlerini vermek istedi. Kabul etmeyip geri döndüm.”[4] diye yazar.
Mehmet Uzun’un Yitik Bir Aşkın Gölgesinde( Ber Siya Evinê) adlı romanı, Memduh Beyin yaşamını konu etmiştir.
Dr. Mehmet Şükrü Sekban (1881-1960);
Ergani doğumludur. Hoybun’un aydın kadrolarındandır. Ilk kuruluş kongresini o yönetti. Hoybun’dan önce kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kürt Talebe Hêvî Cemiyetî (1912), Kürdistan Tealî Cemiyeti’nin (1918) kurcuları arasında yer almış, bu örgütlerde aktif çalışmıştır. Uluslar arası platformlarda, Milletler Cemiyeti nezdinde Kürt ulusal haklarını hararetle savunmuştur. Hoybun’un Bağdat Şubesi başkanlığını yapmıştır.
Daha sonraları arkadaşlarıyla fikir ayrılığına düştüğü ve onlardan ayrıldığı bilinmektedir. Yayınladığı (1933) Kürt Sorunu adlı esrindeki düşüncele- rinden dolayı Hoybun’daki arkadaşlarına tamamen ters düşmüş ve yollarını ayırmıştır. Paris’te Fransızca olarak La Question Kurde yayınlanan bu eserde daha önce savunduğu düşüncelerinin aksine; Kürtlerin ana vatanın Orta Asya olduğunu, Turanî bir kavim olduğunu, “antropolojik bakımdan, saf Türk olan Türkmen ile Kürd’ü ayırt etmenin güç olduğunu.. Türkiye’den ayrı bir Kürdistan’ın yaşamasının mümkün olamayacağını” savunmuştur.[5]
Ramanlı Emin (Eminê Perîxanê);
Ramanlı Emin, Batman yöresinde büyük bir aşiret olan Raman aşiretinin lideridir. Kürtlerde sık rastlanan güçlü kadın tiplerinden biri olan annesi Perihan Hanım’dan dolayı Eminê Perîxanê diye anılır. Perîxan Hanım, kocasının öldürülmesinden sonra Kürt geleneklerine uyularak kocasının kardeşiyle evlendirilir. Güçlü kişiliğiyle aşirete liderlik eder. Bir ara tu- tuklanır ve Diyarbakır cezaevinde yatar. Beş erkek çocuğu vardı. Her beş çocuğu devlet tarafından öldürülmüştür.
Emînê Perîxanê, 1925 başkaldırısında “devlet güçlerinin yanında yer alır.”[6] Ancak devletle işbirliği yapan birçok Kürt gibi o da yaranamaz ve isyan sona erdikten sonra devletin yaptırımlarına hedef olur. Sürgüne gönderilmeye çalışılırken bir yolunu bulur ve Suriye’ye kaçar. Burada milliyetçi Kürt hareketine katılır, Hoybun’un kuruculuğunu yapar. 1928’de çıkartılan afla Türkiye’ye döner. Dönüşüyle ilgili ilginç, ilginç olduğu kadar ibret verici bir hikâye anlatılır.
Derler ki aftan yararlanmak için yurda dönüş kararı verince Suriye’deki dostlarıyla vedalaşmaya başlar. Bu arada Haco ile de vedalaşmak için konağına gelir. Haco, ‘Emin duydum ki aftan yararlanmaya karar vermişsin, doğru mu?’ Emin’in ‘Evet, seninle vedalaşmaya geldim’ demesi üzerine Haco, konakta bulunanlara dönerek ‘haydin Emin’in ruhuna bir fatiha okuyalım.’ der. Emin, ‘Haco ben daha hayttayım, ölmedim, neden fatiha okuyorsun?’ diye sorar. Bunun üzerine Haco, ‘Emin sen Türklerin sözlerine güvenerek yurda dönüyorsun ve adım gibi biliyorum ki seni öldürecekler ama biz senin taziyene gelemeyeceğiz. Bunu için şimdiden fatihanı okuyorum.’ der.
Emin Haco’nun bu uyarılarına kulak asmaz ve aftan yararlanarak Türk yetkililerine teslim olur. Teslim olmakla kalmaz, bir kez daha devlete yaranmaya çalışır; Kuruculuğunu yaptığı Hoybun ve birlikte çalıştığı, arkadaşlarının örgütsel sırlarını en ince detaylarına kadar devlete anlatır. Bununla da yetinmemiştir, öz kardeşi Evdila’yı ve arkadaşlarını ihbar ederek devlet güçlerine öldürtür. Artık devlete iyi hizmet ettiğine inanıyor ve oldukça rahat görünmektedir. Ancak yanıldığının farkına bile varmadan uğrunda halkına ihanet ettiği, kardeşini öldürttüğü devlet, tarafından öldürü- lür. Dramatik değil ama ibret verici ölüm şeklini Cegerxwin anlatıyor:
Bir çavuş ve birkaç jandarma (Emin’inin N.C) evine gelerek, ‘komutanımız seni istiyor’ diyerek yalnız ve silahsız olarak evden alırlar. Yolda üzerinde bir dereyi geçerken onu yakalayıp ısız bir harabe olan Erzen harabelerine götürürler ve orada öldürürler. Sonrada bir el silah sıkarak ‘Emin’in oğlu Şükrü yolumuzu kesti ve babasını öldürdü.’ Diyerek hem babayı öldürdüler hem de oğlunun fermanını çkarttılar. Çaresiz kalan Şükrü Suriye Kürtlerinin yanına sığındı.”[7]
Ali Rıza;
Şeyh Sait’in oğludur. Isyan sonrası kardeşi Selahattin’le Irak’a geçer. Daha sonra Suriye’ye geçerek Hoybun’un kuruluş çalışmalarına katılır ve merkez yönetime seçilir. Ancak bir süre sonra örgüt içinde fikir ayrılığına düşer. Aşırı ümmetçi fikirlere sahip olduğu söylenir. Bu yelpazede örgüt içinde anlaşmazlığa düşer ve bir süre sonrada ayrılır. 1928 de çıkartılan aftan yararlanarak Türkiye ye geçer.
Liceli Fehmi (Fehmiyê Licî) ya da Fehmi Bilal (1887-1967);
Örgütün aydın kadrolarındandır. 1925 Hareketi liderlerindendir. Şeyh Sait’in en yakın arkadaşlarından ve sekreteriydi. Özel mektupları dâhil her türlü yazışma işlerini yapmıştır. Hareketin başarısızlığindan sonrası Suriye ye göçmüştür. Bir müddet Fransa’da yaşamıştır.
Ilginç ve renkli bir kişiliktir. Kendi tabiriyle ‘halk arasında farmason, dinsiz ve Allah tanımaz’(Naci Kutlay) olarak tanınır. Cegerxwin onunla ilgili bir anısında şöyle diyor: “Fehmi efendi ile Ali Rıza Efendi (Şeyh Sait’in oğlu N.C) sık sık tartışırlar… Fehmi Efendi (Ali Rıza’ya N.C) ‘zaten baban ve babanın bu sofuluğu evimizi yıkmadı mı? Uçaklar üzerimize geldiğinde baban, kalkın birlikte namazımızı kılalım diyor ve Ömerê Faro’nun dediklerine inanıyordu.”[8]
Liceli Fehmi Hoybun içinde Bedirxanilerle fikir ayrılığına düşer.
Bu ayrılığı en çok Hoybun’un Ermenilerle ilişkileri konusunda olmuştur. Fehmi örgütün Ermenilerle kurduğu ittifak ve yakınlığa karşı çıkmıştır. Bu nedenle Celadet Bedirxan Beyle çok sert tartışmalar yapmıştır. Bu tartışmaların birini Naci Kutlay Diyarbakır Umum Müfettişi Ibrahim Tali’nin yerel bir gazeteye verdiği bir açıklamadan aktarır;
“Hoybun toplantısında da Lice’li Fehmi, Hoybun ve Taşnak örgütlerinin anlaştıkları haritaya karşı çıkarak Celadet Bey’e bağırdı: ‘Beyim iki Ermenistan arasındaki Kürdistan, iki tırnak arasında kalan bit gibidir…’
Celadet Bey: Oğlum Fehmi, bana karşı konuşan sen değilsin…’
Liceli Fehmi: Beyim sana saygılıyım, ama Kürdistan söz konusu olduğunda, yalnız(sana N.C) karşı değil, Allaha da karşı çıkarım…”
Bunun üzerine toplantıda kavga olur, Fehmi Efendinin başı kırılır ve sonunda toplantı dağılır.
Ingiliz kontrolünde bulunan Irak’ta Bahdinan’da bir okul açar ve bu okulda Kürtçe dersler verir. Öğrencileri için Kürtçe öyküler yazdı. Fransızcadan şiir ve öyküler çevirdi. (yage)
1928 Affı’ndan yararlanarak Türkiye’ye döndü. Burdur’a sürgün edildi. Son dönemlerini büyük maddi ve manevi sıkıntılar içinde geçirdi. Ölene kadar Kürt davasına hizmet etti. Kürtlüğe bağlılığını şu tabirle dile getiriyordu: “Fenafil Kurd” Anlamı; (yên kû xwe jı kurditiyê re kirîye nok, bo kurda gor bûye) Kürtlük için ölen, Kürtlük için yok olan kimsedir (yage)
Bozan Şahin(1895-1968);
Barazi aşiretinin liderlerindendir. M. Kemal’in kurduğu I. TBMM de milletvekiliydi. (1920) yine M. Kemalin Başlattığı harekete katılmış ve Yunanlara karşı savaşmış. Savaştan sonra Kürtçülük eğilimleri nedeniyle baskılara maruz kaldı ve Suriye’ye geçmek zorunda kaldı.
Mustafa Şahin(?- 1953);
Barazi aşiretinin ileri gelenlerindendir. Suriye parlamentosunda milletvekilliği yaptı. Diplomat özelliğiyle tanınır. Hoybun’daki iç hizipleşmelerde uzlaştırıcı ve yapıcı özelliğiyle tanınır.
Hoybûn’un kurucu üyeleri ve ilk merkez komitesinde yer alan bu kişilerin bir kısmı daha sonra çeşitli nedenlerle ayrılırken, diğer yandan yeni katılımlarda olmuştur. Ancak burada bizi en çok ilgilendiren, araştırma konumuzun kahramanı olan Haco Ağadır.
Hoybun’nun Kurucularından, Haco Ağa:
Yukarda Rohat Alakom’dan aldığımız listede görüldüğü gibi hikâyemizin asıl kahramanı olan Haco Ağa da Hoybun’un kurucularından ve ilk merkez komite üyesidir. Örgütün geleneksel aşiret güçlerinin en önemli temsilcilerindendir. “Bilinen yollardan (binicilik, kan davası gütme ve devletle iyi ilişkiler sürdürme) politik olarak güçlenmesinin yanı sıra, Haco’nun etkisini artırabileceği bir üçüncü yol daha vardı: Bu da Kürt milliyetçisi olmasıdır. Hoybun Kürt cemaatinin önde gelen üyelerinden biri oldu.”[9]
Kuruluş kurultayının toplanması için en çok çaba harcayanların başında gelir. Örgütün kuruluşunda ve daha sonraki süreçte bütün etkinliklerinde yer almıştır. Örgüte verdiği önemi ve beklentilerini kurultayda yaptığı ko- nuşmada şöyle dile getiriyordu:
“Hoybun partisinin varlığı, varlığımızın, var olduğumuzun kanıtıdır. Bir çok hata yaptık. Düşmanda bu hatalarımızdan yararlandı. Galip devletler, özellikle Ingiltere ile Fransa, Cihan Savaşı’nın sorumluları ülkemizi parçaladı, belimizi kırdı. Davamız büyük. Hoybun bu davanın gerçek takipçisi olmalı.”[10]
Kurultay oturumları süresince üyelerinin ihtiyaçlarının giderilmesi için bütün imkânlarını seferber etmiştir. Kurultayın güvenliğini sağlayan yine ona bağlı Hvêrkanlı silahlı güçlerdi. Gücünü kaybettiği, dağılmaya yüz tuttuğu dönemde toparlanması ve yaşatılması için de en büyük çaba sarf edenlerin başında gelir. Hoybun’un oldukça uzun bir süre ayakta kalmasında Haco’nun ve Havêrkan güçlerinin bu çaba ve desteğinin büyük katkısı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Denilebilir ki Haco, ailesinin bütün imkânlarını örgütün hizmetine sokmuştur. O dönemi yaşayan birçok şahsiyet anılarında bu duruma değinmiştir. Kendisiyle birlikte üç oğlu; Hasan, Cemil ve Çaçan fiilen örgüt saflarında militanca çalışmıştır. Evlerini adeta örgüt’ün birer karargâhı olarak kullanmışlardır. Hevêrkan’da o günleri hatırlayan konuştuğumuz görüştüğü-müz, birçok şahsiyet; “Hacoların bütün evleri, hiçbir zaman konuksuz kalmazdı. Onlarca, yüzlerce konuk, yer içer, yatardı. Kazanlar 24 saat kaynar, onlarca yüzlerce kişi sürekli yemek taşır, koşuşturur, hizmet verirdi.” Diye belirtiyordu. Bu kişilerden biri aynen şunları söyliyordu: “Binxet’e (Hevêrkan’da, TC’nin Suriye ile olan sınırının güneyine Binxet, kuzeyine Serxet denilmektedir.) geçip de Hacoların yemeğini yemeyen yok gibidir.”
Haco’nun Hoybun içindeki en önemli hizmeti Cezire’de Kürt milli- yetçiliğinin yayılması için yaptığı yoğun çalışmalar ve 1930’lardan itibaren ciddi bir etkinlik arz eden Kürt kültür hareketine yaptığı katkılardır diyebiliriz. Fransızlar Cezire’ye girdikleri yıllarda(1920), Kürtler arasında gözle görülür bir milli uyanış veya etkinlikten söz etmek oldukça zordur. Hatta yer yer gelişen Arap milliyetçiliğine entegre olduğu da söylenebilir. Kürtler arasında ümmetçi eğilimler oldukça güçlüydü ve kolayca Arapların, Türklerin yaydığı bu doğrultudaki propagandalara, “gâvura karşı Islam Kardeşliği” gibi pan-islamcı söylemlerin etkisinde kalıyorlardı. Birçok Kürt aşireti bu nedenle Arapların yanında Fransızlara karşı savaşmıştır. Işte Hoybun’un önündeki en önemli sorun, yaymaya çalıştığı modern milliyetçi fikirleri, irili ufaklı birçok aşirete bölünmüş, pan-îslamcı fikirlerin etkisinde, aşiretsel-yerel sorunlarla boğuşan ve ötesini göremeyen Kürt toplumuna ve liderlerine kavratmaktı. Ama bu fikirler “büyük ölçüde batının liberal düşüncesinden yoğun olarak etkilenen entelektüel çevrelerden geliyordu.” Dolaysıyla “kendi aşiretleri, köyleri ve aşirete ilişkin konularla sınırlı bir ufuka sahip aşiret mensupları tarafından kolayıca anlaşılamıyordu.” Bu da, “Hoybun’un milliyetçi mesajlarını daha yerel konulara uygun hale getirilmesi gerekiyordu.” Örgütün bu açmazı büyük çapta Haco Ağa ve diğer milliyetçi duygular taşıyan aşiret liderlerinin katkısıyla aşılmıştır. “1927’den itibaren örgütün aşiret propagandası, Hvêrkan Aşiret Konfederasyonu’ndan Haco Ağa ile Mustafa ve Bozan Ibn Şahin Beg Berazi tarafından koordine edildi… Haco Ağa Hoybun’un Haseke şubesinin bir üyesiydi. Bunun dışında, Kuzey Suriye’deki Berazi aşiretinin reisi Şahin Bey Berazi’nin oğulları Mustafa ve Bozan’ın ise Hoybun’un Halep koluna üye” idiler. “Bu aşiret reisleri, aşiretleri ziyaret ederek veya aşiret reisleriyle görüşerek, kişisel propaganda faaliyetlerine girişmişlerdi. Örneğin, Haco Ağa Türkiye topraklarında yer alan Nusaybin, Mardin, Midyat çevresinde ve Irak Ceziresi’nde yaşayan Kürtler arasında etkin bir konumdaydı ve Bağdat’ta sürgünde bulunan çok sayıda Kürt milliyetçisiyle çok kereler görüşmüştü.”[11]
Görüldüğü gibi Haco, Mala Osman Hanedanı’nın yüz yıllardır devam eden ulusalcı geleneğini Hoybun’un batılı, modern anlayışıyla sentezleyerek sürdürmüştür. Örgütün batı kültürünü almış aydın kadrolarının modern milliyetçi söylemlerini başta Havêrkan ve Cezire Kürdistanı’nın en ücra birimlerine, Kürdistan’ın diğer parçalarına ulaşmasını sağlamıştır.
Haco Örgütün Aydın kadroları, özellikle Bedirxan Kardeşlerin Hawar etrafında başlattıkları kültürel etkinliklerine faal olarak katılmış, çok yönlü bir katkı sağlamıştır. Bazil Nikitin, Kürt milli mücadelesinde çok önemli bir yeri olan bu hareket ve Haco’nun harekete katkılarına dikkat çekerek şunları yazıyordu:
“Bu kültür hareketini başlatanlar, Türkiye’de Haco Ağa direnişine katıldıktan sonra Şam’a ( Kürt Mahallesi) yerleşen Emir Celadet Bedirhan ile onun Beyrut’ta oturan kardeşi Kamuran Ali Bedirhan olmuştur. Hereketin başlıca organı da Kürtçe ve Fransızca olarak yayımlanan… Hawar(Çağrı) dergisi’ydi. Yalnız Suriye’den değil, Irak’tan, Ürdün’den de birçok Kürt aydını bu esere katkıda bulunmuştur. Hevindê Sorî, Elî Seydo gibi profesörler, Doktor Ehmed nafiz gibi hekimler, Cegerxwîn Kurdî, Evdilhalik Esîrî, Qedrîcan, Ehmed Botî gibi şairler de bu arada sayılabilir. Daha dikkate değer bir olayda; çok sayıda aşiret ya da fraksiyon reisinin de harekete katılmış olmasıdır: Haco Ağa (Havêrkî’ye) ve oğlu Cemil Ağa; Mustafa Şahin (Alaeddin) ve oğlu Şahin, Evdirrehman Fafzî(Botan), Ehmed Melîk(Alaeddin),vb.”[12]
Haco Ağa, hazırlanan gazete, bildiri, kitap vb. yayınları başta Havêrkan’da, Cezire’deki diğer Kürt aşiretleri arasında, Kürdistan’ın diğer parçalarında dağıtımını üstlenmiş, Milliyetçi söylemin yayılmasını sağlamıştır. Hasekê’deki evine gelen her misafire Kürtçe kitap, gazete hediye etme bir gelenek haline gelmişti. Kürt Prensi Celadet Bedirxan tarafından çıkartılan aylık edebiyat ve fikir dergisi olan Hawar’ın basılması ve dağıtılmasında büyük hizmetleri olmuştur. Hawar Kitaplığı bünyesinde birçok Kürtçe kitap, broşür, dergi ve gazetenin basılıp yayınlanmasını sağlamış, bizzat yayıncılığını üstlenmiştir. Haco’nun yayıncılığı ve dağıtımını üstlendiği bu yayınlardan en önemlilerinden biri, ünlü Kürdolog ve tarihçi Bazil Nikitin’in “Kürt Meselesi” konulu makalesi ile mektubudur. Haco, sadece yayıncı kimliğiyle değil, yazar kimliğiyle de Kürt davasına hizmet vermeye çalıştığını görüyoruz. Aşağıda Kürtçe ve Türkçesini aktardığımız ve Hawar’ın 15. sayısında (1933) Ağa, Şeyh ve Entelektüeller başlıklı bir makalesinde Kürtlerin siyasal, sosyal sorunlarıyla ilgili belirlemelerde bulu- nuyor, çözümler öneriyor.
“Makale, bazı aşiret reislerini, Kürtçe eğitimin önemi ve yaygınlaşması gerektiği konusunda ikna edici olmuştur. Böylece, bölge ağalarının himayesinde bulunan ve din ilimleri ve Klasik Kürt edebiyatı konularının Kürt dilinde öğretildiği özel Kur’an kursları açılmıştı. Kendi kuşağının en etkili aşiret reisi olan Haco Ağa, Hasekê’deki karargahına kendini ziyarete gelen kişilere Kürtçe kitaplar hediye etmiş ve Kürtçenin öğrenimini sonuna kadar desteklemiştir.”[13]
Yine Haco’nun oğlu Cemil Haco, “Kurmanc Qenc in lê Nezan in(Kürtler iyidir ancak bilinçsizdirler)” başlıklı makalesi Hawar’ın 7. Sayısında yayınlandı. Kürtçenin dışında başka bir dil bilmeyen ve o günün Suriye şartlarında aldığı Kürtçe eğitimin sonucunda ana diliyle okuma ve yazmayı öğrenip makale yazması ve bu konudaki gayretkeşliği Celadet Bedirxan’ın övgüsüne mahzar olmuştur. Cemil Haco, Makalesinde bilgisizlik ve cahilliğin Kürtlere verdiği zararları dile getiriyor.
1928 de Suriye parlamentosuna giren Haco diğer Kürt milletvekilleriyle birlikte Kürt bölgesinde Kürtçenin resmi dil olarak tanınmasını ve Kürtçe eğitimin yaygınlaştırılması için önlemlerin alınmasını talep eder. Fransız manda yönetimi bu talebi resmen kabul etmediyse de kesin olarak reddetmedi. Gayrı resmi söylemde oldukça esnek ve müsamahakâr davrandılar. Bunun üzerine Cezirede Kürtçe eğitim veren birçok okul ve kurs açtırdı. Ikamet yeri olan Hasekê’de Latin Alfabesi’yle eğitim veren bir okul açtı. Kürtler arasında sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı sağlamak, Kürt gençlerinin ana dilleriyle eğitim imkânı yaratmak, Kürtçe kitaplar yayınlamak amacıyla yörede birçok hayır cemiyeti ve Kürt kulübünün kurulmasına ön ayak oldu. Büyük ozan Cegerxwîn’nin de katkılarıyla kurulan cemiyetlerin bazıları şunlardır: Hayır Cemiyeti(Civata Xêrê), Büyük Hayır Cemiyeti(Civata Xêrê Ya Mezin), Fransız Dostları Cemiyeti, Kürt gençlik derneği (Ciwankurd). Haco bu yoğun çalışma temposu içindeyken, Hasekê’ deki evinin önünde Kürt bayrağını astırmayı da ihmal etmiyordu.
Cezirede bu çalışmalar sürdürülürken diğer yandan Kürdistan’ın diğer parçalarındaki yurtsever kişi ya da örgütlerle ilişkiler geliştiriliyor, sürekli, haberleşiyordu. Bu çalışmalar sırasında aşiretler arası çekişmelerin, dini saplantıların bırakılması gerektiğini, “aşiretler arsı ayrılıkları ‘Türklerden sonra ikinci büyük kötülük olarak’ telakki ediliyor; aşiret bağları ise aşiret reislerinin kişisel çıkarlarının bir ifadesi olarak…”[14] nitelendiriyor ve milliyetçi söylemi ön plana çıkartıyordu. Güney Kürdistan’daki Kürt ileri gelenlerine gönderilen ve aşağıya aktardığımız uzun mektubun altında onun da imzası vardır:
“Gönderilen Adres:
Sancak’tan Musul’a, Revanduz’lu Amin Beylere.
Değerli Kürt Konseyi, Milletin Değerli Dostları,
Tarihsiz bildirileriniz “bilinen kişiden” alınmıştır. Göstermiş olduğunuz yakın ilgiye memnun kaldık.
Her ne kadar oluşturulan Kürt konseyleri ve aydın kişiler birbirlerini anlamaktaysa da, Türk kışkırtmalarının ve kendi aramızdaki kıskançlığın sebep olduğu aşiretler arası ayrılıklar şu ana kadar umutlarımızın önünde engel olmuş ve bizi esirliğe sürüklemiştir.
Amacı milletin yükselmesi olan Erzurumlu Halit Bey, örgütünün Diyarbekir’de bir şubesi olmasına rağmen (çeşitli) sebeplerle aşiretler arasındaki ciddi bir çalışma yapmadı. Şey Sait isyanı sırasında da benzer kişisel çatışmalar sebebiyle hareketle birleşemedi ve sonuçta Türkleri dışarı atamadık.
Devletin niyeti, Kürt halkına boyun eğdirmek ve sonrada bunları Türkleştirmektir. Bu çocuklarımız tarafından bile iyice anlaşılmıştır. Önceki durumumuzdan dolayı pişman olmuş ve şimdi kendi aramızda ilişkiler kurmuşuzdur.
Şu ana kadar Türklere kayıplar verdirilmiş ve hala verdirmeye devam etmekteyiz. Nusaybin ve Cizre arasındaki tüm telgraf hatları kesiktir. (…) Tay, Jawala ve Şamar gibi komşu Arap aşiretleriyle ilişkilerimiz iyidir. Onların bize yardım etmeleri olasıdır.
Şu anda sınırın yarım saat güneyinde Sancak’ta Aşitan Kürtleri arasındayız. Şataslar olarak şu anda oluşturulan güç, 500 kişidir. Gerektiğinde bu sayı 1000’e çıkartılacaktır.
Ömerkan aşiretinden Ahmed El Süleyman da göç etmiş ve güneye gelmiştir; bulunduğumuz yerden 6 saat uzaklıktaki Nagara’dadır. Gerektiğinde 1000 kişiye çıkartabilmek üzere 500 adamı vardır. Derevari köyü reisleri Tıfo ve Nuri’nin kuvveti -gerektiğinde 100 kişiye çıkarılabilir- 50 adamdır. Ömerkan aşireti (Sor Bölgesi) reisleri Ali Ibn Ahmet ve Yusuf Ibn Osman’ın şu anda Amudê’deki kuvveti 50-100 adamdır. Şu anda Kahramaniyan’da bulunan Dumbulan aşiretinden Hüseyin Sadun’un kuvveti 100-200 adamdır. Şu anda Kaşhanlar’ın arasında olan Sinıkan, Reşkotan ve Bekıran aşiretlerinden Temo, Rızo, ve Hasan’ın kuvvetleri 1000-1500 kişi kadardır.. Hepsi uygun bir fırsatı beklemektedirler.
Rasulyan’daki Mılli’li Mahmut Ibn Ibrahim Paşa ile birlikte gerektiğinde 5000’e çıkarılmak üzere 3000 adam hazırdır.
Karakeçili aşiretinden Abdülkadir Bey Ibn Darala Bey’in 1000-2000 adamı vardır. Kendisi şu anda Ibrahim Paşanın oğullarıyla iyi ilişkiler içerisindedir.
(…)
Bitlis vilayetinden Mela Şerif(Mala Şerif olmalı N.C), Mela Şêho(Mala Şêxo olmalı N.C) ve Bedri’nin aşiretleri isyan halindedir ve yaklaşık bir yıldır Türklerle çarpışmaktadırlar.
Palu çevresinde Çîta Spî eteklerinde Şey Sait’in kardeşleri Şey Tahir ve Şey Abdürrahim, 500 Zaza Kürd’ün başında savunma pozisyonu almışlardır.
Yakınlarda Dersim’den Musul’a geçmiş bulunan Lolan Aşiret Reisi Doktor Ahmet Sabri Beyden alınan bir mektuptan bu bölgedeki aşiretlerin ayaklanmış oldukları anlaşılmaktadır.
Sizden ne tür yardım bekleyebiliriz? Ülkenin kuzeyinde uyanmış ve kollamayan tek bir kişi yoktur. Türkleri hiçbir zaman kendi hallerine bırakmayacağız. Allaha şükür ki içerde ve dışarıda binlerce savaşçıya sahibiz. Fakat nerede bizim aydınlarımız? Şu an için tek umduğumuz, cephane, bir veya iki top ve subaylarıyla birlikte iki makinalı tüfekle bize gelmenizdir. Allahın yardımıyla buluşma kolayca gerçekleştirilecektir. Ülke-mizi kısa bir süre içinde Türklerden temizlemeye muvaffak olacağız.
Siyasetteki değişikliklere ilişkin ve aynı zamanda doğu aşiretleri, Simko Ağa, Şeyh Ubeydulah’in oğlu Seyit Taha, Barzan ve Botan aşiretleri hakkında bilgi istiyoruz. Hem lehimizdeki hem de aleyhimizdeki haberleri iletin. Şu ana kadar Fransızlardan hiçbir düşmanlık görülmemiştir.
Hala oturmanın bizim için hiçbir yararı yoktur. Gece gündüz çalışmak zorundayız. Propaganda işi için gerekli bildiri ve gazete gönderin. Sizden gelen mektup ve bildirilerin bizce bilinen mühürle mühürlenmiş olması gerekmektedir.
Sonuç olarak saygılarımızı kabul ediniz.
Hararetle cevabınızı bekliyoruz.
Imzalar:
Haco: Havêrki Aşiret Reisi( Nusaybin Kazası, Badebli Köyü)
Muhammed Emin: Raman Aşiret reisi (Diyarbakır, Beşiri kazası)
Bedrettin: Habızbıni Aşiret Reisi( Midyat Kazası)
Muhammad: Habısbıni Aşiret Reisi: Midyat Kazası)
Ibrahim: Habısbıni Aşiret Reisi( Midyat kazası)
Ismail Hakkı: Hassari Aşiret Reisi
Mehdi “
Içe dönük, Kürtler arasında bu çalışmaları sürdürürken diğer yandan Fransız manda yönetimi ve bölgedeki Hıristiyanlarla dostluk ilişkilerini geliştirmesi, aşiretsel ya da dinsel hedeflerden çok milli hedeflere yönelmesi Kürtlerin olaylara bakışında değişimler yaşandığının işaretiydi. Bu değişimden rahatsız olan Arap Milliyetçileri ve yörede palazlanan bir çok yobaz şeyh “Önemli olan Fransızların buradan kovulmasıdır. Kürtler ve Araplar iki Müslüman halktır. Kürtler gelsinler Arap kardeşleriyle birleşip bir millet olsunlar. Hepimiz Müslümansız. Kürt veya Arap ne fark eder?.. Ancak Haco Ağa’nın takımı Müslüman değildir. Onlar gâvurla çalışıp Müslümanların düşmanlığını yapıyor.”(Cegerxwîn) diyorlardı. Haco’nun Fransız yanlısı çalışmalardan rahatsız olan sadece Arap milliyetçileri değildi; Hoybun’un en etkin kadrolarından Cemilpaşazadeler ve daha birçok Kürt, Araplar gibi düşünmekteydi. Hesen Hişyar bu gelişmelere değinerek şöyle diyordu:
“1937’de Fransa ‘Kürtleri ve Hıristiyanları (Süryanileri) Araplara karşı ayaklandırmak istedi. Biz mülteciler, Xweybun (Hoybun) üyeleri bir toplantı yaptık. Orada iki grup olduk. Kadri Bey, Ekrem Bey, Hemze Efendi, Evdurehman Ağa ben ve Dêrika Çiyayê Mazî’den Reşid, ‘Araplar haklıdır, biz Fransa’nın haksızlığına destek olmayız’ dedik. Fakat Haco Ağa, diğer bazı ağalar ve Cegerxwîn, Hıristiyanlarla birlikte Fransa’yı desteklediler. Halkı bütünüyle Kürt olan Amudê şehri baştanbaşa yakıldı. Kadri Bey ve Ekrem Bey’i yakalayıp Tütmür’e sürdüler. Biz geriye kalanlar saklandık.”[15]
Ama buna karşılık Haco Ağa’nın takımı(!) ve Hoybun’nun milliyetçi kadroları, “Biz Kürdüz. Atacağımız her adım, yapacağımız her şey Kürtlerin çıkarına olmalı. Salt dini nedenlerle Araplarla birlik olmak cahilliktir; daha da ötesi Kürt düşmanlığıdır. Kürt yurtseverliğinden bihaber olmaktır.”[16] di-yerek tamamen milli hedeflere yönelik söylemler geliştiriyor, Kürtlerin bilinçlenmesine çalışıyor, Arapların aldatıcı ve özünde Arap milliyetçiliğine hizmet eden Islamcı propagandalarını etkisizleştirmeye çalışıyorduk. Bu eksende devam ettirilen çalışmalar 1936 yılında Kürt-Hıristiyan ittifakıyla sonuçlandı. Ittifak; Haco, Milli Aşiret Konfederasyonun lideri Mahmud Bey ve Cezire Hıristiyanlarının Komutanı vasfıyla Michel Dome Tarafından imzalanmıştı. Ittifak’ın amacı Cezire’de Kürt ve Hıristiyan koalisyonuna dayalı, tarafların karşılıklı hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, Fransız hima- yesi altında otonom bir Kürt yönetiminin oluşmasını sağlamaktı. Haco ve Hıristiyan liderler, bunun için uğraşıyor, Fransız yetkililerin nezdinde bu amaçla girişimlerde bulunuyorlardı. Fransızlar bu istemlere oldukça olumlu yaklaşıyor ve “Kürtlerin bağımsızlığını uluslararası düzeyde gündemleştireceklerine” dair sözler veriyorlardı. Haco Aynı talepleri içeren bir mektubu yine Fransızların aracılığıyla Birleşmiş Milletlere gönderdi. Cegerxwin anlatıyor:
“Bir süre sonra bir kısım Kürt ve Hıristiyan, isteklerini içeren bir mektupla Birleşmiş Milletlere başvurdu. Haco Ağa beni çağırdı, mektubu tercüme ettirdi, ‘bunu iyi oku, görüşünü bana bildir’ dedi. Okuduktan sonra Ağa’ya ‘çok iyi, yalnız eksik olan bir yönü var’ dedim. Kuracağınız devletin dilini belirtmemişsiniz. Devletin dili Kürtçe olmalı ve bunda ısrar etmeliyiz ki gelecekte ulusal kimlikte yanılmayalım. O zaman sen veya Meternhibê (Hıristiyanların Lideri) cumhurbaşkanı olsanız da kimlik Kürt’tür. Eğer dil Kürtçe olmazsa ilerde Süryaniler devleti kendi dinsel kimliğine çevirebilirler. Herkes milletinin ağasını ve büyüğünü tanımaz mı?’ (Bunun üzerine N.C ) Haco Ağa yeniden Fransızca bir sayfa yazdırdı. Ve mektuba ekledi. Hıristiyanların temsilcilerine yeniden imzalatıp mektuba ekleyip gönderdi. Cevap Haco Ağa’nın adına kısa sürede geldi: ‘Istekleriniz elimize ulaşmış bulunuyor. Şimdilik değerlendirme aşamasındadır. Yakın bir zamanda talebinizin yerine getirileceğini umut ediyoruz.”[17]
Haco’nun bu faaliyetleri zaman zaman Türk basınına da yansıyordu. Cumhuriyet gazetesi’nin 02.01.1933 tarihli baskısında şu haber vardı:
“Adana (Hususi)- Kaddur Bey, Haço (Haco) Ağa ve Cemil Paşazadelerden Şam’da oturan birkaç kişi ve bazı Süryani ve Ermeniler, geçenlerde Şam’da toplanarak Mahut Bedirhanilerin de iştirakiyle kendi aralarında uzun uzadıya müzakere ve münakaşada bulunmuşlar ve neticede şu kararı vermişlerdir.
Suriyeden tamamiyle ayrı, müstakil bir El-Cezire Hükümeti Kurmak!”[18]
Amudê Olayları:
Ne var ki alınan kararlar ve bu çabalar hemen yaşama geçirilemiyor, istenilen sonuçların alınması öyle kolay olmuyordu. Gerek Cezire’de gerek Suriye genelinde gerekse de dünya genelinde çok hızlı değişimler yaşanıyordu. Arap milliyetçiliği giderek güç kazanıyordu. Cezirede Kürt- Hıristiyan ittifak’ına karşı, Şam’daki Milliyetçi Hükümet’in desteğini alan ve başını Bedevi Şamar Aşireti’nin lideri Daham El Hadi’nin çektiği Arap ittifak’ını kurdular. Yıl 1936 idi. Yaklaşık yetmiş yıl sonra, yani yıl 12 Mart 2004, Ortadoğuda Kürtlerin lehine gelişen süreci hazmedemeyen Aynı Arap aşiretleri Kamışlı’da oynanan bir futbol maçında provokasyon yaratarak Kürtlere karşı yine ittifak kurup saldıracaklardır. Saldırılar sonucunda onlarca Kürt’ün ölümüne, yüzlercesinin tutuklanmasına, ev işlercesinin tutuklanmasına, ev iş yerlerinin tahrip ve talan edilmesine neden olacaklardır, tarih tekerrür edecektir. Biz yine 1936’ya dönelim; Kurulan Arap ittifak’ı Kürt-Hıristiyan ittifak’a karşı oldukça yıpratıcı ve çok yönlü bir kampanya başlattı. Diğer yandan Kürt insanının içinde bulunduğu sosyal ekonomik gerilikler, dini saplantılar, aşiretsel ya da ailevi hesaplar, denilebilir ki Arapların başlattığı kampanyadan daha büyük zararlara sebebiyet veriyor, engeller çıkartıyordu. Özellikle Kuzey Kürdistan’da Kemalist hareketin uygulamalarından kaçıp yöreye yerleşen birçok yobaz şeyh’in bu anlamdaki zararlı çalışmaları Amudê olaylarının çıkışında belirleyici etkiye sahip olmuştur desek abartmış olmayız. Bruinessen adı geçen eserinde anlatıyor:
“Yirmili ve otuzlu yıllarda Türkiye’den birçok şeyhin kaçmış olduğu Suriye’de ise, şeyhlerin durumu daha da vahimdi…
1930’larda küçük bir kent olan Amudê’de otuzdan fazla şeyh bulunuyordu. Halkın büyük çoğunluğu (aldığım bilgilere göre nüfusun yüzde 80-90’ı) bir şeyhin müridiydi. Cuma günleri şeyhler müridleriyle birlikte şehirden geçit yaparak camiye giderlerdi, bazıları bu sırada davulda çalardı…
Bölge Fransız mandası altındayken Fransızlar Amudê’de Kürt Milli Birliği (1927’de kurulan ve ağırlıkla aristokratik kökenli aydınlardan oluşan) Hoybun’un üyelerini ikamete zorlamışlardı. Şeyhler milliyetçi ve din dışı görüşlerini devamlı lanetledikleri bu örgütün kentte çalışma yapmasını imkânsız kılmışlardı. Özellikle hepsi seyyid olan Kadirî şeyhleri kendilerini kürtten ziyade Arap kabul ettiklerinden, Müslümanlığın müminler ve kâfirler olmak üzere iki milleten başka millet tanımadığını sabah akşam tekrar ediyorlardı. Onlara göre milliyetçilik Müslümanları parçalamak için icat olunmuş şeytani bir plandı ve milliyetçiler de putperesttiler.”
Haco ve diğer Kürt milliyetçilerinin çalışmaları bu engellere takılıyor, kuşkuyla karşılanıyor hatta “Bunlar (Kürt milliyetçileri) kâfirdir ve öldürülmeleri caizdir.” diyen bu şeyhler, öte tarafta Arap milliyetçilerle birleşip aynı ağızdan “Haco Ağa maaş için Fransızlarla, Hıristiyanlarla işbirliği yapıyor.” “Nede olsa Müslüman gâvurdan iyidir”[19] diye yaygın bir propaganda yapıyorlardı. Bu propagandaların etkisinde kalan yöredeki Kürt nüfusunun önemli bir bölümü Arap ittifak’ını desteklemeye başladı. Işte 1937 yılında bu ittifak’ın kışkırtmalarının etkisinde kalan saf ve dini tüm Kürtler Amudê, Kamışlo ve Hasekê şehirlerinde bulunan Hıristiyanlara saldırarak birçok Hıristiyan’ın ölümüne, evlerinin yıkılması ve mallarının yağmalanmasına neden oldular. Olaylar önceden planlanmış, Haco ve diğer Kürt milliyetçilerinin girişimleri sonucu geliştirilen Kürt-Hıristiyan, Kürt-Fransız ilişkilerinin bozulmasına, dolayısıyla da giderek güçlenen Kürt özgürlük hareketine darbe vurma amacına yönelik bir provokasyondu. Milli duygulardan yoksun, dini alet ederek kişisel çıkarlarını korumaktan başka hiçbir amaç gütmeyen kimi Kürt şeyhleri ve çevreleri de bu provokasyonun aleti ve aktörü oldular. Öte yanda yurtsever duygularla hareket eden bir kısım “Kürt ulusal-demokratik güçler, Fransız karşıtı harekete aktif bir biçimde katılıyorlardı. Arap milliyetçilerinin (Kavimist- ler), Kürt ulusal haklarını, sömürgecilerin ülkeden kovulmasından sonra verileceği yönündeki vaatlerine… Büyük bir saflıkla inanmışlardı.(italikler ba.)”[20]
Rohat Alakom, Hoybun ve Ağrı Isyanı adlı esrinde, Amudê Olayı ve Haco’nun bu olaydaki rolüne değiniyor:
“Haco Ağa ölümünden üç yıl önce Amudê yöresinde patlak veren olaylara da öncülük eder. 1937 yılında Amudê ve yöresinde etnik bazı gerginliklerin yaşandığını görüyoruz. Arap milliyetçiliğinin Kürt ve Ermenilere yönelik olarak geliştirdiği kötü propagandanın etkisi, yöredeki halkları karşı karşıya getirir. Kürtler ve Ermeniler arasındaki dayanışmanın karşısında Araplar ve bazı Arap yanlısı ‘Kürtler’ yer alır. Kürtlere Haco Ağa, Araplara Şeyh Daham Hadi önderlik eder. Çıkan kanlı olaylar sonunda Amudê kasabasında büyük çatışmalar meydana gelir. 9. Ağustos 1937 günü Ermenilerin iş yerleri harap edilir ve yağmalanır. Fransız birliklerinin olaylara müdahalesi çok sert olur. Amudê kasabası bu birliklerce bombalanır. Uçak ve piyade birliklerinin katıldığı bu saldırılar sonucunda Amudê harabe bir kent haline gelir. Etnik bazı istemlerine kavuşmak için mücadele eden Kürtlerin karşısına dikilen Araplar, Amudê olayı vasıtsıyla Kürtlerin kendilerini yönetecek güçte olmadıklarını kanıtlamak istiyorlardı. (Cegerxwin ve French Planes Bomb Rebellious, The New York Times’ten aktaran Rohat Ala Kom, yage) Fransa da bir azınlığın karşısına başka bir azınlığı çıkartarak, Suriye’deki ömrünü uzatmak niyetindeydi.[21]
Olayları sona erdirmek için çabalayan Haco, düzenlenen bir toplantıda, olaylara neden olanları eleştiren Cegerxwin’in sözlerini destekleyerek şunları söyler: “Seyda’nın söylediklerinin tümü doğru. Ben de bu onursuz, amaçsız ve faydasız vaziyeti tasvip etmiyorum. Kürt insanına zarar verenler hiç kuşkunuz olmasın hayvandan farksızdır.” Haco ve diğer yurtsever Kürt milliyetçileri olayları yatıştırmak için büyük bir uğraş verirler. Uğraşlar sonucunda Kürt-Hıristiyan çatışması sona erer ve açılan yaralar sarılmaya başlanır. Ama artık sarılması imkânsız yaralar açılmıştır; Kürt-Hıristiyan, Kürt-Fransız ilişkileri büyük zarar görmüştür. O güne kadar Cezire’de milliyetçi Kürt etkinliğine olduğunca müsamaha gösteren, hatta destekleyen Fransızların tavrı değişti. Bölgede askeri tedbirler arttırıldı ve kontrol tamamen ele geçirildi. Artık Kürtlere güvenilmiyor ve “o dönemde halen Kürt hareketinin lideri kabul edilen Haco Ağa’nın faaliyetleriyle ilgili bir güvensizlik ve şüphe atmosferi oluştu. Fransız kontrolüne karşın 1930ların sonlarında Şam’daki Suriyeli milliyetçilerin sürdürdükleri politikalar Cezire Kürtlerini ciddi şekilde etkilemeye başladı. 1930’dan beri Haco Ağa’ya sağlanan sübvansiyonlar 1939’da aniden kesildi ve Kürtler, o dönemde Cezire nüfusunun üçte ikisini oluşturmalarına rağmen yerel yönetim konseylerinde çok az temsil edildiler ve onlara ağır vergiler getirildi.”(Le Movement Kurde du Jazira)
Haco ve arkadaşlarının BM’ye ulaştırdığı mektubun değerlendirilmesi sonuçlanmadan II. Dünya Savaşı başladı (1 Eylül 1939). Kısa bir süre sonra da Haco vefat etti.(22 Nisan 1940). Savaşın sonunda Fransa Suriye’den çekildi. Böylece Suriye tamamen Arapların kontrolüne girdi. Güçlü bir ulusal ordu kuruldu. Daha önce Arap-Kürt kardeşliğinden, din kardeşliğinden dem vuran Suriyeli Arap yöneticiler giderek şoven düşünceleriyle tanınan Mchel Eflak adlı bir Arap filozofun düşüncelerini bayraklaştırıyorlardı. Kürtlere yönelik baskılar günden güne artıyordu. Zamanla Kürtlere ‘gavur’ Fransa tarafından tanınan demokratik hak ve özgürlükler bir bir Müslüman Arap kardeşlerince(!) gasp edildi. Bırakın Kürtçe eğitim veren okullar açmak, kitap, gazete basmak, Kürdüm deme- leri bile yasaklandı. Daha da ötesi, Kürt kimliğini tanımadıkları gibi Arap vatandaşlığına da kabul edilmeyeceklerdir. Bugün bile Suriye’deki Kürtlerin büyük bir kısmının hala yasal vatandaşlık hakları yoktur. Yabancı uyruklu kabul edilmektedirler. Yani kendi vatanlarında, kendi topraklarında vatansız sayılıyorlar.
Haco’dan Ağrı Direnişini Rahatlatacak Bir Öneri:
Haco’nun diplomatik yeteneğinin yanında iyi bir asker ve taktiksiyen olduğundan daha önce bahsetmiştik. Hoybun’un 1930’da başlattığı Ağrı Isyanı sırasında bu özelliğini görmek mümkün. Ağrı zirvesinde Iran ve Irak’ın da desteğiyle Türk ordu birliklerince başlatılan kuşatma harekâtı, Ihsan Nuri Bey liderliğindeki direnişçi güçleri zor duruma sokmaktadır. Hoybun çare aramaktadır. Havêrkan Konfederasyonu’nun kollarından biri olan Seyidan aşiretinin ileri gelenlerinden Seyid Ibrahim’in anlatımına göre; Haco, Ağrı direnişçilerini rahatlatacak şu teklifi sunar: “Bütün güçleriyle Ağrıya saldıran devlet güçleri’nin dikkatini başka yöne çevirmek için farklı noktalardan saldırılar düzenlemek ve böylece Türk ordu güçlerinin bir kısmını o yönlere kaydırılmasını sağlamak.” Zekice düşünülmüş bir teklif olduğu anlaşılıyordu. Başta Celadet Bedirhan Bey ve diğer örgüt yöneticileri tarafından kabul görür. Bunun üzerine bir plan yapılır. Plana göre; “Türkiye’nin güney sınırı boyunca, devlet güçlerine karşı beş noktadan saldırılar düzenleyecek silahlı gruplar oluşturulacak ve bu gruplar aynı anda belirlenen tarih ve yerden saldırıya geçeceklerdi. Hemen saldırı noktaları ve saldırıyı düzenleyecek gruplar belirlendi; Mardin-Derik yöresinde saldırı düzenleyecek grubun başında Diyarbakırlı Ekrem Cemil Paşa bulunacaktı. Viranşehir yöresindeki grubun başında Milli Aşireti Reisi Mahmut Bey, Urfa yöresindeki gurubun başında Berazi Aşiret lideri Bozan Bey, Havêrkan mıntıkasındaki grubun başında Haco Ağa ve Botan (Cizre) yöresindeki grubun başında ise Celadet Bedirhan Bey bulunacaktı.”[22]
Yapılan bu görev dağılımından sonra, gruplar 3-4 Ağustos 1930 günü harekete geçerler. Ne var ki harekât beklenilen başarıyı yakalayamadı. Ekrem Cemil Paşa grubunda yer alan Kadri Cemil Paşa anılarında bu harekâtla ilgili verdiği detaylı bilgilerin sonunda şunları yazıyordu: “Ben Mardin Vilayetinden Derik kaza merkezine kadar olan cephede, Ekrem Cemil Paşanın fermandarlığında Türkiye’ye geçen kuvvetle beraberdim…” Kadri Cemil Paşa; Mardin merkezine bir saldırı planının hazırlandığını ancak önceden görevlendirilen gruplar arasındaki iletişim ve organize eksikliği, bazı aşiret ve grupların isteksizliği vb. nedenlerle saldırı planını yaşama geçirilemediğini anlattıktan sonra şunları aktarıyordu:
“Belki bir harekât yapmaya imkân olur ümidi ile birkaç gün dağlarda dolaştıktan sonra nihayet merkeze dönmeğe mecbur kaldık. Diğer fermandarlar Haco Ağa, Celadet Bedirhan Bey ve arkadaşları ile beraber hareket istikameti olan Havêrka dağlarına geçmişlerdi. Haco Ağa hasımlarının muhalefetine uğradığından onlarda bir şey yapmağa muvaffak olmayarak döndüler. Dördüncü mıntıka fermandarı Milli Aşireti reisi Mahmut Bey Ibrahim Paşa alınan karara ve verilen vaade rağmen yerlerinden kımıldamadılar. Yalnız Bozan Bey gönderdiği bir müfreze ile Suruç Kazasına yakın bir karakola baskın yapmıştı.”[23]
Chris Kutschera, Kürt Ulusal Hareketi adlı eserinde aynı gelişmeyle ilgili olarak Haco Ayaklanması başlığı altında şunları yazıyor:
“Suriye’de mahalli bir Kürt şefi olan Haco, Hoybun Komitesi’nin de yardımıyla sınırı geçip, 5 Ağustos 1930’da Nusaybin yakınlarında küçük bir köyü ele geçiriyor ve Ağrı savaşçılarını desteklemek üzere halkı ayaklanmaya davet eden, Kürtlerin bağımsızlık talebini içeren bir bildiri yayımlıyor.
Fakat Haco Türkler tarafından süratle Suriye’ye çekilmek zorunda bırakılıyor.”
Bruinessen de bu konudan bahsetmektedir; Bu cemaat (Hoybun N.C) 1929-30 Ağrı ayaklanması’nın da örgütleyicisidir. Türk ordusu, Ağrı bölgesinde Kürt isyancılarını zorlarken, Haco Türkiye’nin güney doğusuna bir saldırı düzenleyerek Türk ordusunu o yöne çekmeye çalıştı.”(yage)
Ağrı Dağı Isyan’ın lideri Ihsan Nuri Paşa, Ağrı Dağı Isyanı adlı yapıtında Isyanın Kürdistan daki etkilerini ve ona bağlı olarak ülkede gelişen silahlı eylemlere değinirken Haco harekâtıyla isyan arasındaki ilişkiyi şöyle değerlendiriyordu:
“…Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki savaşçılar Ağrı savaşçılarından ilham alıyorlardı. Çünkü Ağrı, Kürt Ulusu’nun bağımsızlık savaşının merkezi haline gelmişti. ‘Türkiye Kürdistanı’nın’ güneyinde Midyat, Mardin ve Şırnak bölgelerindeki Hareketi de Hewarki( Havêrki NC) aşiretinin reisi Haco Ağa idare ediyordu. Onun grupları Eruh ve Hakkâri’ye kadar uzanıyordu.”[24]
Çaçan, yukarıda sözü edilen röportajında aynı konuya değiniyor;
“Babam başta Sarohan olmak üzere yöremizin bütün ağalarına, Derik yöresine mektuplar gönderdi. Her seferinde babama ‘sen gelirsen biz de seninle Türklere saldıracağız’ diye söz veriyorlardı. Bunun üzerine iki kez sınırı geçtik. Ancak o söz veren halkımız, aşiretimiz, akraba ve hısımlarımız silaha sarılıp bize karşı savaştı. Bu durum karşısında babam ‘ben Türklerle savaşmaya geldim, Kürtlerle değil’ diyerek dönmek zorunda kaldı. Sonunda Fransızlar, ‘Neden bizden habersiz sınırı ihlal ediyorsun’ diyerek babamı Şam’a sürgün ettiler. Ankara’yla yaptıkları anlaşmaya onu sınırdan 50 km. Uzaklaştırma şartı konulmuş.”
Hoybun Içinde Çekişmeler ve Haco Ağa’nın Tutumu
Hoybun, yukarıda isimleri verilen çeşitli Kürt örgütlerinin birleşmesiyle oluşan bir oluşumdu. Doğal olarak farklı siyasal eğilimleri barındırdığı gibi çok farklı sosyal tabakaları da için- de barındırıyordu. Hepsi Kürdistan’ın bağımsızlığı noktasında bir araya gel-miş olsalar da zamanla bu eğilimler arasına da tartışma ve çekişmeler baş gösterdi. Ilk büyük çekişme; Hoybun’un kuruluşundan dağılışına kadar büyük emekleri olan Bedirxan ailesiyle Hoybuna sonradan (1929) katılan ve örgütte etkinlik kuran Diyarbakırlı Cemil Paşazadeler arasında başladı. “Bedirhaniler ve Cemil Paşazadeler arasındaki çekişmenin asıl nedeni konusunda görüşlerini belirten şahsiyetlere göre, sorun bir liderlik soru- nudur. Yine bazı kaynaklara, Bedirhaniler Cemil Paşazadelerin ulusal mücadeledeki rolünü kabul ediyor ama Cemil Paşazadeler Bedirhanilerin rolünü kabul etmiyor.”[25]
Kadri Cemil Paşa anılarında Bedirhanileri oldukça ağır bir dille eleştirerek şöyle diyordu:
“Hoybun çalışmasına katılan, Botan emaretinin verdiği bir hissi gururla kendilerini daima arkadaşlarından üstün tutmayı farzetmek isteyerek, daima diktatörane bir tavır takınmaları, milli sahada yapılmakta olan hizmetin sırf kendi çalışmalrı ile meydana geldiği fikrini dışarıya telkin etmek istemeleri milli çalışmalara katılan arkadaşların kendilerine karşı kırgınlıklarına sebep olmakta idi.”[26]
Bu çekişme Celadet ve Kamuran Bedirxan beylerin örgütten kopmalarına kadar sürdü. Bedirhan kardeşler Hoybun’dan ayrıldıktan sonra Kürt davasına, edebiyatına, kültürüne olan katkı ve çalışmalarına ara vermediler ama ayrılmaları örgütün büyük darbe almasına neden olmuştur.
Hoybun’un sosyal yapısı da homojen değildi. Kurucu ve diğer üst d
Share
Nîşane: Agirî, Binê xetê, Haco Ağa, Hevêrkan, Hoybun, Kurd, XoybÛn
M. ÇÎYAYÎ/ Evdirehmanê Eliyê Ûnis
15 Şubat 2010 par Kovarabir
Dans BÎR Hejmar 8, Bîyografî
1 Sirov
digg
Evdirehmanê Eliyê Ûnis
” Ezbenî; yê we dewlet, paşe û generalê we hene,
yê me jî Xwedayê me û çîyayên me hene.”
Evdirehmanê Elî
M. ÇÎYAYÎ
Evdirehmanê Elîyê Ûnis di sala 1890î de li herêma Xerza li gundê Mêrgan ku bi Hezo(Kozluk) ve girêdayî ye hatîye dinê. Ew, ji heşt kurê Elîyê Ûnis yê çaremîn e.
Evdirehman ji zarukatîya xwe ve jîr bû. Li ber destê alim û melayên herêmê perwerde bibû. Bi kêmayî û bê pesindan rewşenbîrekî pêşverû, sîyasetmend û tekoşerekî di ser xwe de bû. Bîr û bawerîyeke welatparêzî ya xurt pêre hebû. Ew jî wekî gelek xwendekarên medreseyan Mem û Zîna Ehmedê Xanî xwendibû û raman a zanistî, mirovatî û netewî pejirandibû. Pirtûka Mem û Zînê, heskirina gelê wî û welatê wî di dilê wî de mezin kiribû.
Bi malbatî pêwendîyên wan bi mala Şêxên Norşênê re hebû. Heta ku Elîyê Ûnis gundê Reşedara ku bi Hezo ve girêdayî ye, ji Şêx Ehmedê re ji Filla kirîbû. Ji aliyê dê ve bi mala Hisên Paşa û rewşenbîrê kurd yê welatparêz re têkilî û girêdanê wan yên qewî hebûn.
Ji bo dewleta tirk, Mala Elîyê Ûnis, tahlukeyekî potansîyel bû. Ji ber ku di salên 1925an da xwîya kiribû ku ev eşîr ji her kesî bêhtir lingê wan erdê digire û teslîm nabin. Dewlet ji alîyekî ve dest neda wan, ji aliyê dî ve jî li pey fen û fût û komployan bû. Dewleta Tirk gumana serhildanekî qayim ji wan dikir. Ji ber vî jî mifettişê umumî Îbrahîm Talî, ku ji herêma Kurdistanê berpirsîyar bû, gelek cara Evdirehmanê Eliyê Ûnis û Felemezê Cemîlê Çeto dawetê Dîyarbekirê dikir û bi rojan li ba xwe mêvan dikir û qedrê wan digirt. Diyar bû ku eşîra Mala Elîyê Ûnis mîna barudekî li hêvîya çirûskekî agir bû.
Piştî ku birayê Evdirehman ê herî mezin Mihemedê Elî çû ser dilovanîya xwe, serkêşîya Eşîra Mala Elîyê Ûnis ji Evdirehman Axa re ma. Evdirehman Axa, nêzîkî gundên xwe yên çîyê (Mêrgan, Malaşeref, Newala, Trop…) çend gund jî ji deştê kirrîbû. Ew bi xwe li Sêvika bi cîh bû. Li wir bi gorî îmkanên wî wextî dibistanekî bi kurdî vekir û dersên zarokan dida.
Rojekî Mifetişê Umumî Îbrahim Talî, ji Diyarbekirê diçe Wanê. Berîya bigîjin Zîyaretê, Evdirehman û çend pismamên xwe diçin pêşîya wî. Mifetişê Umumî, bi gazin ji Evdirehman re dibêje: “Evdirehman Axa ev dostanîya te weha ye, min digo hê ez li Bismilê me tuwê werî bixêrhatina min, tu li serê vî çîyayî têyî pêşîya min?” Evdirehmanê Elî jî dibêje: “Ez im ku li vir jî hatime pêşîya te. Li ser îftîrayekî, Sawcîyê Zoqê ji her yekî zarowê Elîyê Ûnis re 15 sal bi giyabî girtîgeh hikim daye.” Mifetişê Umumî Îbrahîm Talî dibêje: “Ez niha diçim Wanê, di zîvirandina xwe de ezê vî meseleyê çareser bikim.” Mifetiş, emir dide sawcî ku bi lez û bez van biryara bide îptalkirin her bi çi awayî be. Mifetiş, di Komara Enqere de Padişahê welatê kurda bû. Li ser vî talîmatî Sawcîyê Zoqê teblîxat derdixe ku zarowê Elîyê Ûnis herin dadgehê îfade bidin. Evdirehmanê Elî, teblîxat distîne û ew jî teblîxatekî ji sawcî re rê dike. Dibêje: “Eger hûn dadgeh bînin gundê Ceznikê(ev gund di navbera Zoqê û Hezo de ye û di bin bandora Evdirehman de ye), emê werin îfade bidin, yan nexwe em nayên Dadgeha Zoqê.” Sawcî qebûl dike. Roja ku hatîye belîkirin heyeta dadgehê tê gundê Ceznikê. Zarowê Elîyê Ûnis jî, der û dorê gund bi çekdarên xwe dorpêç dikin û yek bi yek diçin heyeta dadgehê. Li heyeta dadgehê, tenê navê xwe û bavê xwe dibêjin. Îfada wan sawcî dide nivîsandin. Piştî heyeta dadgehê dizîvire Zoqê, ji hemû zarowê Elîyê Ûnis re biryara beraatê dertîne.
Qemçûra(vergî) ku dewletê di welatê Xerza de dicivand, di bin bandora Evdirehman Axa de bû. Evdirehman, ne dihişt tahsîldar here zorê li gundîyan bike. Ewî qemçûr dida civandin, piştre tahsîldar dihatin jê distandin. Heta berî ku serhildana duwemîn yê Sasun(1934-1937) çêbe, serleşkerê Qeza Zoqê dibêje: “Evdirehman Axa, di welatekî de 2 dewlet çê nabin, yan tuwê hebî yan jî dewlet.”
Di Payîza 1934an de şeveqekî hê tav ne daye der, bolukek leşkerê Zoqê bi ser gundê Evdirehmanê Elî, Sêvika ve digire. Li gund lêgerînekî leşkerî dikin, bêyî ku tiştekî û kesekî bigrin vedigerin Zoqê. Piştî vê lêgerînê bi çend roja çawîşek û 8 leşkerê gundê Koxê têne Sêvika. Dixwazin Evdirehman bigrin û bibin Zoqê. Lêbelê Evdirehman ji ber ku nexweşe, ji leşkeran re dibêje ancax piştî başbûna xwe dikare were Zoqê. Yuzbaşîyê Zoqê, Evdirehmanê Elî sax an jî mirî bi lez û bez dixwest. Li ser îsrarkirina çawîşê leşker, ku dixwest Evdirehman bi zorê bibe Zoqê, minaqeşe û qirên derdikeve. Di vî gelemşeyî de leşkerek û birayê Evdirehman ê bi navê Şêxo têne kuştin. Piştre leşker hespê xwe dihêlin û direvin diçin. Evdirehman; bi birayên xwe ve malbatên xwe hildidin û diçin gundê xwe yên çîya: Mêrgan, Malaşeref, Newala, Trop… Ji payîza 1934an heta payîza 1935an dewlet bê deng dimîne û tû midaxele nake.
Di vî navbeynî de herdu alî jî amadekarîya şer dikirin. Sebebê vê bûyerê jî nameyekî gilîyê bû. Ev name bi teşwîqa dewletê tête nivîsandin. Usiv Begê Beybo (Usiv Toprak), ev name ya gilîyê weha nivîsandiye: “Hikumeta Fransa, ji Surîye, bi barên hêstiran sîleh û cebilxane bi alîkariya Mala Haco û Ermenîyan gihandiye destê mala Cemîlê Çeto. Wan jî ev cebilxana gihandine Mala Elîyê Ûnis. Mala Elîyê Ûnis jî van sîleha wê li xelqê bela bikin û li himber dewletê rabin û wê dewleta Kurdistanê çêkin.” 5 kes jî wek şahit Usiv teyîd dikin: Mahmud Begê Zoqê, Reşîdê Sosê (ji Girêkelo), Hesenê Gênco(ji Milefan), Hesê Reşê Çirî û Feqe Ehmedê Reşîdê Remezanê Herbelusî. Ev gilîya ha çirusîya agir digihîne barudê.
Dewlet li vî welatî ne desthilatdar bû. Di serhildana Sasun a Yekemîn (1925-1928) de ne gihabû armanca xwe û eşîrên ku bîrdoziya welatê xwe dikirin hêjî xurt bûn. Gefe refa Hikumeta Tirk ji vir dihat, dixwest her bi çi awayî be van kes û eşîran bipişêfe. Li ser vî nameyî Hikumeta Tirk, li herêmê kesên ji xwe re wekî dijber didît û ku bîrdozîya kurdînî bi wan re hebû wan digirt dixist girtîgehê. Feremezê Cemîlê Çeto, Resulê Mihemed û gelek serekeşîr hatibûn girtin. Dora Evdirehmanê Elî bû, lê belê ew ne pariyekî bi hêsan bû, di berdestkirina wî de dewlet bi ser neket.
Evdirehmanê Elî, di Serhildana Çîyayê Sasun a yekemîn (1925-1928) de ji bo serokê hereketê Mihemedê Elî re şêwirmendekê gelek girîng bû. Di şer de gelek pêwendîyên civakî û sîyasî bi taybetî pêwendîyên bi dewletê re Evdirehman saz dikir. Evdirehman, him bi Tirkî dizanîbû him jî usil û erkanê civakî baş dizanîbû. Evdirehman bi malbatên xwe ve li gundên çîyê çêtir dikaribûn xwe bi parêzin. Eger li wan biqewimiya nêzîkê çîyayên xwe bûn.
Di havîna sala 1935an de qolordiya Dîyarbekir dikêşe ber Hezo. Li Deşta Dena çadirên xwe vedidin. Serleşker jî li qişlê bi cîh dibin. Leşkerên Sêrtê, Muşê, Çewlîgê, Mêrdînê û Bilîsê yekser bi ser çîyayên Sasun û Hezo ve digirin. Ji Farqînê (Silîva) heta Motka, Zîyaretê, Sasun û Hezo, ji aliyê Dewleta Tirkan ve Herêma Qedexe (Mintika-î Memnu) tête îlankirin (10.07.1936). Dewlet, nahêle tu kes bikeve vî herêmê. Însanên meyldarê Mala Elîyê Ûnis, têne gullebarankirin, gelek kes di xanîya de bi saxî dihatin şewitandin. Bexçeyên wan û daristanên ku di sed salan de şîn bûne têne şewitandin. Gelek malbatan bi hovîtîyek bê emsal ji gundên wan deranîn û bi pîya berê wan dane şafirên (stepên) tirka(nava Anatolê). Bi gorî dewletê ev însanên hanê hov bûn û pêdiviye bihatana “tedîp” kirin. Ji ber vî jî navê Serhildana Sasun di qeydîyên dewletê de bi “tedîp, tenkîl û temîzlîk harekatı” tête binavkirin. Eger bivê, wekî çend mînaka mirov bibêje: Li gundê Îngozîk dor û berê 70 kes(jin, zarok, kal) têne gullebarankirin. Zarokekî li ber şîr ku berik lê ketibû, şûna xwînê şîr jê diherikî. Li gundê Kuskêt, piştî ku gundîyan dikujîn, agir berdidin kewarê mêşa, hingiv wekî leyî di cêwê de diherike. Bi kûrtayî, mirov dikare bibêje ku dewlet bi vî kiryarîya Herêma Qedexe; wekî ku av ji ser masiya bê birrîn û dînamêt di nav koma wan de bête teqandin kiribû. Wî wextî serleşkerê Tirk, Osman Tufan Paşa ye. Osman Tufan, gelek nêzîkê Ataturk û Înonî ye. Di pey wî de esas birêvebirê şer(ji bo demekî) Yuzbaşî Cemal Madanoxlu ye. Madanoxlu, di pirtûka xwe ya bi navê Serpêhatî(Anilar) de bi yek rêzekî wê wahşetê teyîd dike. Evî tiştî jî teyîd dike ku, tekoşerên Evdirmanê Elî heta ji wan bihata li leşkerê bêritbe nedixistin û dîsa jî leşker di wî çîyayî de tim diket kemînê. Mala Elîyê Ûnis û leşker bi ser ne diket. Rêxistina Evdirehmanê Elî (bi eşîra xwe û digel eşîrên di serhildanê de) ji dewletekî ku li ser 3 qitayên dinyayê hikim kiribû, bêtir bi rêk û pêk bû. Evdirehmanê Elî bi hejmarekî hindik çekdar ve bi artêşeke ji hêza xwe gelek zêdetir re şer dikir.
Artêşa Tirk, rastê şikestên dijwar dihat û bi tu awayî nedikarîn vî ‘pirsgirêkê’ çareser bikin. Gelek leşkerê ku bi taybetî hatibûn perwerdekirin û li çîyayê Dêrsim li hember kurdan şer kiribûn, anîn çîyayên Sasunê. Lê belê ew hêzên wan jî têkçûn. Li herêmê ji hinek kes û eşîrên şolyekbir hebûn. Evdirehmanê Elî, Artêşa Tirk bê mefer kiribû. Li ser vî ku ji şer tû encam nayê sitandin. Cemal Madanoxlu diçe bi Evdirehmanê Elî re dipeyive û ku îmkan hebe ji bo Evdirehman teslîm bibe wî îkna bike. Osman Tufan Paşa, ji bo vî hevdîtina Cemal Madanoxlu xwe ne qayîl dike. Bi gorî wî, çênedibû ku dewlet bi eşkîyan re bipeyive, divê wan bigire yan jî bikuje. Cemal Madanoxlu, ji Evdirehman re dibêje xwe teslîm bikin. Evdirehman jî, dide dîyarkirin ka li hemberê çi ev teslîmîyet tê xwestin, eger dewlet bextekî ku pê ewle bibin bide yan jî daxwîyanîyekî ku pê bawerî bînin bide, dibe ku li ser nîqaş bikin û hevdîtina pêk bînin. Belê Osman Tufan Paşa li ser fermana Ataturk, bê qeyd û şert teslîmbûn yan jî di komkujîyê de îsrar dikir. Li ser vî helwesta dewletê Evdirehmanê Elî ji Madanoðlu re dibêje: “Ezbenî; yê we dewlet, paşe û generalê we hene, yê me jî Xwedayê me û çîyayên me hene” û pişta xwe dide çîyayê Sasun: Karmelêh, Şelaş û Arzîv. Eger karbidestên Dewleta Tirk zanibûna ku werin, wê gazî hemî dinyayê bikira ku di hewara dewleta wan de bihatana. Di dawî de Artêşa Tirk dest bi karanîna balafiran kir. Bi gorî agahîya, piştî bi karanîna balafira nexweşînên bi birînê xedar bi xelqê re çêbûn. Ev jî şipha bikaranîna dermanên kîmyewî tînê bîra mirovan.
Evdirehmanê Elî, ji 1934an heta 1937an şerrekî bi mêrxasî domand, lê belê cebilxanê wî kêm dibûn û pêwendîyên bi dervayê herêma wî re gelek zehmet bû. Di dawîya 1937an de 2 sendoq berikên nû, ji Sêrtê ji kaçaxçîyan dikire. Evdirehman, sendoqek li çekdarê xwe bela dike û sendoqek jî ji eşîra Musîyan re bi rê dike. Berîya ku bi van berika di şer de bikarbînin, pê dihesin ku ev berikên hanê sexte ne û namluyê çekan diqelêşin. Piştî vî bûyerê Evdirehman, Derwêşê birayê xwe rê dike bin xetê(Surîyê). Derwêş diçe li wir bi Komara Fransayê re pêwendî datîne. Gotinê Evdirehman ji nunerê Fransizan re dibêje:” Eger hûn alîkarîya çekan bi me re bikin, em li çîyayên xwe serdestin û emê karibin xelqê xwe biparêzin…” Fransiz ji bo alîkarîya çek û cebilxana didin dîyarkirin ku di rêya reşayiyê de îmkana neqilkirina malzemeyan tineye. Eger cîyekî musaît hebe bi balafiran wê malzeme neqil bikin. Evdirehman ji wan re 2 cih nîşan dide: Di çiya de Madeqnî ya Modkan û Deşta Hovê. Balafirên keşfê yên Fransa, tên li van cîya dinihêrin û bê îmkanîyetiya danîna balafiran yê teknîkî didin dîyar kirin.
Evdirehmanê Elî ji bo serketin û domandina serhildanê hemû rê ceribandin. Di dawî de dora bê meferiyê gihîşte. Çê nedibû ku xwe teslîmê dewletê bikin. Teslîmîyet, aqubeta Şêx Seîd bû. Ev tişt eşkere bû. Her çiqas karbidestên dewletê sed sondê namusê dixwarin jî, Evdirehman ne di xavîtîya xapandinê de bû. Hêzên xwe yê çekdar û malbatan dike qisim qisim. Her qismekî di guzergahekî cûda de rê dike. Ji tekoşeran ku navên wan ketîye kilam û stranên kezebşewitî; Elî(kurê Mihemedê Elîyê Ûnis e), Mahmê Xelîl(Kurê Xelîlê Elîyê Ûnis e), li çemê Batmanê li Newala Qeremusê li ser gilîyekî bi leşkerekî giran re şerekî bi mêrxasî dikin û her sê jî şehît dikevin. Mistêyê Elîyê Ûnis, Derwêşê Elîyê Ûnis, Nisredînê kurê Derwêş, Evdê kurê Evdirehman, Fadlîyê kurê Mihemedê Elîyê Ûnis û Kazimê kurê Ûnisê Elîyê Ûnis jî berê xwe didin bin xetê (Surîye). Digehin binê Eskîfê pêşberê gundê Xindukê. Mistê, li ser limêja şeveqê ye û bi derba leşkeran tê kuştin. Bi bêbextîya rêberê wan her pênc kes dikevin destê leşker û wan dibin Dîyarbekirê. Serleşker bi Quran û namusa xwe û sed sondî xwaribû ku tu xerabî nayê serê wan. Kesî tû agahî ji van mirovan negirt. Hatin gullebarankirin, hatin şehîtkirin, hatin şewitandin, her bi çi awayî hatin windakirin ne dîyare. Di qeydên dadgeh û leşkeran de jî navên wan derbas nabe.
Malbata Mala Elîyê Ûnis derbasî bin xetê dibin û îltîcayê Fransa dikin. Li welatê xwe dibin penaberê bîyanîyan. Ev rewşa hanê ji Evdirehman re gelek giran tê, belê şoreşa netewî di ramana wî de projekî ye ku nikare dev jê berde ye. Piştî demekî ji Qamişlo diçe Hisîça. Berîya ku Evdirehman here bin xetê gelek rewşenbîrê kurd jî, ji ber Dewleta Tirk revîyabûn û bi penaberî li wir dijîyan. Cîgerxwîn, Osman Sebrî, Qedrî û Ekrem Cemîlpaşa, Doxtor Nafiz ji van ronakbîran bûn. Evdirehmanê Elî, pêwendî bi hemû rewşenbîrên kurd re danî û piştre tevlî rêxistina Xoybûnê bû. Ewî li ser girîngîya pêwendîyên navnetewî radiwest. Bi hikumeta Fransa re hindek pêwendîyan saz dikir. Dema Şerê Cîhanî yê Duwemîn dest pê kir, ronakbîrên kurd civînekî li dar dixin. Li gorî biryara dawî, piştî ku şer xelas bibe pêdivî ji vêga ve xebatekî navnetewî hebe ji bo ku kurd jî karibin mafê xwe yê netewî bi dest bixin. Evdirehmanê Elî jî tevlî civînê dibe. Bi gorî biryara rêxistinê, Evdirehmanê Elî û Ekrem Cemîlpaşa, pêdiviye ji bo pêwendîyên dîplomatîk herin Rusya. Li ser vî Evdirehmanê Elî diçe Beyrudê ba Garo Sasunî hindek ewraqên tarîxî jê werdigre. Rojekî Elî Axayê Zilfo û yekî dî bi mêvandarî diçin mala Evdirehman. Dotira rojê Evdirehman, ji bo mêvanên xwe bi rêke ser xetê, diçin stasyona trênê. Rêya trênê ji Tirkîyê derbasî Surîyê dibe, piştre dîsa dikeve tixubê Tirkîyê. Evdirehman bi mêvanê xwe re li trênê siwar dibe ku wan bi cih bike û vegere malê. Evdirehman li trênê siwar dibe nabe, trên hereket dike û konduktor derî digre. Evdirehman dike ku peya bibe, konduktor dibêje: “Bisekine, trên naçe, manewra dike” çiqas diçe trên surata wî zêde dibe, pêre pêre çend heb leşker tên Evdirehman digirin. Li ser û berê wî digerin, demança wî û ewraqê wî jê distînin. Di vî navbeynî de trên digihê Nisêbînê. Evdirehman fêm dike ku bi komplo hatiye revandin. Bi lez xwe di kuleka trênê de davêje û dibeze. Leşker jî didin pey, belê ew xwe digihîne nav hinek dar û beran, rêça xwe winda dike. Heta êvarê xwe li wê derê diveşêre û di tarîtîyê de di tixub de derbasî bin xetê dibe. Di wê gengeşeyî de ser û mil û lingên wî birîndar bûne. Piştre li ser daxwaza Dewleta Tirk, Hikumeta Fransa, wî ji Hisîça nefîyê Şamê dike, ji bo ku ji tixubê Tirkan dûr bikeve. Piştî 1950yan ku Demokrat Partî li Tirkiyê dibe hikumet, efû derdixe. Qismek ji malbata Mala Elîyê Ûnis dizivirin Kurdistana Bakur. Walîyê Dîyarbekir, ji birazîyekî Evdirehman re dibêje: “Bila Evdirehman jî vegere, efû derketîye tiştek jê re tineye, eger were ez ê alîkarîya wî bikim.” Evdirehman gelek gotin û sozên bi vî rengî bihîstibû. Ji bin xetê ne zivirî û bi hesreta welatê xwe yê azad jîyana xwe ji dest da. Evdirehmanê Elî, dil zîzîya xwe û wefadarîya xwe, carna bi çend gotinên kurt ên edebî dianî ziman. Yek ji wan ev e:
Ditirsim ey weten bimrim, nebînim bextîyarî tu
Dîsa li bin pencê sitem bi ah û nal û zarî tu
Dil û canê min bi gorî çûn jî daxwaza miradaî tu
Binûsin li ser qebrim weten xemgîn û min xemgîn.
Yek jî li ser rehmetkirina Şêx Dîyadîn(Hezret) gotîye:
Sala sê sed çil me borî
Ji hicreta xeyrulbeşer
Dernehê mahê Sibatê
Cuma bû weqtê seher
Ronîya min da cewabên îrciu cael qeder
Evdirehmanê Elî, jîyanekî bi rûmet derbas kir û ti caran dev ji helwesta xwe ya şoreşgerî û neteweyî berneda. Piştî jiyanek û tekoşînekî dûrûdirêj, di sala 1956an de diçe ser dilovanîya xwe û li goristana Dugirê tê veşartin.
13yê Îlona 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder