29 Temmuz 2016 Cuma

İsmail GÖLDAŞ/ Koçgiri’de iki Kişilik- II

               


Bir önceki sayıda Koçgiri’ de üst düzey iki devlet görevlisinin: biri asker, diğeri vali olan bu yetkililerin Kürt ayaklanmasına yaklaşımları, aralarındaki çelişkileri konu alınmıştı. Devlette de varolan iki ayrı kesimin düşüncelerinin bu iki ayrı görevlinin eylemine yansıma biçimi de sezdirilmişti. Kürtlerin ayaklanmalarında devletin kullandığı şiddet yöntemlerinin bu ayrı iki kişilikteki yansıması verilmek istenmişti. Bu yazının konusu elbette ki öncekinin devamı; ancak daha çok bu özellikli Kürt hareketinin Ankara’daki mecliste bulduğu yankı konuya kaynaklık edecek. Koçgiri Kürt olgusu Ankara’daki Türk meclisinde nasıl bir ilgi-tepki uyandırdı? İcra Vekilleri Heyeti, milletvekilleri bu Kürt ulus tepkisine nasıl baktılar; milletvekilleri neler söylediler? Konu bu. Koçgiri hareketinin ne tarihi ne de kronolojik, tarihsel yazımı olmayacak. Koçgiri Kürt tepkisi -ki çoğu kaynak ayaklanma olarak adlandırır- tarihi elbette ki ayrıntılarıyla yazılmayı bekliyor.  Konu üzerinde çalışmalarımı yer yer sürdürüyorum. Bu yazı öz olarak Koçgiri’nin Ankara’dan, I. TBMM’nden nasıl görüldüğü ve nasıl yorumlandığını ele alacak biçimde hazırlandı.

    İsmail Göldaş

Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınlar Serisinin bir nolu kitabı olarak çıkarılan Türk İstiklal Harbi, İstiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921) adlı 1974 basım tarihli kitap Koçgiri (Koçgiri)’den “Ayaklanma” diye sözetmektedir. 6 Mart-17 Haziran tarihleri arasında başlayıp bitirilen bu Kürt Hareketı Türk meclisinin önemli, tartışmalı toplantılarına konu olmuştur. Olaya en fazla yer vermiş olan kişi Dr. Vet. Nuri Dersimi’dir. Dersimi Koçgiri için “Kürt İstiklâl Savaşı” kavramını kullanmış. Dersimi’ye göre bu Kürt İstiklal Savaşının I. TBMM’de nasıl ele alındığı, Kürdistan mebuslarının neler söyledikleri yazının akışı içinde verilecek. Cumhurbaşkanlığı Arşivindeki Koçgir Ayaklanması (Arşiv’de “İsyan” kavramı kullanılmaktadır)’na, ilişkin belgeler de yazı içinde verilecek. Arşiv belgeleri 1993 tarihinde Aydınlık gazetesinde yayınlanmıştır. İnci ve Yeni İnci dergilerinde özellikle Alişer Bey’le ilgili makaleler yer almıştı. Bu makalelerden de yararlandım; ancak uzun alıntılar yapmadım.  Derginin bir başka sayısında bu ve buna benzer ayrıntıları vermeye çalışacağım. Koçgiri Kürt hareketinin lideri durumunda bulunan Alişer’in bedeninden ayrılmış ve otların üstüne atılmış başının resmi bu adı geçen İnci dergisinde yayınlanmıştı. Dergide yayınlanmış olan resim ve yazıları, derginin gelecek sayılarında olduğu gibi vermeyi de ayrıca düşünüyorum. Koçgiri ile ilgili başlıbaşına yapılmış tek çalışma Komal yayınevi tarafından 1975 yılında yapılmış Koçgiri Halk Hareketi adlı yarı-derleme kitaptır. Bu kitap, kapak başlığından da anlaşıldığı gibi Koçgiri için “halk hareketi” kavramını kullanmaktadır. Hareketin “ayaklanma” kavramı içinde değerlendirilmesi tartışma konusudur. Komal’ın kitabının önsözünde Koçgiri’nin bir “İsyan” hareketi olduğu sezdirilmektedir. “Önceki ve sonraki yerel/ulusal direniş ve isyanlardan ayrı, ilginç bir özelliğe sahiptir’ denilmektedir. Bu alıntı Koçgiri’nin bir “direniş” hareketi olarak alınabileceğine vurgu yapmaktadır. Ancak, önsöz genede bu Kürt ulus tepkisinden “halk harketi” olarak ısrarla sözetmektedir. Bu konu, Kürt ulus hareketlenmelerinin anlaşılması bakımından tartışılmaya değer bir malzeme içermektedir. Başlangıç noktası Koçgiri olmamakla birlikte, tek tek, dönem dönem bütün Kürt ulus tepkileri; ayaklanmaları ele alınıp, ayrıntılarıyla incelenme konusudur.

Örneğin bir Ali Batê, Cemilê Çeto, Sason, Bitlis olayları; Erzurum’daki İttihat Terakki günlerinde meydana gelmiş olaylar/tepkiler/muhalif tutumlar döneminin özellikleri de ele alınarak araştırma konusu yapılmalıdır. Kürt tarih araştırmaları henüz bu derinliğe inmiş sayılamaz. Türk Milli Mücadele tarihinde, Türkler açısından aydınlatılmamış konu neredeyse kalmadı sayılabilir. Şimdilerde; il, ilçe hatta yöre bakımından incelemeye tabi tutulmuş durumda. Kürt toplumunun bu dönemi aynı metotla ve aynı ayrıntılarla verilebilmiş değil. Köken, Irk tarihi Kürtleri çok fazla etkiliyor. Hiçbir tarih formasyonu bulunmayan ve adlarına “Kürt tarihçisi’ ibaresi eklenmiş olan kimselerin daha çok ilkel biçimde; bilim /akademisyenlik misyonu taşımayan çalışmaları bu yöndedir. Kürt kurumları, basını “Kürtçe yazabilen” herkesi neredeyse “Dilbilimci” yapmış, ona bu oldukça önemli “Ünü’, “Lakap” olarak yapıştırmış durumda. Aynı biçimde Kürtlerin kökenine ilişkin yazan herkes de “tarihçi” sayılmaktadır. Oysa tarihçilik başlı başına bir bilimsel formasyon, akademisyen özellik taşır. Eline kalem alan her Kürt; Kürtlerin ilk insanlık tarihini örgütlemiş olduğundan başlayarak, Dersim’ e kadar inmektedir. Ayrıca “tarihçi”lerimizin hepsi hem şair, hem romancı, hem hikayeci, hem tiyatrocu; hem de müzik uzmanlarıdır! Kuşkusuz konumuz bu değil. Ancak, iş tarihten açılmışken bir konuya daha değinmeli: Her milletin tarihinde bu zamanlar yaşanmış. Millet oturdukça, zaman ilerledikçe; ulus bilinci önemli sıçramalarla kendi akademisyen kimliklerine kavuştukça “seçici”lik, “elemeci”likte ortaya çıkmaktadır. Tarih, dil, edebiyat, müzik, basın alanında eski ilkellikler bu “seçici”likle elenerek tarih olmaktadır. Henüz Kürt toplumu ve yaratılan Kürt kurumlaşmalarından bunu beklemek erken sayılabilir. Her şey zaman, mekan, şarta göre ele alınıp değerlendirilebilinir. Koçgiri “olay”, “hadise”, “isyan”, “ayaklanma’, “halk hareketi”, “istiklal savaşı” da bu tarihsel çizgi izlenerek ele alınacak, değerlendirilecek. Ayaklanma olup-olmadığı tezi ayrıntılı incelemelerle aydınlanacak. Her hareket; olay, tepki, muhalif tavır, toplu sivil veya silahlı davranış her zaman, her şart altında “ayaklanma” klasik ve geleneksel tarzda kürt aydınları, politikacıları her olgudan “ayaklanma” özelliğini biraz da zevk alarak; özünde ilgilerini bu yönde koşullandırarak, derinde duran ulusal hınçla “ayaklanma” kavramını sosyo-psikolojik olarak kendilerine yakın bulmaktadırlar. Bu kavramı kullanırken belirgin anlamda “tepkisel’ olduklarını da açıklamak istediklerini de sezdirmiş olduklarını zannetmektedirler. Oysa; olay, tarihsel anlamda, bilimsel metotla ele alınıp, ayrıntılarıyla incelendiğinde gerçek değerine ulaşmış olacak. Belirgin, belli zamanda, yerel koşullar içinde gelişmiş bir hareketlenmenin “ulusal bir ayaklanma” kavramıyla açıklanabilmesi bu “aydın-politikacı-şair” heyecanından ayrı biçimde ve ayrı metotla ele alınıp incelendiğinde değeri belirlenecektir. Koçgiri için benim yapmak istediğim öncelikle olgunun çeşitli görünümlerini, iç çatışmalarını ve kullanılmış olan malzemeyi vermek olacaktır. Birinci yazımda bu malzemenin bir bölümünü vermiştim. Bu bölümde ise -tümü olmasa da- bir bölümünü daha vereceğim.

II

    Haydar Bey

Koçgiri olayı 5 Mart 1921 Cumartesi günü; Koçgiri aşiretine bağlı bin kişilik bir silahlı güçle İmranlı kasabasının baskınıyla başlamış sayılır. Aynı gün Sovyet elçisi Budu Mdivani, M. Kemal’e güven mektubunu sunmaktadır. Bu dönem aynı zamanda Sevr Antlaşması’nın onaylanmasının beklendiği dönemdir. Saray hükümeti Kürt toplumunun haklarından da sözedilen bu  antlaşmayı onaylaması ve M. Kemal’i ikna etmesi için bir heyeti  göndermiştir. M. Kemal Ankara’da bilindiği gibi Sevr’i onaylamamıştı. İşte Koçgiri’deki olay bu dış ve iç koşulların ağırlaştığı günlerde fiilen başlamıştır. Aslında olayın arka yüzü önceki yıla kadar uzanır. Özünde Koçgiri’ nin başlangıç tarihini “resmiyet’,  açısından 15 Kasım 1336/1920 pazartesi olarak alabiliriz. Bu tarihi olayın diplomatik, siyasi, resmi başlangıç tarihinin belgelendiği tarih olarak bilinmektedir. Koçgiri’ de başlayan ilk olay; askeri başlangıç Temmuz 1920’ de Mısto adındaki bir aşiret reisinin komutasındaki Zara’nın Çulfa Ali Karakolu’na baskın düzenlenmesiyle başlamıştır. Ağustos 1920’de ise Refahiye Kürt kuvvetleri tarafından alınarak fiilen yönetime el konulmuş ve hükümet konağına Kürt bayrağı çekilmiştir. Hozat toplantısı ve Ankara hükümetine hitaben yazılmış olan Kürt muhtırası bu olaylardan sonradır ve ilk diplomatik/siyasal Kürt isteklerinin resmi anlamda açıklanmasıdır. Resmi kaynaklar olayın fiili/askeri başlangıç tarihini 1 Ekim 1920 Cuma günü olarak almaktadır. Alişer Bey’in Kemah’ın köylerine düzenlediği baskınlarla Koçgiri olayı başlamış sayılır. 15 Kasım 1920 muhtırası resmi kaynaklara “İsyan”, Kürt kaynaklarına göre -tümünün değil- “ayak1anma”nın resmi/politik Kürt taleplerinin düzenlendiği. metin olarak Hozat toplantısında kararlaştırılmıştır. Bu yazı resmi bir merciye iletilmiş muhtıra olarak düzenlenmişti.

1-      Kürdistan Muhtariyet İdaresine muvafakat eden İstanbul Saltanat hükümetinin bu baptaki kararını Mustafa Kemal hükümeti’nin de kabul edip etmediğinin açıklanması;

2-      Kürdistan Muhtariyet İdaresi hakkında Mustafa Kemal hükümetinin görüş noktasının ne noktada olduğu hususunda aşair rüyesasına acele cevap verilmesi;

3-      Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan mıntıkaları hapishanelerinde tutuklu bulunan bütün Kürtlerin derhal serbest bırakılmaları;

4-      Kürt çoğunluğu bulunan mıntıkalardan Türk memurların çekilmeleri;

5-      Koçgiri mıntıkasına gönderildiği haber alınan müfrezelerin derhal çekilmeleri.

Baytar Nuri’nin babası İbrahim Ağa tarafından kaleme alındığı bilinen bu muhtıra Abbasan aşireti reisi Meço ağa tarafından Dersim mutasarrıfı Rıza Bey’e verilmiştir. Meço Ağa bilindiği gibi I. TBMM’ne mebus olarak M. Kemal tarafından alınan bir Kürt milletvekilidir. Meço Ağa tarafından Dersim mutasarrıfı aracılığıyla Ankara hükümetine gönderilmiş olan bu metin hemen etkisini göstermiştir. Ankara’nın isteği üzerine Dersim’e bir nasihat heyeti gönderilmiştir. Nasihat Heyeti’nin “itidali muhafaza” da fazla etkili olamadığı anlaşılıyor. Özellikle aşiret reisleri heyeti inandırıcı bulmamışlardır. Bunun üzerine Elazığ vilayeti aracılığıyla Ankara hükümetine bir telgraf çekmişlerdir. 25 Kasım 1936/1920 tarihi düşülen bu telgraf metni Koçgiri’nin önemli ikinci diplomatik/siyasal içeriğini vermektedir. Metin aynen şöyle düzenlenmişti:



“Elazığ vilayeti vasıtasıyla,

Ankara Büyük Millet Meclisi Riyaseti’ne Sevr Muahedesi Mucibince Diyarbekir, Elaziz, Van ve Bitlis Vilayetlerinde müstakil bir Kürdistan teşekkül etmesi lazım geliyor. Binaenaleyh bu teşkil etmelidir. Aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur kalacağımızı beyan eyleriz.

25 Teşrini sani 1336”

Garbi Dersim Aşair Rüeasası”



Koçgiri olayının Türk meclisine yansıtılan üçüncü önemli diplomatik/siyasal metni, 7 Kürt aşiret mensubunun TBMM’ne başvuru metnidir. TİH, Esengin’e göre 8 Nisan Cuma, Koçgiri Halk Hareketi kitabına göre II Mart 1337/1921 tarihli telgraf aynen şöyle yazılmıştı:

“Ankara Büyük Millet Meclisi Riyasetine,

Nefsi Zara hariç olmak üzere ekseriyet azimesi Kürtlerle meskün olan koçgiri kazası ile Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah kazalarının mümtaz bir vilayet haline ifrağı ve teşkili ile yerli Kürtlerden bir valinin tayininin; memuru adliye ve mülkiyenin gene vazifesi başında kalmasını arz ederiz.



Koçgiri Aşireti Reisi, Muhamet ve Taki:

Sadattan Alişer;

Dersim Aşiretleri Reislerinden:

Musafa, Seyithan, Muhamet Munzur.,

Komal’ın kitabında bu telgrafın Mec1is-i Mebusan’a gönderildiği yazılmıştır; oysa aynı kitapta yeralan telgraf metnin başında Ankara TBMM Riyaseti ibaresi yazılıdır. Mec1is-i Mebusan İstanbul’dadır ve konuyla ilgili başvuru yeri olarak görülmüyor.

Burada, yeri gelmişken bir konuya da değinmem gerekiyor. Rahmi Apak ve Esengin kitaplarında verdikleri telgraf metninde şu sözlerin yeraldığından sözetmektedirler. “Eğer mesele böylece kapatılamazsa, bütün Dersim’den maada Erzincan, Van, Diyarbakır ve Erzurum’a kadar ayaklanma yayılacaktır ve iki müslüman millet arasında kan dökülecek, müslüman düşmanlarının yüzü gülecektir.” Burada Öne çıkan söylem, bugün de, aradan geçen bunca zamana rağmen Kürtler tarafından sürdürülmektedir. Kan dökülmemesi, kanın durdurulması ve savaşın sona erdirilmesi Kürtlerin istemleri olarak devam ettirilmektedir. Ayrıca; savaşın durmaması ve isteklerin kabul görmemesi durumunda Kürtlerin yollarına devam edecekleri kararı da bugüne kadar süregelmiş kararlılıkları olarak anlaşılabilir. Telgraf metninde “ayaklanma” sözcüğü kullanılmış. Telgraf metninin TİH kitabına bu sözcük kullanılarak alındığı kuvvetle muhtemeldir. Metnin orijinalini görme imkanım olmadığı için kullanılan “ayaklanma” sözcüğüne ihtiyatla yaklaşmak durumundayım. Esengin de “ayaklanma” kavramını kullanmış.

Ankara hükümeti bu telgraf üzerine 13 Mart 1925’de tam yetkiyle Merkez Ordusu’nu görevlendirir ve mevzii seferberlik ilanı kararı alınır. Sivas, Erzincan ve Elazığ’da Sıkıyönetim ilan edilir. Ankara Kürtlerin isteklerini bu önlemleri alarak reddetmiştir. Bu siyasal tavır da devletin geleneksel siyasal, Kürt toplumuna uyguladığı tavır olarak süreklilik kazanmıştır. Özetle; 1921 Koçgiri’ de somutlaşan siyasal/politik/etnik tavırlarda bugünde köklü bir değişiklik yok.
III

Koçgiri hareketi I. TBMM’de hemen yankı uyandırmış ve meclis oturumlarında olay üzerine hareketli tartışmalar yapılmıştır. Önce, Koçgiri olayının kavranmasına hizmet etmesi bakımından, Koçgiri günlerine ait olduğu bilinen, ancak tarihi tam olarak bulunmayan bir arşiv belgesini vermek gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı Arşivinde yer no: 61, Dos. No: 15, Vesika No: 9045 notlarıyla bulunan 13 Aralık 1993 tarihli Aydınlık’ta Türkçe’ye çevrilerek yayınlanmış olan metin oldukça önemli bir belge sayılır. Bu bir bildiridir ve Kürt Hükümeti Muvakkatisi imzasıyla dağıtıldığı anlaşılmaktadır. Bildirinin basında çıkıp çıkmadığına dair bir bilgi edinemedim. Ancak, bildirinin dağıtıldığı ve Ankara hükümetinin görevlilerince ele geçirilmiş olduğu söylenebilir. Bildirinin dağıtılmasında İstanbul’daki Saray hükümetinin etkisi sözkonusu mu, bunun da açığa çıkarılması konusunda bilgiler elimizde bulunmuyor. Bildiri aynen şöyle düzenlenmiş:

“Necip Kürd Milleti’ne,

Ey Kürdier! Allahın emri ve peygamberin kavliyle, asırlardan beri esaret altında inleyen Kürd milletinin kurtuluşunun başlangıcı ve bağımsız Kürd devletinin esası olan Kürd hükümet-i Muvakkatisinin (Geçiçi Kürd Hükümeti) teşekkülünü vatandaşlara duyurmaktan onur duyarız.

Vatandaşlar! Bütün Kürdistan dahilinde Ulusal hareketin gelişmesiyle hükümetimizin kesin kuruluşu hakkında yapılacak muazzam teşebbüsün gerçekleşme zamanı pek yakındır. Ancak, bu teşebbüs, bütün vatandaşların ayrı ayrı yardımı olmadıkça gerçekleşemez. Her Kürd, vatanı için bu emre büyük küçük birer görev ile yükümlüdür. Bunu ihmal edenleri tarih lanetliyecektir. Allah korusun, bu fırsatı kaçıracak olursak, yarınki neslin huzurunda suçlu durumda kalacağız. Çünkü bu büyük fırsat bir daha ele geçmez.

Vatandaşlar! Sizin şimdilik yapacağınız hizmet basit, fakat mühim ve muazzamdır. Siz Mustafa Kemal’e karşı harb eden Yunan Ordusuna karşı bir vaziyet almaktan ve Mustafa Kemal lehine harbe katılmaktan tamamen çekilmelisiniz. Çünkü Mustafa Kemal de harb eden Yunanlılar’ın Kürdlere karşı hiç bir düşmanlıkları yoktur. Ve olamaz. Aksine Sultan’a kar,fl ayaklanmaya cüret eden Musta.fa KemaL, Müslümanların Halifesi  Hazretleri tarafından Kürdlere bahs olunan özerklik ve bağımsızlığı gasp etmektedir. Bundan vazgeçersek, Mustafa Kemal’in istiklal ve daha doğrusu Engizisyon mahkemelerinin idam ettiği kürdlerin miktarı binleri çoktan aşmıştır.

Vatandaşlar! Halife asisi Mustafa Kemal’i imha ve Kürd hükümetinin kuruluşunu kolaylaştırmak üzere, cümleniz, bulunduğunuz yerlerde isyanlar, ihtilaller tertip ediniz. Ta ki, ağırlığı günden güne çoğalan bu esaret gömleğini yırtıp atalım. Çünkü esir olmak, mazlum olmak da, zalim olmak kadar ve belki daha büyük bir cinayettir ki cezası idamdır.

Varandaşlar! Yakında resmen ilân oluncak Kürd hükümeti sancağı altında kucaklaşmak ümidiyle, cümlenizden ve cümlemizden çaba ve gayret bekliyoruz.”

Kürt kaynaklarında ve yabancı yazarların kitaplarında göremediğim bu metin kimler tarafından hazırlanmış, nasıl dağıtılmış bilinmiyor. O günlerde KTC bölgede bu biçimde bir çalışma yürütecek durumda değildi. Kendi içinde sorunları vardı ve Koçgiri hareketiyle organik/örgütsel/önderlik anlamında belirgin bir ilişki geliştirememişti. Bildirinin KTC’den çıkmış olabileceğine ilişkin kaynak gösterilemiyor. Hareketin askeri/politik önderlerinin bildiriyi kaleme alıp, Kürt militanlar tarafından bölgede dağıtılmış olması düşünülebilir ki, bu bir kanıdan öteye gitmiyor. Bildirinin içeriği ve kullanılan kavramlar ayrıca tartışma konusudur.

Koçgiri’nin önemli bir boyutu Ankara’daki Türk meclisine yaşanmıştır. 03/10/1921 tarihli birleşimin ikinci oturumunda olay meclisin gündemine getirilmiştir. Daha çok Nureddin Paşa’nın neden olduğu vurgulanan Koçgiri olayının açık oturumda mı, gizli oturumda mı görüşülmesinin uygun olacağı tartışıldıktan sonra, Nureddin Paşa’ya uygulanması gereken işlem üzerinde de konuşulmuştur. Bu konuşmalar verilmiş olan 107 imzalı bir önerge üzerine geçmiştir. Meclis bu oturumunda olayın gizli celsede görüşülmesine karar verecektir. Önce, TBMM Gizli Celse Zabıtları’nda Koçgiri olayı ve Nureddin Paşa’nın Kürt köylerinde uyguladığı şiddet ve tahribatın meclis çatısı altında yapılan tartışmalarını; özellikle konuya ilişkin sözleri vereceğim. 03.10.1937/1921 tarihli Perşembe günkü Birinci Celse, 85. İçtima’da yapılan tartışmalar üzerinde duracağım. Müzakere Edilen Mevad bölümünde Koçgiri ve Umraniye hadiseleri ve şark vilayetlerindeki ahvali inzitabiye maddesiyle açılan oturumda ilk sözü Erzincan milletvekili Emin Bey almıştır.

“Efendiler celsei hafiyeyi biz istedik. Esbabı da; defalarca görüşmüş ve Ümraniye’den geçmiş bir arkadaşınızım. Ben Koçgiri hadiselerini tamamen takip etmiş bir arkadaşınızım. Oradaki cereyanı ahvali tadat etmek için memleketin gerek hayatı siyasiyesine ve gerekse orduda dahi heyeti umumiye zannedildiği için celsei hafiye talep ettik. Bundan dolayı teklif etmiştim. Çünkü orada öyle bir mezalim icra edilmiştir ki tüyleri ürpertir. Çünkü efendiler memlekette yapılan bütün felaketi mezalim Büyük Millet Meclisi namına yapılmıştır. Bunu izah etmek zannedersem hariçte sui tesir yapar. Celsei hafiye teklifimiz bundan tevellüt etmiştir. Haricin bilmesi lazım gelmez. Hariç bilse de ecnebi devletlerinin bilmesi lazım gelmez.

HÜSEYİN AVNİ BEY (ERZURUM): Büyük Millet Meclisi kendisini tenzih için çalışmalı. Bu gibi mühim mesaili saklamağa lüzum görmüyorum. Bütün dünya bilmelidir ki biz, memleketimize sahibiz. Yoksa bizim seyyiatimiz (suçlar, günahlar) kaydolur. Bir-iki seneden beri bu mezalim samimi gayret ve faaliyetlerimizi sıfıra indirmiştir. Bilelim ki, verdiğimiz selahiyeti, suistimal edenler vardır. Böyle mezalim kalmamalı, herşey bilinmelidir (gürültüler) aleni olmasına taraftarım. 

Bolu milletvekili Tunalı Hilmi Bey, celsenin kapalı olarak sürmesini, tartışmaların “hafi celsede yapılması”nı istemiştir. Aleni celsede bunların tartışılamayacağını ileri sürmüştür. Erzincan milletvekili Fevzi Efendi de gizli celseden yanadır. Fevzi Bey, İstanbul’daki müfsitlere (fesatlara) sermaye verilmiş olacağı bu buhranlı zamanda aleni celseyi katiyen kabul edemeyeceğini söylemiştir. Sinop milletvekili Hakkı Hami Bey, söz alarak celsenin gizli yapılmasına 1üzum görmüyorum demiş ve sözleri arasında “Vaka vardır. İka edenler vardır. Bizce meçhuldür. Fenalık olmuştur” cümleleri yer almıştır. Daha sonra Erzurum milletvekili Mustafa Durak Bey söz almıştır:

“E.fendim, bizim celsei hafiyemizin tarihe karışacağından emin değilim. Bütün âleme ilân etmelidir ki, biz sizinle alakadarız. Memurlar da duymalı, herkes de duymalıdır. Celsei hafiye bir memlekette ecnebiye karşı siyasette yapılır. Memleketimizde yapılan mezalimi âleme karşı ilan etmeliyiz. Herkes duymalı. İmzalı bir takririmiz vardır. Bugün vereceğiz. Mesele gayet mühimdir. Bütün dünya görmelidir. Herkes duymalıdır. Çünkü efendiler, memlekette yapılan bütün felaket, bütün mezalim, bütün seyyiat (bunların milletten saklanmasından doğmaktadır.) Biz celseyi âlenide yapmak istiyoruz. (Alkışlar)

Hüseyin Avni (Ulaş) Bey: Koçgiri’de zulüm yapıldığını söyler ve celsenin âleni olmasında ısrar eder:

“Bu zulüm her tarafta işitilmiştir. Avrupa da işitilmiş, bütün safahatına vakıftır. Bütün kudretimizi göstermek üzere aleni yapalım. Meclis vardır. Bir adam vazifesini suistimal etmiş, cezasını görsün. Selahiyetle tecziye etmiş, mesul olmuş. Burada bir millet olduğunu gösterelim. Burada diktatörlük yoktur.”

TUNALI HİLMİ BEY (BOLU): Arkadaşlar, memleketi kurtarmaktan bahsedelim. Evvelâ memleketi kurtaracağız.

MUST AFA DURAK BEY (Erzurum): Memleket adaletle kurtulur.

Yapılan konuşmaların yeterli olduğuna ve celsenin gizli yapılmasına karar verilmiş ve görüşmeler sürdürülmüştür. Dersim milletvekili söz alarak önce Kürtlerin geçmişinden, islamla olan ilişkilerinden sözetmiştir. Kürtlerle Türklerin ayrılamayacakları üzerinde durmuştur:

“Sonra görüyorsunuz, Fransız ve İngilizler bir takım tezvirler yapıyorlar. Kürdistan’a bir şekil vermelidir, böyle olmalıdır diyorlar. Bunlar sırf Kürtleri Türklerden ayırmak, ikisini de boğmaktır. Başka bir fikir değildir. Bugün Kürt Türkten ayrılsa pek fena olur. Bilmiyorum beyefendi başka Kürtleri bilmem, fakat Dersim’in vaziyeti böyledir.”

Dersim milletvekili Hasan Hayri Bey’in 04.10.1921 tarihli ikinci celsede yapılan tartışmalarda Koçgiri olaylarının Alişer tarafından başlatıldığını söylemesi önemli sözlerdir. Bu sözleri önemli kılan Hasan Hayri’nin kimliğidir. Hasan Hayri bilindiği gibi Kürt tarih yazımında “büyük şehit” olarak anılmaktadır. O’nun siyasal konumu ve Kürtlük çalışmaları içindeki davranışları henüz bütünsel/objektif olarak anlaşılamamıştır. 1925’te, katıldığı Kürt ayaklanması nedeniyle asılmış olması Hasan Hayri’nin eyleminin ayrıntılarla verilebilmesini büyük ölçüde önleyici ve haklılığına katılımı yaygınlaştıran etken olduğu kanısındayım. Oysa Hasan Hayri’nin siyasal eyleminde ve Kürtlük çalışmalarında belirgin ve ilkesel bir tutum görmüyoruz. Koçgiri günlerindeki tutumu buna örnektir. Meclis konuşmaları da Hayri Bey’in siyasal özelliğini yansıtır içeriktedir. Sözlerinin sonu aynen şeyledir:

“Fakat bir an şarktaki orada bir memur var, onunla Koçgiriliyi asacak mısınız? Sonra üç, dört yüz kişi hapishanelerde yatıyor. Bunlardan masumlar çok vardır. Asıl âsiler dağlarda Alişer denilen herifle beraberdiler. Binaealeyh heyet buradan gidinceye kadar af kararının ilanını rica ederim. Bilâkaydüşart olmak üzere.”

TBMM’nin Koçgiri ve Umraniye hadiseleri üzerine yaptığı tartışmaların önemli oturumlarından biri 05.10.1921 tarihli birinci oturumdur. Çarşamba günü yapılan bu oturumda Kürt köylerinin “yakılıp yıkıldığı” milletvekilleri tarafından dile
getirilmiştir. Konya mebusu Vehbi Efendi’nin söyledikleri şöyledir:

“Efendim mevzuu müzakere olan Koçgiri meselesi, hükümetin zaafından bilistifade beş-on çapulcu isyan ermiştir. Şimdi kaç köy basılmış ve o köyleri yağma etmiş sonra hükümetçe tedibi lâzım gelen o dört köy yerine yetmiş-seksen köy mahv ve perişan olmuş… (Yanıış sesleri… ) Ben biraz fazla, noksan söylüyorum, sen onu düzelt. Şimdi efendiler burada bir mesele var. Hükümet ekser zamanlarda zebunkeşlik (acizlik, kendinden büyüğe gücü yetme) eder, cezası lâzım gelenleri tutamayınca sen bu köye yakınsın, sen de bu köyden su içmişsin, sen de bu tarladan geçmişsin diyerek eline geçeni tecziye etmek hükümetin tedibi lâzım gelir. Fakat cinayet edenlere karşı cinayet etmiyenleri muhafaza hükümetin vazifesi iken, bilâkis önüne geçeni her kim ise yakmış, yıkmış, mahvetmiş der.”

(… )

MUSTAFA BEY (Dersim): (‘‘‘) Koçgiri ahalisi bu ana kadar hükümete burada bulunan o civar mebusu arkadaşlar bilirler, bugün mahiye vergisini, verir, tekâlifini verir, yalnız Koçgiri değil, orada daha Türk’ün en ileri hanedanı diğer hanedanlara da fenalık olmuştur. Kuruçay civarında Türkler de vardır. Müftü efendi de söylesin, bir Türk köyüne nizamiye zabitanı gitmiş, hani ya buradaki halı, kilim demişler? İki kişi bulmuşlar vurdurmuşlardır. Bir kaç kişi çıkmış arkadaşı yatarken görüyorlar. Hani halılar, kilimler diye tazyik ediyor, ahali de aman bizi öldürürsünüz diye derededir, derler .. (“‘) Öyle ya yazık değil mi bu millete? İcabederse bendeniz giderim, gösteririm bunlara karşı. (“‘)

Bu adamlar diyorlar ki bir heyet gelsin, heyet gelmeden umum milletin kalbinde, müftü efendinin buyurdukları gibi, kadınların ırzına geçilmiş, herifin oğlu öldürülmüş, karısının ırzına geçilmiş, beş yaşındaki kızının ırzına geçilmek için kesilmiştir. Söylesin müftü efendi, verilen vesikayı gidiniz görünüz, kulağı kesilmiş fenalık yapılmıştır. (“‘) Allah aşkına bu Topal Osman’ın yaptığı fenalık ne haldir.”

TBMM’nin 29.10.1921 tarihli ikinci oturumunda Merkez Ordu Kumandanı Nurettin Paşa hakkında Lazistan mebusu Ziya Hurşid Bey’in Dahiliye vekilinden istihzah takriri görüşülmüştür. Ziya Bey söz almış ve Nurettin Paşa’nın Koçgiri’de yaptıklarını anlatmıştır:

“Efendim geçen sene Merkez Ordusu Kumandanlığı ihdas edildi. Nureddin Paşa bu mıntıkaya kumandan olarak tayin edildi. Bu tayinin akabinde Umraniye, Koçgiri hadisesi oldu. Birçok müslüman köyleri yandı. Bu yüzden sade Sivas vilayetinde pek çok müslüman köyleri yandı, yıkıldı. Ve Nureddin Pasa bu faaliyetini sahile doğru teşmile kalkıştı. Benim anladığıma göre buralarda yakmaya kastetmiştir”

Erzincan milletvekili Emin Bey’in daha önceki oturumda kürsüden Nurettin Paşa için söyledikleri Koçgiri’de Kürtlerin karşı karşıya bırakıldıkları şiddetin boyutlarını göstermektedir:

“Nurettin Paşa’nın kendi deyip’ ile, hükümetin önerilerini daha genişleteceğim diye tuttuğunu öldürmeye, ırzına geçmeye, namuslara saldırmaya kalkıyor. Rica ederim, hanginiz bu facia karşısında sabredebilirsiniz?

Buna üç yaşındaki çocuclar bile tahammül edemezler. Ve böyle bir şeye maruz kaldığımızda, rica ederim, nasıl karşınıza çıkanlara kurşun atmazsınız? Bu suretle bes milyon, onsekiz milyon liralık servet mahvolmuştur. Bu paralar tamamıyla gitmiştir. Ben kanıtlamaya hazırım. Otuz bin hayvanı Osman Paşa götürmüştür. (“”) Refahiye’de bir arkadaşım vardır, onu tanık olarak söylüyorum. (“’) Bir Türk servetine gözdikilerek karısı cebren alınmış ve alevisin diyerek herifin malvarlığı yağma edildikten sonra öldürülmüştür.

Efendiler dünyanın hangi yerinde böyle bir hareket görülmüştür ki, babasının bir evladının elinde ip, diğer elinde bir ip olarak çektirilerek tam altı saat içinde bu surette acımasızca öldürülmüştür? (“’ )

Nurettin Paşa’nın emri ile buraya gelen sorumsuz Osman Ağa kuvvetleridir. Elbette Nurettin Paşa’ya uyarı gitmiştir. Sonuç olarak, bu gibi olaylara meydan vermeyiniz denmiştir.(“’)

Bu Umraniye (İmranlı)’de meydana gelen ve terbiye etmek denilen bu şeyin Afrika barbarlarının bile kabul etmeyeceği bir derecede olduğunu görünce Dersimliler korkmuslar. İşte örneği budur demişler.”

Nurettin Paşa’nın Koçgiri’de uyguladığı Kürt imhası Meclis’te oldukça şiddetli tartışmalara konu olmakla birlikte paşa tümüyle gözden çıkarılmamıştır. Nurettin Paşa’nın ordudan atılması veya görevden alınmasını M. Kemal pek uygun görmemektedir:

“…Nurettin Pasa’nın yasa dışı eylem ve davranışlarına gelince… Ben bunları incelettim. Bu incelemelerden bazı sonuçlar da çıkardım. Nurettin Paşa’nın değiştirilmesi kanısı doğmamıştır. Konunun, aynı zamanda, Genelkurmay Başkanınca da sözünün edilmesi üzerine bir görüş ayrılığı ortaya çıktı”

M. Kemal’in bu dönemde Nurettin Paşa’ya sahip çıkması devletin “kürt siyaseti’nin özelliği nedeniyledir. Devlet Koçgiri‘nin şiddetle ezilmesinin önlemlerini almıştır. Ankara hükümetinin 1925’deki Kürt politikası “ezerek çözme” dir. 29 Ekim 1921 tarihli meclis oturumunda Ziya Hurşit’in sözleri Kürt sorununda asıl söz sahibi olan tarafın ordu olduğu görülmektedir.

“Demek ki bu adam, TBMM’nin üzerindedir. Ve kendisi orada bir aile hükümeti kurmuştur. Damadı Kurmay Başkanı, bir kardeşi Tokat mutasarrıfıdır. Bütün bunlarla memlekette bir eşkiyalık faslı başlamıştır. (“’) Nurettin Paşa, bu olağanüstü yetkileri kimden almıştır? Ordu komutanı olarak en ince ayrıntıya müdahale eder. Savcısıyla, komiseri ile uğraşır. TBMM bu adamı görevinden almalıdır. Ricam budur, bir dakika bile gecikmemesi gerekir.”

Görüşmeler soncunda meclis soruşturma kurulu Nurettin Paşa’nın görevinden alınmasına karar vermiştir. M. Kemal bu kararı biraz ağır bulmuştur. Nurettin Paşa yalnızca görevinden alınacak ve Ankara’ya çağrılarak yargılanacaktı. 17 Ocak 1923 günkü meclis oturumunda Nurettin Paşa’nın savunması okunur. Ancak Olay sonuçta kapanır, Nurettin Paşa’nın ordu komutanlığı görevinden alınmasıyla yetinilir. M. Kemal’in tavrı burada belirleyici olmuştur. Nutuk’ta bu tavrını açık biçimde anlatmaktadır:

“Ben Nurettin Paşa’ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim. Feyzi Paşa hasretleri de benim görüşüme katıldı. İkimizle Bakanlar kurulu arasında çıkan anlaşmazlık, Meclis’çe bir çözüme bağlandı. Meclis’te Nurettin Paşa’yı savundum. Kendisi için ağır bir işlem yapılmasını önledim.”

Koçgiri günlerinde Kürtlerin köylerini imha ettiren, onlarca köyün boşaltılması, binlerce baş hayvanın telef edilmesi; Kürt köylülerinin öldürülmelerini sağlayan Nurettin Paşa’ya yapılacak ağır bir işlemi önlediğini söyleyen M. Kemal, bir dönem sonra, kurduğu partinin adayına karşı aday olduğunda bu kez onu “gerici’’likle itham ederek meclise gelmesini önlemek istemiştir. 29 Mart 1921 tarihli Sivas Valisi Cemal Bey’in şifre yazısı ve ordunun beyannamesi Koçgiri günlerinde ordu, bürokrasi, hükümet’in Kürtlere karşı tavrının “ezerek çözme” olduğunu göstermektedir. M. Kemalin Nurettin Paşa’yı bu günlerde koruması bu politikanın gösterilmesidir:

“…Garp Cephesinin aldığı durum devleti şu gaileden kurtarmak ve mümkün mertebe işin içinden çıkmayı gerektirmektedir.

(“’)

Mazallah hele bir başarısızlık vahim neticeler doğurur. Madem ki şimdi kendileri sığınma, af ve aman talep ediyorlar, bir genel af ilânı suretiyle cemiyetlerini dağıtmak ve bilahare serkeşlik edenlerin tek tek icabına bakmak, memleketin büyük menfaatlarına uygun olacağı kanaatindeyim.”

Nurettin Paşa’yı koruyan M. Kemal, meclis konuşmasında Kürt köylerine uygulanan baskıların, ev yıkmaların gerçek olduğunu da bilmektedir; meclis konuşmasında şöyle diyor:

“Müsaade buyurun. Şimdi efendiler, tenkidat-ı (“ ‘) Şarkta hakikaten evlerde bazı taharriyyat olmuştur. (taharriyyât: aramalar, aratmalar) ve buyurdukları gibi şeyler olmuştur. Ben bundan haberdar oldum. (“’) Bu adam gayet muhtar hareket etti. Biz buna itiraz ettik. Bu adam illâ benim dediğim olacak derse, o vakit
prenslik iddiasında bulunmuş olur.

Şimdi bu, bir meseledir. Hatadır, vaki olmuştur, mafevki tarafından da menolunmuştur. Heveskar olduğuna hükmolunamaz.”

Nurettin Paşa “Türkiyede Zo diyenleri temizledik. Lo diyenlerin de köklerini ben temizleyeceğim” demişti. General Abdullah Alpdoğan’ın kayınbabası olan bu üst düzeyordu mensubu daha sonraki dönemde M. Kemal’le de karşı karşıya gelecekti. M. Kemal’in Koçgiri döneminde kendisini meclise karşı korumuş olması bu yol ayrımını önleyemiyecekti. Koçgiri’de uyguladığı şiddet önlemleri 1921 ‘de M. Kemal’in reddettiği şiddet olmamıştı. Nutuk’ta Koçgiri’den şöyle sözetmektedir:

“… 1919 senesi içinde teşebbüsat-ı milliyemiz aleyhine başlayan dahili isyanlar süratle memleketin her tarafına sirayet eti!: (‘‘‘) Ümraniye, Refahiye, Zara, Hafik (‘‘‘) havalisinde alevlenen suriş (kargaşalık) ateşleri bütün memleketi yakıyor, hiyanet, cehalet, kin ve taassup dumanları bütün vatan semasını kesif karanlıklar içinde bırakıyor. “

(“‘)

“ … 1921 senesi bidayetinde de Koçgiri aşiret rüesasından Haydar Bey, İstanbul’da Seyit Abdülkadir’den aldığı talimat üzerine Alişan ve akrabasından Naki Alişer vesaire ile hareketi isyaniyeye başlamışlardı.”

M. Kemal’in bu günlerde Nurettin Paşa’yı meclise karşı korumuş olması yeterli görülmemektedir. Özellikle Kürdistan milletvekillerinin tutumu ve bir genel af isteklerinin belli oranda gerçekleşmiş olması hiç bir biçimde kabul görmemesi gereken bir öneri olarak anılmaktadır. Genelkurmay Harp Tarihi’nin yayını ve aynı cümleleri kullanmış olan Kenan Esengi’nin kitabı bu tepkiyi dile getiren iki resmi kaynaktır. Kenan Esengin bu konuda M. Kemal’in de zaaf içine düştüğünü söylemektedir. Nurettin Paşa, Koçgiri’deki olayların şiddetle bastırılması üzerine sonraki dönemde alınması gerekli idari ve politik önlemlerin neler olabileceği konusunda hükümete önerilerde bulunmuştur. Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa’nın önerileri şunlardı:

“Bu olaylardan ders alınmasını, felâketlerin, hıyanetlerin tekrarlanmaması için bölgede daha esaslı ve ciddi bir operasyon yapılmasını Genel Kurmaya teklif etti. Nurettin Paşa asi köylerini dağıtmak, bunları Anadolu’nun başka bölgelerine yer yer serpiştirmek ve Türklerin arasına yerleştirmek, kendilerine Türk olduklarını aşılamak fikrini savunuyordu.” (alıntı, Esengin: s. 193)

Esengin bu Türkleştirme politikasına “yapılacak doğru hareket bu idi” demektedir:

“Denebilir ki Koçgiri bölgesindeki isyana katılanların hepsi suçlu değillerdi ve Kürtlük ideali ile yaşamıyorlardı; o yöne itilmişlerdi Bununla beraber, o sırada Nurettin Paşa’nın yaptığı teklif uygulanmadığından ve gerekli ciddi tedbirlerin alınmasına engel olunduğundan, 1926 Şeyh Sait ve sonraki Ağrı ayaklanmaları çıkmıştır.”

Esengin, ciddi tedbirlerin alınmasını Kürdistan mebuslarının önlediğini ileri sürmektedir:

“Nurettin Paşa’nın bu fikrine, Büyük Millet Meclisi’ndeki Doğu milletvekilleri şiddetle karşı koydular. Hatta tutulan ve Sivas’a gönderilen âsilerin ve elebaşlarının affı için bir genel affın çıkarılması lehinde propagandaya bile koyuldular. Bunları Koçgiri aşiret başkanlarından farklı düşünmedikleri çok iyi anlaşılıyordu. Siyasi oportine ya da duygu zayıflığı üstün gelmeye başlamıştı.(‘‘‘) Meclisin bu tutumu üzerine, İçişleri Bakanlığı ve Genel Kurmay Bankanlığı, Merkez Ordusu Komutanının fikrini uygun bulmayarak onu vazifedn almak
zorunda kaldılar. Durumu yeniden görüşmek üzere de Büyük Millet Meclisi’nden bir araştırma heyeti bölgeye gitti. Bizce Mustafa Kemal Paşa’nın milli mücadele sahasında gösterdiği en zayıf davranışlardan birisi budur.(“’)

Esengin, Kürdistan milletvekillerinin “Kürdistan devleti kurmak” isteyen Haydar Bey’i affetmek için önerge verdiklerini, bunlar hakkında ne düşünmek gerektiğinin güç olduğunu söylemektedir. I. TBMM’de kaynaklara göre 72 Kürt kökenli mebus bulunmuştur. Kuşkusuz bu mebuslar Koçgiri günlerinde, özellikle Nurettin Paşa’nın şiddetin boyutlarını büyük oranda yükseltmiş olması nedeniyle rahatsızlık duymuşlardır. Özellikle Hüseyin Avni Ulaş, Hasan Hayri ve Durak Bey bu rahatsızlığı dile getiren milletvekilleridir. Lazistan mebusu Ziya Bey de özellikle Nurettin Paşa’nın Samsun bölgesinde yaygınlaştırdığı göçertme ve katliam boyutlarına ulaşan eylemlerinden şiddetle rahatsızlık duymaktadır. Kürt illeri milletvekillerinin mecliste Koçgiri olayları nedeniyle görüşüldü oturumlarda siyasal/ulusal anlamda organize bir grup görünümü vermemişlerdir. Kürt problemi ve Koçgiri olgusunun Koçgiri ile ilgisi konusunda teorik/siyasal söylemleri olmamıştır. Bu milletvekilleri örgütsel/düşünsel bir Kürt politik davranışı
içinde değillerdi. Meço ve Diyap ağalar bu mecliste bulunuyorlardı ve Koçgiri konusunda Ankara’nın tavrına karşı tepkinin içinde yeralmamışlardır. Hasan Hayri, Hüseyin Avni ve Durak Beylerin tutumu ise daha çok Nureddin Paşa’nın kitabında bu konuya ayrıca yer verilmişse de ayrıntılı bilgiler verilememiştir. Meço Ağa için şöyle denilmektedir:

“… Bunun gibi meşhur Hozat muhtırasını Dersim mutasarrıfına verince, «bu muhtıraya 24 saat zarfında cevap getirmezsen gözlerini oyarım» diyen Meço Ağa, Koçgiri tenkilini muvafık gören Birinci Meclisin üyeleri arasında “Kürdistan mebusu” olarak yer alacaktır.”

    Hasan Hayri Bey(Dersim Milletvekili)

Koçgir,   Nurettin Paşa olayının meclis oturumları görüşmeleri incelendiğinde; Kürdistan milletvekillerinin belirgin biçimde ve organize tarzda hareket etmedikleri görülecektir. Görülebilir biçimde Nurettin Paşa’nın yaptıklarından rahatsızdırlar. Bir ‘genel affın daha uygun olacağı ve olayların yaygınlaşmasını
önleyeceği kanısındadırlar. Bir Kürt proğramına sahip nitelikleri yoktur. Çoğu da sessiz kalmışlardır. Ancak sonuçta “Koçgiri tenkili”ne onay vermişlerdir. Nurettin Paşa’nın davranışları nedeniyle görevinden alınmasına da olumlu yaklaşmışlardır.
Koçgiri çalışmasında Kürdistan milletvekillerinin konumundan sözedilmektedir:

“Mustafa Kemal, ön çalışmalarını Ankara’da bir heyeti toplamakla geliştirirken, Koçgiri de milli bir hareket için gerekli örgütlenmeler devam etmektedir. Ankara, Koçgiri ve Dersim illerigelenlerinin meclise girmeleri taraftarıdır. Bu nedenle Alişan Bey’in de gelmesi istenir. Ancak Alişan bu isteği reddeder. Meço Ağa, Diyap Ağa, Mustafa Bey, Ahmet Ramiz, Hasan Hayri ilk Dersim mebusları olarak Ankara’ya giderler. (“’) Oysa aynı günlerde 72 Kürt mebus Ankara Hükümeti ile beraber olduklarını itilâf Devletleri’ne bildirmişlerdi.”

Hasan Hayri 72 Kürdistan mebusu arasında, Koçgiri meclis oturumunda en uzun ve hararetli konuşmayı yapan Kürt mebus olmuştur. Kürtlerle Türklerin kardeş olduklarını ve hiçbir suretle bu iki kardeş kavmin birbirlerinden ayrılmayacakları Hasan Hayri’nin konuşmasının esas düşüncesiydi. Koçgiri çalışmasının dipnotunda, bu dönem Türk meclisine katılmış olan ve o günkü kavramla “Kürdistan mebus”ları olarak adlandırılan mebusların “çıkarcı görülebilir” liklerine işaret edilmektedir. Bunların büyük bir kısmı Türklerle birlikte ve Kemalist karargahın yönetiminde hareketin doğruluğuna inanmışlardır. Ankara’nın bu süreçte kullandığı etnik kimliklere vurgunun bunda ne oranda etki yarattığı
ayrıca tartışma, araştırma konusudur:

“Öte yandan, Ankara Hükümeti, Dersim ve çevresi üzerinde saygınlığı ve etkinliği olan bazı aşiret reislerinin Meclis-i Mebusan’a girmesini sağlar. Meço Ağa’nın, Diyap Ağa’nın meclise girdikleri ve Kürdistan’ın her tarafından da hükümete temsilciler gönderildiği, meclisin Kürtleri de temsil ettiği ve Kürdistan’ın haklarını savunacağı geniş bir propaganda kampanyası içinde yaygınlaştırmaktadır.”

    Diyap Ağa ve Atatürk

Meço Ağa Elazığ valisinin, bizzat Pertek’e gelerek Mustafa Kemal adına; “esasen Kürtlerin isteklerinin kabul edilmesinin mahzurlu görülmediğinin” anlaşılması ve ikna olması üzerine Elazığ’a oradan da Ankara’ya gidecekti. Diyap Ağa’da aynı yolu izleyecekti. Ankara Askerlik Şubesi başkanlarından Dersimli Mustafa, Dersim’in Karabal aşiretinden kolağasılıktan emekli Kango oğlu Ahmet Ramiz, binbaşı Hasan Hayri Dersim mebusları olarak 1. TBMM’ne gireceklerdi. Ankara’yı bu dönemde mebus olmama yönünde “red edebilen” Alişan Bey’dir. Ankara, Alişan’ın Sivas mebusu olarak meclise girmesini veya Sivas’ta yüksek bir görevde çalışmak üzere Dersim’i terketmesini istemiştir. Ancak Alişan bu teklifi kabul etmemiştir. Ankara’nın Dersim’e bir Kürt mutasarrıf atama vaadi de vardı. Dersim mebusları, Seyit Rıza’yı da etkilemek istemişlerdir. Meclise girmelerinin ve Ankara’yı desteklemelerinin asıl amacının Kürdistan’ın haklarını kabul ettirmek olduğunu ısrarla savunmuşlardır. Ancak; Seyit Rıza’nın bu konuda pek ikna edilmediği anlaşılıyor. Seyit Rıza ve bir takım aşiret önde geleninin meclis riyasetine çektikleri telgraf bunu gösteriyor. Telgrafta; meclisteki mebusların Dersim’i temsil etmedikleri yazılıydı. Ankara’daki Kemalist karargah’tan ayrı duran bu telgraf sahiplerinin isteği:

a)  Dersim’ in müstakil bir idareye kavuşturulması,

b)  Milli talebin Ankara Hükümetince kabul edilip, ilan edilmesi,

c)Ancak bundan sonra; Kürdistan’ın bir konfedarasyon biçiminde hükümetle işbirliğine gidebileceği’ dir.

Ankara’daki BMM’ne katılan Kürt milletvekillerinden çoğunluk bu Kürt taleplerinden ayrı düşmüş sayılmaktadır. Koçgiri çalışması bu milletvekillerin Koçgiri tedipini uygun gördüklerini söylemektedir:

“Kürt mebuslarının çoğunluğu hayatlarından memnundurlar. Ve ordunun tenkil harekâtını görmektedirler. Ordunun gayri insani metodlarla savaşı sürdürdüğünü ve Topal Osman çetesinin vahşetini: meclise getiren tek isim Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Bey’dir. Hüseyin Avni Bey’i destekleyen birkaç mebus arasında Hasan Hayri de vardır.”

Alevi-bektaşi kaynaklı kitaplarda I. TBMM’ne Dersim’den mebus olarak M. Kemal tarafından alınan mebusların alevi oldukları üzerinde durulmaktadır. Bunların Kürtlüklerine ilişkin herhangi bir kanı dahi söylenmemektedir. Alevilerle ilgili çalışmalarıyla öne kavuşan Cemal Şener bunların başında gelmektedir. Cemal Şener, Dersim’den meclise çağırılmış olan mebuslar için “büyük bir sosyal olay” demektedir.

“ … Çeşitli Alevi yörelerden bir dizi Alevi-Bektaşi, ileri geleni Meclis’e milletvekili olarak çağrılmıştır. Bu olay Anadolu’daki Alevilik tarihinde ilk defa görülen sosyal bir olaydır. (“’) Şimdi devletin en yüksek karar organında görev vermek üzere çağırıyordu. Bu büyük bir sosyal-toplumsal değişimdi.”

    Alişer Efendi

Alevi yazarlar Koçgiri’ de “etnik içerik” görmektedirler. Hatta, daha da uç söylemlere yönelen alevi yazarlarından bazıları Koçgiri hareketinin Türklüğe karşı olduğunu ileri sürmektedirler. Bunlara göre Koçgiri hareketine Alevi-Bektaşi’ler destek olmamışlardır. Aleviler, bu kesim yazarlarına göre M. Kemal’in eyleminin yanında yer almışlardır. TBMM’ndeki Dersim mebusları da bu tavrın temsilcileri olarak görülmektedir. Bu dönem Dersim mebusları için en açık ifadeler kullanan, hareketin içinde yeralmış hatıra sahibi Dr. Nuri Dersim’dir. Dersimi, Sivas-Koçgiri Alevi Kürt aşiretlerinin Dersim aşiretleriyle münasebetlerini tesis etmek ve bu
suretle teşkilat yapmak üzere Sivas mıntıkasına gönderilmiştir; bu konumu nedeniyle hatıraları birinci tanıklık olarak önemlidir. Bu görev kendi ifadesine göre KTC tarafından uygun görülmüştür. Dersimi, bu günlerde yaşadığı ve Kürt milletvekillerinin seçimiyle ilgili bir anısını anlatmaktadır. Bu anı, i. TBMM’ne katılan ve Koçgiri tenkil hareketi oturumlarında Kürt mebusların tavırlarını
anlamamıza yarayan ipuçları vermektedir:

“ … Türkler bir taraftan bu askeri tedbirleri alıyor ve diğer taraftan yalan, hile ve desise yollarını da elden bırakmıyorlardı. Meço ve Diyap ağaların Dersim mebusu olarak tayin edildiklerini, Kürdistan’ın her tarafından Ankara’ya mümessiller geldiğini, hatta esasen Kürdistan isteğini kabülde hiçbir mahzur bulunmadığını, Elaziz valisi, Mustafa Kemal’in adına ilan ediyor ve bu ilanı bizzat Pertek ilçesi merkezine gelerek Dersimli Meço Ağaya bildiriyordu. Mutasarrıf, bu gibi vaadlerle Meço Ağa’yı aldatmış, Pertek’ten Elaziz’e ve oradan da Ankara’ya götürüp Mustafa Kemal ile görüştürmüştü.

Meço’nun bu hareketini gören Diyap Ağa dahi, Ankara’nın kendine gösterdiği mehlaat ve payeye kapılarak, Kürt milli harekatına arkasını çevirmiş ve Mustafa Kemal’in tuzağına düşmüştü.

Mustafa Kemal; Ankara askerlik şubesi başkanı Dersimli Mustafayı, Sivas’ın Aziziye kazasına uzun seneler evvel yerleşmiş olan Dersim’in Karabal aşiretinden kolağasılıktan emekli Kongo Oğlu Ahmet Ramiz’i, Ve binbaşı Kürt Hasan Hayri’yi dahi kandırarak, bunların Dersim Mebusu tayin edildiklerini acele olarak Dersimlilere bildirmiş ve bu suretle Dersim milli harekatını zaafa düşürmeğe muvaffak olmuştu.”

    Seyid Riza(1937)

Dersimi, bu günlerde Dersim’in fiilen bağımsız bir konum aldığını ve Seyit Rıza’nın elinde bulunduğunu; Seyit Rıza’nın Ankara ile işbirliği yapan Kürt mebuslarının “menfaatsever kimseler oldukları”nı toplantı ve kongrelerle Kürt kitlelerine anlattığından sözetmektedir. M. Kemal, Dersimi’nin anlatımına başvurduğumuzda, Alişan’ı elde etmek istemiştir. Ancak; bu mümkün olmamıştır. Bura da ilginç olan bir durum, Dersimi’nin kendi konumuyla ilgilidir. “Rüşvetle milli heyecanı köreltmek” amacıyla Dersimi’ye göre M. Kemal’in emriyle kendisine bir çiftlik verilmiş. Üstelik adına tapuya tescili yapılıyor ve iskan müdürü aracılığıyla da tapuya yazdırılıyor:

“Vali Reşit, Mustafa Kemal’e bir telgraf çekerek hem tahliyem ve hem de adıma bir çiftlik tescil olması için teşekkür etmemi ısrar ediyordu. Her iki cihetin Dersimlilere dahi iblağını benden talep etmediği de Vali paşa hazretleri unutmuyorlardı.

Tapu dairesince. Süleymaniye Çiftliğinin namıma tesciline başlanmıştı... “

Kuşkusuz bu “rüşvet’tin Dersimi’yi Kürtlük çabalarından vazgeçirmeyecekti.

Dersimi, hatıralarında, BMM’ne bu “rüşvet” karşılığı giden milletvekillerinin tutumundan da sözetmektedir:

“Bu sırada Ankara Büyük Mdlet Meclisi’nde, merkez ordusunun Koçgiri üzerine hareketi müzakere ediliyor ve Kürdistan mebusu adını taşıyan ve Kürtleri hiçbir suretle temsil etmeyen bir takım dalkavuklar, Mustafa Kemal’e hoş görünmek için, Kürtlerin imhasını hedef tutan bu harekatı, “muvafık” sedalarıyla tasvip ediyorlardı. Bu dalkavuklardan istisna teşkil eden yalnız Erzurum mebusu ve Şadan aşireti aydınlarından Hüseyin Avni olmuştu. Bu zat, Kürtleri imha hedefini güden böyle bir hareketin icrasına itiraz etmek cesaretini göstermişti.”

    Nuri Dersimi

Dersimi, hatıralarında I. TBMM’ne katılmış Kürt mebuslar için –tümü kasdedilmiyor- oldukça sert kavramlar kullanmaktadır:

“Asırlardan beri Kürt milletini istismar eden ve Kürt kanını emen tufeyli aşiret reisleri zümresinden olup, bir zaman kızıl sultanlara hizmet eden ve şimdi de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kürsü işgal ederek yine sayyadı bir insafa hizmetten zevk alan alçaklar, Kürt milletinin bu büyük faciası karşısında lakayıt kalıyorlar ve can veren ırkının iniltileri bu sefillerin vicdanında hiç bir tepki yapmıyordu.

Fakat tarih amansız bir hakimdir, o, (“‘) işbirliği yapan soysuzları bizzat (“‘) eliyle cezalandıracaktı. İbret … “





KAYNAKLAR

1- Faik BULUT, Belgelerle Dersim Raporları, İstanbul, Yön Yayınları, 1992

2- Kadri CEMİL PAŞA, Doza Kurdistan, Ankara, ÖZGE Yayınları

3- Dr. Veteriner Nuri DERSiMi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Diyarbakır, Dilan Yayınları, 1992

4- Hatıratım. Ankara, ÖZGE Yayınları 1992

5- Nurettin GÜLMEZ, TBMM Zabıtlarından Doğu ve Güneydoğu Meselesi, İstanbul, Hamle Yayınevi, 1992

6- MA. HASRETYAN, Türkiye’de Kürt Sorunu (1918-1940), Berlin, Weşanên Kurdi, 1995

7- Koçgiri Halk Hareketi. İstanbul, Komal Yayınevi, 1992

8- Robert OLSON, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Sait İsyanı. Ankara, ÖZGE Yayınları, 1992

9- Hıdır ÖZTÜRK, Tarihimizde Tunceli, Ankara, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1984

10- cemal ŞENER, Atatürk ve Aleviler, İstanbul, Ant Yayınları, 1991 11- TBMM GCZ, 4. cilt

12- Yakın Tarih Ansiklopedisi

13- Türk Meşhurları Ansiklopedisi 14- Aydınlık Arşivi

15- 1. TBMM Albümleri

16- TBMM GCZ (1920-1923) ciltleri


Share

Nîşane: Alişan, Alişer, Ankara, koçgiri, Sakallı Nurettin Paşa, Topal Osman
İsmail GÖLDAŞ/ Koçgiri’den İki Kişilik: Sakallı Nurettin Paşa ve Ebubekir Hazım Bey-I

6 Aralık 2011 par Kovarabir 
Dans Lêkolîn & Analiz, WAR Hejmar 1

1 Sirov
digg

Bu kısa araştırma, Koçgiri olayının; belgelere “Kürt Ayaklanması” olarak geçen Kürt hareketinin tarihini ele almak için yapılmadı. Koçgiri olayı içinde yer almış, hareketin çeşitli safhalarını etkilemiş iki Türk kişiliğini tanımak, kavramak, gelecek kuşaklara aktarmak için araştırma yapılmıştır. Kürt araştırmacılara da bir bakıma “konu malzemesi” bırakmakta araştırmanın ayrıca amacı olmuştur. Kuşkusuz iki amaç; araştırmacı, tarihçi, gazeteci ve sosyologları doğrudan ilgilendirmektedir. Kürt vicdanı, mantığı, kimliği ve hafızasını da konu doğrudan ilgilendirmektedir, Kürt gençleri, araştırmacıları, gazetecileri, yazarları ve siyasetçileri bu iki Türk kimliği kendi davranışları, sözleri, uyguladıkları metod içinde anlamak durumundadırlar. İki “devlet görevlisi”, üst düzey iki Türk yetkilisinin; biri “bürokrat” diğeri “askeri” iki kişilik, aynı zamanda politik anlayışların, devletteki kişilerin Kürtlere karşı geliştirilen “şiddet” ve “ılımlılık” politikalarının ve uygulama yöntemlerinin; ancak Kürtlük düşünce ve davranışlarının mutlak “ezilerek çözülmesi”nin bütünsel siyasal devlet politikası olarak uygulanmasının yanında, Koçgiri’de çatışması yaşanmıştır. Kürtleri mutlak bir askeri yöntemle ve şiddetle ortadan kaldırmak veya daha uygun, mutedil, “halkı kazanarak” sonuca varabilme… İki farklı “metod”, “iki farklı” devlet görevlisi tarafından Koçgiri’de uygulanmıştır. Kuşkusuz, sorun burada da durmamaktadır.

Sakallı Nurettin Paşa

Merkezi hükümet / devlet, Kemalist karargahın tutumu da önem kazanmaktadır. 1921 yılı içinde yaşanan bu

Ebubekir Hazım Bey

karmaşık ilişkilerde ve çelişkilerde merkezi otorite (Ankara’da TBMM, İstanbul’da saray hükümeti) nasıl tavır takınmışlardır. İki kişilik hangi otorite merkezine bağlı çalışarak Koçgiri’de görev yapmışlardır. Bunlara ayrıca bir de Laz Topal Osman’ı eklemek gerekmektedir; ancak Kürt kitleleri üzerinde acımasız bir şiddet uygulamış olan Topal Osman bu dergide ayrıca araştırma konusu olacaktır. Araştırmayı iki kişilik üzerinde yoğunlaştırdım. İki kişilikten birine ayrıca özel bir ilgim de olmuştu. Yalnızca düşünceleri Kürt toplumu, Kürt hareketine(1921) göstermiş olduğu yaklaşım bu ilgimin asıl belirleyici yönü. Bir Türk bürokrat; vali Kürtlerin bulundukları bölgede “imha edilmesi”ne neden, nasıl tepki göstermişti? İlgimi çeken konu bu olmuştu? Ebubekir Hazım (Tepeyran) Bey’i bugünkü kuşaklar pek fazla tanımaz. Öyle ki, doğum yeri olan Niğde’de er öğretmen olarak çalıştığı günlerde adından söz edilmediğine tanık oldum. Unutulmuş. Kürtler ise çok ilgili değiller. Adını, Koçgiri hareketine ilişkin kitaplarda duymuşlar. Tavırlarını ayrıntılarıyla inceleme çabası gösterilmemiş. Devletin “Kürt hareketine” karşı uyguladığı “şiddet”in resmi yazışmalara bir Türk vali tarafından geçirildiği bugün çok önemli görülse de bu Türk vali hakkında Kürtler çok şey bilmemektedirler. Kuşkusuz Hazım Bey de bir devlet görevlisi, bürokratıdır, Kürt hareketine, 1921’deki Koçgiri Kürt istemlerine karşı siyasal/politik konumdadır. Kürtlerin ayaklanmalarının bastırılmasını o da istemektedir. İstediği ya da kullanmak istediği metod bugün de resmi düzeyde, politikada, askeri çevrelerde tartışılmaya devam eden konudur: Kürtlerin tepkilerini önlerken halka rahatsızlık vermeden bunu yapabilmek. Ancak, her durumda, Kürtlerin kültürel/kimlik/etnik duygularını hareketlenmelerini ortadan kaldırma düşünülmelidir. Hazım Bey de bu genel politik tercihin sahibidir. Ayrım burada değil, şiddetin kullanıldığı zaman, alan ve kapsamdadır. Sakallı Nurettin Paşa’nın Koçgiri’de uyguladığı “askeri şiddet”in kapsamını, yeri ve zamanını uygun bulmamaktadır. Bu geniş, amansız şiddetin zamanla Kemalist devletin, Cumhuriyetin aleyhindeki Kürtlük duygusu ve düşüncesini besleyeceği kanısındadır. Bizim için üzerinde titizlikle durulması gereken konu kuşkusuz burada yatmaktadır. Özgün konu ise, araştırmacıya farklı içerik sunmaktadır. Biri sivil, diğeri asker iki devlet görevlisinin – kuşkusuz her ikisi de TBMM’nde yer almış, politik isimlerdir de- aralarındaki “çekişme”, “çatışma”, “ayrışma”nın Kürtlerle ilgili olmasıdır. Çekişme’nin araştırmacıya sunduğu “belge”, “hatıra”lardır. Daha da önemlisi, merkezi otoritenin; Ankara’nın, M. Kemal’in bu “çekişme”de hangi kişiliğin, elbette ki kişiliklerde belirginleşmiş, kristalize olmuş; duygu/düşünce/siyasal karaktere dönüşmüş “iki davranış”ın hangisini uygun gördüğü, politik/askeri önlemleri hangi metoda uygun seçtiği araştırmacının heyecanla üzerinde çalışacağı konudur. M. Kemal’in, Koçgiri’de belirginleşen ve iki devlet görevlisinin müdahalelerinde açığa vurulan hangi kişiliği ve hangi metodu politika olarak devletin tercihine dönüştürmüştür? Ya da kendi tercihini mi devletin tercihine hakim kılmıştır? Belgeler, araştırmacıya bu ayrımları da sunmaktadır. Koçgiri bu ayrımların belgelere geçirildiği kritik, özgün bir konumdur. Bunun için de araştırmacıya ilginç ve teşvik edici görünmektedir.

Şimdi araştırmaya konu olan kişiliklerden ilkini görmek durumundayız. Öncelikle hayat hikayesini, siyasal, sınıfsal, mesleki konumunu sunmak gerekmektedir. Ebubekir Hazım Bey (Tepeyran, 1864/1297-5 Haziran 1947): Niğde’nin Tepeviran semtinde doğdu. Niğde rüştiyesini bitirdi. Kamil Erdelha “Resmi olarak görmüş olduğu bütün eğitim budur.” diyor. Hazım Bey “resmi” eğitimle yetinmemiş. Babasının yardımıyla “mükemmel bir hizmet içi eğitim” görmüş. On beş yaşında devlette işe girmiş. Özel hocalardan Arapça ve Farsça; kendi kendine Fransızca öğrenmiş. Konya, Kastamonu ve Edirne illerinde çeşitli görevlerde bulunmuş. 1896’da Dedeağaç mutasarrıflığına atanmış. Musul, Manastır, Bağdat, Sivas, Beyrut valiliklerinde, İstanbul Şehremanetinde bulunmuş. 12 Aralık 1918 tarihinde Bursa valiliğine atanmış.

Ebubekir Hazım Bey, devlet bürokrasisinde oldukça önemli görevler yüklenmiştir. 8 Mart 1920 tarihinde Ali Rıza Paşa kabinesinde Dahiliye nazırlığına getirilmiştir. Salih Hulusi Paşa tarafından kurulan kabinede de görevini sürdürmüştür. Salih Paşa’nın 2 Nisan 1920 tarihinde, Kuva-yı Milliye’nin “Lanetlenmesini kabul etmeyerek çekilmesi üzerine” bu görevi son bulmuştur. Hazım Bey, “Kuva-yı Milliye namıyla müteşekkil cemiyeti bâsıyenin muharrik ve müşevviklerinden ve Yıldız Sarayı hümayunu yağmalayanlardan olduğu ileri sürülerek 24 Mayıs 1920 tarihinde tutuklanmıştır. Divan-ı Harbi Örfi’de yargılanarak idama mahkum edilmiştir. Padişah Vahdettin cezasını küreğe çevirmiştir. Daha sonra, hükmün temyiz edilmesi üzerine beraat etmiştir. Bunun üzerine, daha fazla İstanbul’da duramayacağına karar vererek Ankara’ya geçmiştir. Önce Sivas, ardından Trabzon valiliğine atanmıştır.

Ebubekir Hazım Bey “İttihatçılara karşı bir vali” olarak bilinirdi. Enver Paşa’yla da pek geçindiği söylenemez. Dedeağaç mutasarrıflığı sırasında Jön Türklerle temasta olduğu jurnali üzerine açığa alınmışsa da, haberin gerçek dışı olduğu anlaşılınca Padişah Abdulhamit tarafından takdirde taltif edilerek Musul Valiliğine yükseltilmiştir. Hazım Bey, İstanbul ve Ankara hükümetinin “görev vermede” kuşku duymayacakları bir bürokrattı. Osmanlı Saray hükümetinin Dahiliye Nazırı Hazım Bey, Ankara hükümetinin Sivas ve Trabzon valisi olarak görev yapmıştır. İttihatçı-Enver Paşa “karşıtı” olarak tarih yazımına, valiler tarihine girmiş olan Ebubekir Hazım Bey, Türk Milli Mücadelesi’nin İttihatçı kurmayları tarafından “güvenilir”, “aranır” bir bürokratı olacaktı.

Ebubekir Hazım Bey, Trabzon Valisi iken TBMM’nin II. Dönemi (1923-1927) için yapılan “atama” listelerle yapılan seçim (!) de Niğde’den milletvekili olarak Meclis’e getirilmiştir. 5 Ağustos 1923’te yapılan seçimde 375 oy alarak milletvekili olmuştur. Mazbatası 12.8.1928’te onaylanmıştır. 11 Ağustos’ta Meclis’e katılmıştır. VI. ve VII. Dönemde de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olarak görev yapmıştır. 5 Haziran 1947’de ölmüş olan bu Türk bürokratın yayınlanmış bir romanı (Küçük Paşa 1910), bir öykü (Eski Şeyler), bir otobiyografi (Zalimane Bir İdam Hükmü/1946), iki anı (canlı Tarihler / 1947), Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları /1982) kitabı vardır. Ebubekir Bey, Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Oktay Akbal’ın dedesidir.

Koçgiri Hareketi Lideri Haydar Bey

Koçgiri olayı, 5 Mart 1921 Cumartesi günü başladığında Hazım Bey henüz vali değildi. Kürt tarih yazımına Koçgiri Ayaklanması olarak girmiş olan bu Kürt hareketliliğine karşı ilk önlemleri, Ankara’daki M. Kemal’in başkanlık yaptığı TBMM Hükümeti almıştır. Bakanlar kurulu Elazığ, Erzincan, Divriği ve Zara’da 10 Mart günü sıkıyönetim ilan etmiştir. 13 Mart’ta ise Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa geniş yetkililerle olayı bastırmakla görevlendirilmiştir. 14 Mart’ta Merkez Ordusu ayaklanmayı bastırmak amacıyla seferberlik ilan etmiştir. Nurettin Paşa, 13 Mart I921’de Vekiller Heyeti kararıyla görevlendirilmişti. Vekiller Heyeti önce Yarbay Cemil Cahit Bey’in olaya müdahalesini istemişti, Cahit Bey hastalığı nedeniyle kabul etmemişti. Ayaklanmayı bastırmak için geniş yetkilerle görevlendirilmiş olan Merkez ordusu Kumandanı Sakallı Nurettin Paşa (Nurettin İbrahim Paşa, Korgeneral Nurettin, Bursa 1873- İstanbul: 18.2.1932). Müşir İbrahim Paşa’nın oğludur. Harp okulunu 1893’de bitirdi.

1921’de Albay 1918’de General oldu. 1922’de Korgeneralliğe yükseltildi. Temmuz 1920’de Anadolu’ya geçerek Türk Milli Mücadelesine katıldı. Aralık 1920’de Merkez Ordu komutanlığı yetkisiyle Merkez Ordusu Komutanı, Haziran
1922’de 1. Ordu komutanı oldu. Mart 1924’te yüksek Askeri Şura Üyeliği’ne getirildi. II. Dönem TBMM’ne Bursa’dan milletvekili olarak katıldı. Türk Milli Mücadelesi’ne hizmetlerinden ötürü İstiklal Madalyası ve Takdirname ile ödüllendirilmiştir, Askeri kişiliği, politik kimliği, düşünceleri konusunda oldukça önemli tartışmalar yapılmış olan Nurettin Paşa, Koçgiri’de “Kürtlerin kitleler halinde kırılmaları”ndan da sorumlu görülmektedir. Koçgiri’de, Kürtlere karşı uygulamayı düşündüğü “şiddet”, “katliam”, “sürgün” metodunun ilk belgesi, 14 Mart tarihli bildirgesidir; bu bildirge, Kürt tarihinde önemli bir belge niteliği taşıdığı kanısındayız:

“Harekatın şiddeti, ayaklanmanın tertipçi ve tahrikçisi olan halkı kışkırtan kişilere karşı yöneltilecektir. Mal, can, ırz ve namusları hükümetin teminatı altında bulunduğu ve din farkı gözetilmeksizin bütün vatandaşların haklarının korunduğu halka duyurulacak ve inandırılmalarına çalışılacaktır. Bastırma harekatının amacı vatandaşlar olmayıp, onları kandıran ve kışkırtan ve zararlarına sebep olanlardır. Bu hedefe varmak için, harekata başlamadan önce her birlik komutanı durumu bu suretle halka duyurarak, kanunlara uymaya çağıracak, ara bozucu ve tahrikçilerin teslimini, yağma mallarının geri verilmesini isteyecektir. 48 saati geçmemek şartıyla verilecek olan sürenin bitiminde buna uymayanlar asi sayılacak, silah kuvvetiyle tepelenecektir. Bu sürenin başlangıcı, harekata geçilmesi için tarafımdan verilecek olan emir tarihinin ertesi günü sabah olacaktır.

Tahrikçi, kışkırtıcı ve eşkiya reisi olanlar yakalandıkça tutuklu olarak ve kaçmalarına hiç bir şekilde meydan verilmeyerek Sivas merkez komutanlığına sevk ve teslim olunacaklardır. Bunlardan isyan ve eşkiyalıkta ayak direyenlerin mallarına el konulacak ve en yakın hükümet merkezine teslim ile evleri yakılıp yıkılacaktır.

Ayaklanmada ve eşkiyalıkta direnenler tek kişiler olmayıp köy halkı oldukları takdirde bu işlem bütün köy için uygulanacaktır.
(. .. )

Bastırma harekatı sırasında ordu, personeli tarafından kişi haklarına çok önem verilmesini, halkın kalbini kazanmaya çaba harcanmasını silah arkadaşlarından bekler, aksi halde ceza ile karşılanacaklarını bildiririm.

Bu yönergenin çok gizli tutulmasını ve alındığının bildirilmesini rica ederim.” (abç)

Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı’nın “resmi” yayını olan Türk İstiklal Harbi (İstiklal Harbinde Ayaklanmalar-1919-1921) adlı kitap, Merkez ordusu Komutanı’nın Kürtleri -resmi yayında asiler- “tepelemek ve uslandırmak için” orduya gerekli emir ve yönergeyi verdiğinden sözetmektedir. Aynı yayının 270. sayfasında “Erzincan ile Kemah arasındaki bir kaç asi köyün tepelenmesi”nin Erzincan’daki askeri kuvvetten istendiği yazılıdır. Evler yakılıp yıkılacak, aynı işlem köylere uygulanacak; Kürtler “tepelenecek” ancak; askeri personel “kişi haklarına çok önem” verecek!. Ebubekir Hazım Bey’in ileriki sayfalarda başvuracağım anıları “kişi haklarına” pek önem verilmediğini, “evlerin yakılıp yıkılması”na çaba harcandığını göstermektedir. Harekat sırasında köylerin “yakıldığı” bir baştan bir başa “yıkıldığı” da bu resmi yayında yazılmaktadır. Askeri genelgeler yakılan, yıkılan köyleri isim isim vermektedir: “Bırastık köyü … yakıldı”, “Pusans köyü müfreze tarafından yakıldı”, “ … mağaralara sığındılar”,  “… hayvanlarından birçoğu ele geçirildi.”, “ … asi köyleri temizlendi.”, “Tavginer köyü tamamıyla, Kamı köyünde asilere katılanların evleri yakıldı.”, Pazarak köyü işgal edildikten sonra tamamen yakıldı.”, “Keleklerle suyu geçmek isteyen bir kısım asi, nehir üzerinde yok edildi.” “855 koyun ele geçirildi.” İşte, “İnsan haklarına önem verme”nin genelgelerdeki “resmi” söylemi bu kavramlarda yatmaktadır. Kürtlerin ve Türklerin “asla bölünmeyecekleri” bu köy yıkma, yakma günlerinde de resmi söylem olmuştur. Nurettin Paşa, 16 Mart tarihli Gaye-i Milliye’de bu “asla bölünmemeyle ilgili bir demeç vermişti: “Kürtler ve Türkler asla bölünemez. Sonuna kadar din ve vatanın yekvücut savunucusu ve koruyucusudurlar. Sivas’a geliyorum. Herkes yaptığı ile orantılı muamele görecek!” Kürt köylerinin yakılıp yıkıldığı, koyun sürülerine el konulduğu, canlarını ırmağa atlayarak kurtarmak isteyenlerin suyun içinde kurşunlandığı “resmi belgeler”de ifade edilmiştir.

Resmi belgeler bu kadarla bitmiyor. Hazım Bey’in anılarına bakıldığında Koçgiri’de yaşananlar gözler önüne çıkmaktadır. Olanların “insan haklarına önem verme”yle hiç de ilgili olmadığını göstermektedir. 7 Mayıs 1921 tarihinde Ebubekir Hazım Bey, Ankara’dan Sivas valisi olarak hareket etmiştir. Yazımızın asıl konusu bu “görevle ve bu görevle Sivas’ta bulunan bir Türk bürokratının Siyasal/politik yaklaşımı, Kürtlerin köyleriyle birlikte yakılmalarını anılarında belgelemesiyle ilgilidir. Ebubekir Bey, araştırmacılara bu konuda oldukça önemli anı bırakmıştır. 31 Mayıs 1921’de Sivas’a vali olarak gönderilmiş bulunan Hazım Bey’i buraya atayan-Ankara hükümetidir. Koçgiri’ye müdahale eden de Ankara hükümetiydi; merkez ordusu kumandanının bölgede uyguladığı “askeri şiddet” bu hükümetin bilgisi içinde uygulanmıştır. Hazım Bey Sivas’ta göreve başladığı andan itibaren Nurettin Paşa ile bu “yetki”, “görevlendirme”, “otorite” konusunda bir sorun yaşayacaktı. Ankara’daki kemalist kadro, icra vekilleri Koçgiri’de “tam selahiyet”i Nurettin paşa’ya vermişti:

“Umraniye hadisesine ait hususların görüşülmesi için Nurettin paşa ile Zat-ı alilerinin arasında cereyan eden muhabere ve muhavereyi Erkanı harbiye-i Umumiye vasıtasıyla öğrendim. Bu hadisenin takibi ve suçluların tenkili vazifesi Heyet-i vekilleri kararıyla tam selâhiyetle Nurettin Paşa’ya verildiği yüksek malumlarıdır. O husustaki selâhiyet derecesi de burada iken manzur-i alileri olmuştu (görülmüştü). Bu hususta, Nurettin Paşa’nın yüksek makamlarına vaki olacak bildiri ve müracaatlarının dikkate alınarak yerine getirilmesi ve işlerin her veçhile geciktirilmemesiyle bir an önce neticelendirilmesini riyaset müşarünleyhanın iş’arına ve vecail-i maslahata binaen rica ederim efendim.

9 Haziran 37
Dahiliye vekili
Ata”

Ankara’daki İcra Vekilleri Heyeti, İçişleri Bakanı Ata Bey’in de Sivas Valisine gönderdiği yazısında belirtilmiş olduğu biçimde Nurettin Paşa’ya “tam selâhiyet” verilmiştir. Valinin buna uyum sağlaması istenmektedir. Nurettin Paşa, Koçgiri harekatı hakkında görüşme isteğinde bulunan vali ile “olay geçmişte yaşanmıştır” gerekçesiyle görüşmek istememektedir. Vali’yi bu nedenle küçümsemektedir. Öyle ki valiye “bir hoş geldin”, ziyaretine bile gitmemiştir. Vali, Umraniye olayına “geçmiş” ve “unutulması” gerekli bir “hadise” olarak bakmamaktadır. Nurettin Paşa ile aralarındaki “ayrılık” buradan kaynaklanmaktadır. 14 Temmuz 37’de Dahiliye vekaleti Celilesi’ne göndermiş olduğu yazı, Koçgiri’de Kürtlerin “kırımı” ile ilgili önemli bir belgedir!

“Merkez Ordusu kumandanı vilayet ve ordunun müşterek mercileri olan heyet-i vekilece reddolunan. Emniyet teşkilatının gecikmesinden dolayı vilayeti kınamaya ve “selâhiyeti fevkaladeiyle tehdide kalkışıyor. Bu selâhiyet Umraniye hadisesinin bastırılmasına münhasır ve hadise ise 132 köyün enkazi altında hayli zaman evvel bastırılmıştır. Öldürülen 300’e yakın nüfusun başka binlerce masum ahali açlıktan, sefaletten ölüme mahkum edilmiştir.(…).” (abç)

Ebubekir Hazım Bey, “Umraniye Hadisesi”, ya da Kürt tarih yazımında “Koçgiri Hadisesi”..olarak anılan olaydan üç ay sonra Sivas’a vali olarak gelmişti. Nurettin Paşa’nın yapmış olduğu bastırma hareketinin “çok fena bir şekilde sonuçlanmış” olduğunu Sivas’a geldiğinde öğrenmişti. Sivas Valisi, Merkez Ordu Kumandanının “lüzumsuz şiddeti mazur göstermek için olaya “isyan” gözüyle baktığını ve hükümete de böyle bilgi verdiğinden sözetmektedir. Sivas valisi, Merkez Ordu Kumandanının Koçgiri’de “lüzumsuz şiddet” uyguladığı düşüncesindedir. Bu askeri yetkili ile aralarındaki “çekişme” olayın bastırılmasında kullanılan şiddet metoduyla ilgilidir. Ayrıca “yetki” ve “makamlar arası yetki sorunu”, “otorite kullanma” da çekişmede önemli etkendir. Vali, Nurettin Paşa’nın olayı büyüterek “katliam”a başvurduğunu düşünmektedir. Paşa’nın olayları karşılıklı anlaşma içinde çözmek, yatıştırmak istemediğini anılarında anlatmaktadır:

“Heyet-i Nasıha, Zara’dan dönüşünde Kumandan Paşa’yı görerek gerek sevkiyat-ı askeriye mehabetinin, gerek neşrettiği beyannamenin tesiri ile meselenin şu suretle halline muvaffakiyetinden dolayı kendisini tebrik ederler. Fakat Nurettin Paşa’nın: “öyle ama, bu kadar asker toplandı, ben buraya kadar geldim; bir şey yapılmazsa olmaz, dediği ve binaenaleyh askeri harekata devam edildiği Sivas’a pek şayi olmakla beraber bu söylentinin doğru olduğunu Şefik bey bizzat bana söylemişti.

Beyannamede izah olunan maksat bu suretle hâsıl olduktan sonra artık askeri harekata devam etmek, boşuna kan dökmek zevkini yerine getirmek demektir. Mahallî ileri gelenlerinin bu masuzat ve teminatından Ankara haberdar edilmediği gibi Nurettin Paşa’ya fevkalâde selâhiyet veren Heyet-i Vekile kararnamesi’nin üçüncü maddesinin tehdidine mukavemet edemeyen selefim Cemal Bey’in de bu hususta Dahiliye vekâleti’ne haber vermeyerek sükût ettiği teessür ve taaccüple anlaşıldı.(….)

Ankara, cereyan eden muamelelerden haberdar edilse 130 köyün hiçbir lüzum ve zaruret olmaksızın sırf: “Bir kere bu kadar asker toplandı, bir şey yapmazsak olumsuz.” gibi vahşi bir mantıkla tamamen yakılıp yıkılmasına, suçlu suçsuz binlerce nüfusun katı veya açlıktan, sefaletten ölüme mahkum edilmesini muvafakat etmeyeceği pek aşikârdı.” (abç)

Sivas Valisi, Umaniye’de Merkez Ordu Kumandanı’nın “Vahşi bir mantık”la, “bir kere asker toplandı, bir şey yapmazsak olmaz” anlayışıyla binlerce nüfusun katledilmesini ve onca köyün yakılıp yıkılmasını gerçekleştirdiğini anlatmaktadır. Vali, burada Kürtlere uygulanan “şiddetten Ankara’nın haberdar edilmediğini, edildiği durumda Ankara’nın buna “muvafakat, vermeyeceği’ni ileri sürmektedir. Daha sonraki sayfalarda, Ankara’nın, özellikle Ankara’daki otoritenin tek yönlendiricisi M. Kemal Paşa’nın tavrını göreceğiz. Merkez Ordu kumandanının Koçgiri’de uyguladığı “vahşi mantık”tan Ankara’nın haberdar edilmediği, olayları izlemediği düşünülemez. Kaldı ki bu “geniş selâhiyet” Nurettin Paşa’ya İcra Vekilleri Heyeti’nce verilmişti. Ankara Vekiller Heyeti’nce Sivas’a vali olarak gönderilmiş olan vali olayın “vahşi mantık’la bastırılmasının “devleta”e, Merkezi hükümette -ki özünde Ankara’ya- karşı doğan Kürt “infiali”nin gelecekteki zararlarından endişe duymaktadır. Kumandanın uygulamış olduğu “şiddet” metodunun sorunu büyüttüğü kanısındadır. Valinin siyasal/sivil duyguları “devlet”in korunması konusunda hassastır. Kürtlere karşı uygulanacak şiddetin askeri yetkilinin “vahşi mantığı”nın ürünü olduğu, bunun “devlet, icra vekilleri”nin “şiddet”i olmadığı inancındadır. Devletin, “daha uygun” ve daha “mutedil” yöntemlerle Umraniye olayını bastıracağı kanısındadır. 1921’lerde, Kürt problemine yaklaşımda bu iki ayırım göze çarpmaktadır. Kürtlere karşı uygulanacak şiddetin kapsamı, içeriği, işlevi; uygulamada kullanılacak askeri / politik/sivil/yasal yöntemde “farklı” anlayışlar sözkonusudur. Ankara’daki Kemalist karargah, Kürt hareketlenmesi, Kürt ulus olgusu, Kürtlük çabalarının “zaman kaybedilmeden” ve “şiddet”le bastırılması politikasını “devlet” politikası olarak benimsemiştir. Askeri alanda bu politika Merkez Ordu Kumandanı’nın “uygulamaları “na yansımıştır. Valinin rahatsızlığı Kürtlük çabalarının elbette ki bastırılmasından kaynaklanmamaktadır; uygulanan “şiddet”in kapsamı/alanı; doğuracağı etkiden duyulan rahatsızlıktır. Bu doğan rahatsızlık yalnızca valide de çağrışım yapmamıştır; TBMM’nde de dile getirilmiştir. Ankara’nın Sivas valisi anılarında bu endişeyi oldukça çarpıcı cümlelerle ifade etmektedir.

“Bu resmi ve mükerrer teminata rağmen merkez ordusu kumandam Zara,. Umraniye ile beraber bütün bu bölgeyi askerle çevirmekle beraber kaza dışına firar ve iltica edecek köprüleri, geçitleri tutarak ahaliyi pek ziyade korkutmuştur.

Askerlerle çemberlenen köyler ahalisi söylentilerin doğruluğuna, yani Kürtlerin tenkil edileceğine inanarak hayatlarını kurtarmak için köylerini, evlerini terk ederek dağlara sığınmaya mecbur olmuşlardır. Sırf can korkusuyla kaçan, isyan ve şekavetle suçlanarak boş kalan köyler yakılıp yıkılarak bütün mal ve eşyaları ve hayvanları müsadere edilmiştir.” (abç)

Sivas valisi, anılarında Kürtlere karşı uygulanan “katliamın” ulaştığı boyutu şu çarpıcı cümlelerle vermiş:

“Şu suretle Umraniye nahiyesine ve Zara kazasının merkezine bağlı köylerden 76 ve Divriği Kazası’ndan 57 ki toplam 132 köy muharip bir düşman istihkamları gibi yakılmış, tahrip olunmuş ve yüzlerce nüfus öldürülmüştür. Ayrıca, bütün mal, eşya zahire ve hayvanları yağma olunmuştur. Binlerce nüfus da dağlarda, kırlarda açlıktan ve sefaletten ölüme mahkum edilmiştir.” (abç)

Resmi bir devlet bürokratı, görevlisinin, bir il valisinin anlattıkları., 1921’de Kürt köylülerine karşı uygulanan şiddetin korkunç boyutlarını gösteren “resmi” belge niteliği taşımaktadır. İnsanların en tabii haklarına dokunulmayacağı, köylülere zarar verilmeyeceği, “asileri,”(!) normal halktan ayırarak rahatsızlık yaratılmayacağı ancak “resmi, askeri” ve hükümet bildirilerinde kullanılan kavramlardır. Fiili konum bunu yalanlamaktadır; kaldı ki devletin üst düzey bir görevlisi de yapılanları açıkça anlatmaktadır: Kürtler, köyleri “düşman istihkamı gibi” yakılmış, yıkılmıştır. Eşya, mal ve zahireleri, hayvanları yağma olunmuştur. Binlerce nüfus, ihtiyar, genç, kadın, erkek; memedeki çocuk dağlara, kırlara sığınmış, sefaletten ölüme mahkum edilmiştir. Koçgiri’de Merkez Ordusu’nun ve başındaki kumandanın “vahşi mantığı” bu sonucu doğurmuştur. Vali, bu sonuçtan Ankara’nın haberdar edilmediğini, edildiği takdirde “muvafakat” verilmeyeceğin ileri sürmektedir. Bu konuya dönülecek, Burada, valinin anlatımlarında oldukça önemli bir ipucu daha görmek gerekiyor. Vali, Merkez Ordu Kumandanının Koçgiri’de “katliam” uygulandığını, Kürtlerin “müsademe”de değil, “katliam”la öldürüldüklerini söylemektedir:

“ … İçlerinde en hunhar eşkıya reislerinin de bulunduğu beyan olunan âsilerin, 200 muhtelif cins ve bir hayli cephane ile velev bir tanecik olsun asker yaralayamamış olması çok gariptir! Yani bu da gösterir ki Nurettin Paşa bu kadar nüfusu müsademe suretiyle değil katliam şeklinde öldürtmüştür.(abç)

Bu resmi tebliğde (Nurettin Paşa’nın tebliği. İ. G.) beyan olunduğu gibi müsadere edilen cinsleri muhtelif tüfeklerden 200’den ibaret olduğuna göre toplam 132 köyü tahrip olunan iki kaza dahilinde bu kadar silah bulunması esasen bir isyan hazırlığına delalet edemeyeceği gibi ölü olarak ele geçirilen eşkıya denilen toplam 272 maktulden 72’sinin hiç silahı yokmuş demek oluyor.

Ahalinin her cinsten binlerce hayvanları alınıp orduca satılarak bedelleri de orduca alınıp hükümet sandığına senetler gönderilmiştir. Bu binlerce hayvanın nerede ve kanunen gerektiği üzere hangi daire veya memurlar tarafından arttırma ile satıldığı da meçhuldür:

Nurettin Paşa bu pek kahhar katil ve müsaderelerden sonra tahrip ettirdiği 76 köyün yeniden inşasını uygun görmeyip 16 köyde bileştirilmelerini emretmiştir. Birbirinden saatlerce uzak 76 köyün binlerce ahalisinin 16 köyde iskanları mümkün olsa bile halkın, pek uzaklarda kalacak olan mer’a tarlalarından istifade edebilmelerindeki müşkülata nazaran Kumandan paşanın esasen selâhiyeti haricinde olan bu emir ve teklifi Dahiliye Vekâleti’nce de bittabi tasvip olunmadığı halde Paşa, ısrar ederek köylerindeki hanelerini yeniden yapmak isteyen ahalinin şiddetle menedilmesini doğrudan doğruya mahalli hükümete emretmiştir.

Nurettin Paşa, hükümetin emniyetçe kendisine verdiği selâhiyeti pek kötü kullanarak ika ettiği facialarla yetinmeyerek Koçgiri eşrafından katlonulan veya can korkusuyla dağlarda saklanan kişilerin ailelerini de Sivas’a sürmüştü. “(abç)

Koçgiri’de “pek kahhar katil ve müsadere” Kürtlere uygulanan siyasal/ulusal/etnik politikanın bir sonucudur. Ankara’daki Kemalist otorite/ Türk İcra Vekilleri Heyeti bu sonucu ortaya çıkaracak askeri yetkiliyi “tam selâhiyet”le bölgeye göndermişti. Sivas valisi, Dahiliye vekaleti’ne gönderdiği ve olayları bütün ayrıntılarıyla anlattığı yazısına verilen cevabı yazıda hükümet merkezinin bunlara “rızasının bulanmadığı”, bölgede askeri yetkililerin “etkin” rol oynadıklarının belirtildiğini anlatmaktadır:

“Bu harekette hükümet merkezinin rızasının bulunmadığı âdilane ve seri icraat ile fiilen gösterilerek gelecek nesillere haklı husumet nakleden ve edecek sebepleri bir an evvel ortadan kaldırmalıyız. Acı tafsilatını kağıt üzerine koymak istemediğim bu müessif halin hulasaten ve gizli olarak zatıalilerine arzını vatani bir vazife saydım.”

06.06.1921 tarihli bu uzun şifre telgrafın son satırlarında Merkez Ordu Kumandanının uyguladığı şiddetten “pek feci olan hadise” diye sözedilmektedir. Olayı, askeri harekatın cereyan şeklini mahallinde tetkik etmek üzere Ankara’dan “hususi bir heyet” gönderilmesi istenmektedir. Vali Ebubekir Hazım Tepeyran’ın anılarından öğrendiğimize göre Ordu Kumandanının akrabası olan bir taburun kumandanı da Kürt köylerinin yağmalanmasında sorumluluk almıştır!

“Son günlerde Zara kazası dahilinde 6 köyün bütün eşyasını ve hayvanlarını yağma ve altı kişiyi katlettirdiği mahalli kaymakamın resmi tahkikata dayanan telgrafnamesinden anlaşılan taburun kumandanı, Ordu Kumandanının akrabasından olduğu hakkındaki söylentiler de ayrıca teessüfü mucip olmuştur … “

Dr. Vet. Nuri Dersimi “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında, Koçgiri günlerine ait anılarını da aktarırken, Nurettin Paşa’nın Kürtlere karşı büyük bir nefret duyduğundan sözetmektedir. “Türkiye’de -Zo- diyenleri imha ettik, -Lo- diyenleri de ben kökünden temizleyeceğim” dediğini anlatmaktadır. Nurettin Paşa’nın “insanlık düşmanı” olduğunu belirtmektedir. Kendisinin kurmay reisinin “Kürt düşmanlığıyla tanınmış” Abdullah Alpdoğan olduğunu Dersimî’nin anılarından öğreniyoruz. Sivas Valisi’nin belgeleri ile Dersimî’nin anıları belirgin bir anlatım “uyumu” içindedir. Ordu kumandanının “akrabası,” olan tabur kumandanı da Kürtlerin kitleler halinde kırımına katılmıştır. Zara kazasında 6 kişinin katledilmesi eşya ve hayvanlarının yağma edilmesi bu “akrabanın emriyle gerçekleşmiştir.

Koçgiri/Umraniye’de yaşananlar Ankara’ya vali tarafından rapor edildiğinde, özellikle TBMM’nde hayli yankı uyandırmıştır. Özellikle Kürt milletvekillerinden bazıları uygulanan şiddete karşı tepki göstermişlerdir. Kürt milletvekillerinin tepkisi üzerine Meclisçe tahkikat yapılmasına, Sivas’a, Yusuf İzzet Paşa ile diğer iki milletvekilinden oluşan bir heyet gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Kürt milletvekilleri Merkez Ordu kumandanı Nurettin Paşa’nın “vahşi mantığından çıkan “katliam” ve “köy yakma”ların Kürt kitleleri üzerinde doğuracağı ve gelecek kuşaklara intikal edeceği ulusal nefretten endişe duymaktadırlar. Meclis’e olay yansıdığında özellikle Kürt milletvekilleri hararetli tartışmalar yapmışlardır. Koçgiri Tahkik Heyeti kurulması ve Sivas’a gönderilmesi, bu tartışmaların sonunda kurulmuştur. Bu sırada, vali (13 Ağustos 1921de) Sivas’tan ayrılmış, Trabzon valiliğine atanmıştır. Vali, Umraniye/Koçgiri’de Kürt topluluklarına uygulanan şiddetin tahkik heyetince de tespit edilmiş olduğundan sözetmektedir. Vali, anılarında, sakallı Nurettin Paşa’nın Kürtlere karşı uyguladığı katliamı ayrıntılarıyla anlatmaktadır:

“Mahut (Umraniye) Koçgiri hadisesinden dolayı suçlu, suçsuz birçok kişi öldürülmüş, barınakları tahrip edilmiş, malları ellerinden alınmıştır. Koçgiri olayını yumuşak bir şekilde bastırmakla gürevlendirilmiş olan Nurettin Paşa, memur olduğu bu vazifeyi tasavvur edemiyecek derecede çok ziyade şiddet, hatta vahşetle bastırdı. Can korkusu ile dağlara sığınarak, otlar yiyerek yaşamak mecburiyetinde kalan erkek, kadın 132 köy ahalisinin harap köylerine dönerek mahsullerini hasat ederek hiç olmazsa açlıktan ölmemeye çalışmaları maksadıyla umumi af ilan olunarak korkularının giderilmesi lüzumu birkaç kere Dahiliye vekâleti’ne yazdım. Sırf, Nurettin Paşa’nın sükündan hoşlanmamasından dolayı tekliflerin neticesiz kalıyor ve ahali, tahrip olunan evlerini kış gelmeden mümkün mertebe yapmak için Merkez kumandanının karşı koymasına bir nihayet edilmesini istida ile istirham edip duruyorlardı. “(abç)

Sivas valisi, Koçgiri’de bu katliamın bu kadarla bırakılmadığını, Nurettin paşa’nın daha sonraki günlerde, özellikle bölgenin etkin kişilerine yönelik tutuklamalarda bulunduğunu anlatmaktadır. Nurettin paşa, Yunan donanmasının Karadeniz’deki faaliyetinin artması bahanesiyle Umraniye mıntıkasında 200 kişiyi tutuklatarak (21. liva kumandanlığı vasıtasıyla) Sivas’a göndermiştir. Bunlar batı cephesine sevkedilmek istenmişlerdir. Nurettin Paşa yayınlamış olduğu tebliğinde bu 200 kişinin neden toplatılıp, tutuklandıklarını şöyle anlatmaktadır:

“Bunların mahfuzen batı cephesine sevkleri gerekmektedir. Umraniye mıntıkası kuvvetsiz bırakıldıktan sonra şekavetin tekrarı ihtimalini ortadan kaldırmak maksadıyla Koçgiri aşiret reislerinden birinci ve ikinci derecede mühim olan kişileri adı geçen liva kumandanı marifetiyle Umraniye’de toplattırıp tevkif ettirdim. Bunlar Sivas’a gönderilmek üzeredir. Hiçbirisinin kaçmasına meydan verilmeksizin tutuklu bulundurulmaları Sivas vilayetinden ve mıntıka kumandanlığından istenir:”

Sivas valisi, Merkez Ordusu kumandanının bir tertibi olduğunu söylediği bu tutuklamanın “Türklerin hesabına kaydolunduğu”nu belirtmektedir. Tutuklanan Koçgiri aşiret reisleri arasında; Zara Kazası ileri gelenlerinden olan 200 kişinin “mahfuzen Sivas’a sevki” orada hapsedilmeleri valiye göre “çok garip bir olay”dı. Oysa bu tutuklu aşiret reisleri, daha önce “sadakatlerini ispat için” muharebelere gönderilmelerini istida ile isteyen kişilerdi. Bunlar, Umraniye mıntıkasında askeri kuvvetler çekildikten sonra Kürtlük çabası ile yeniden uğraşmaya başlayabilirler endişesi ile toplatılmışlardı. Merkez ordusu Kumandanı, bölgedeki Kürtleri “potansiyel Kürtçü” olarak görmektedir. Bu tür “aşiret ileri gelenleri” her ne kadar “devlet”e “Sadakat” duygularını “istida” ile bildirmiş, Koçgiri olaylarına fiili olarak karışmamışlarsa da sonuçta bunlarda “Kürt”tür, Kürtlük duyguları endişe kaynağıdır. Divanı harbe sevkleri istenen 141 aşiret ileri gelenleri (200 kişi önce tutuklanmıştı, Divanı Harbe 141 kişi sevkedilmiştir.) daha önce “af’ talebinde bulunmuşlardı:

“Bu, hayret edilecek bir işlemdi. Çünkü, 141 kişiden ibaret olan tutuklular arasında, iki ay önce Nurettin Paşa’nın resmi tebliğinde afedildiklerine dair isimleri olanlar da vardı. Şekavetin tekrarlanması ihtimaliyle bunların tutuklanıp sürülmesi, sonra da divan-ı harbe verilmesi, muhakeme için sebep aranması, paşanın hukuk mevzuatı ile ve hatta en basit bir mantıkla hiçbir münasebeti olmadığını ortaya koymuştu.

Umraniye Nahiyesi ahalisinden canlarını kurtarabilenler, dağlarda açlıktan, sefaletten can çekiştikleri halde bunların tekrar umumi bir şekavet hareketinde bulunabileceklerini vehmetmek (afedilmiş oldukları halde) tutuklanmaları gerçekten pek çirkin bir muamele idi.”

Sivas valisi, Kürtlere karşı askeri yetkilinin davranışlarının devlete zarar vereceği kanısındadır. Kürtlerin gönüllerinin alınmasını önermektedir:

“ … Bu ikiyüz kişinin mahfuzen ve horlayarak değil, evvelce vaki olan müracaat ve istifaları gereğince gönülleri alınarak ve takdir olunarak cepheye sevkleri ve aşiret reislerinin de serbest bırakılmalarıyla beraber umumi bir affın bir an önce ilanı devlet ve memleketin menfaatlerine uygun olacağını tekrarladım.”

Kürt problemi 1921 Koçgiri günlerinde de devlet tarafından ilan edilmesi gereken bir genel affı gündeme getirmişti. 1997 ile 1921 yılı arasında 76 yıl geçmiş. Kürt toplumu 76 yılın öyle anlaşılıyor ki “tekerrürü”nü yaşıyor. 76 yıl önce de Kürtlere karşı başlatılan tenkil, tedip harekatları sürüdürülürken, bölge insansızlaştırılırken resmi söylem, askeri bildiriler, politik açıklamalarda “halkın gönlünü alma” kavramları kullanılmıştı.

Sivas valisi Ebubekir Hazım Bey, Sivas’ta/Koçgiri’de yaşadıklarını bir “azap” olarak görmektedir. Hatıralarında yazdıklarının bu kadarla kalmadığını anlatmaktadır. Sivas günlerini sonradan yazdığı anı kitabında şöyle anlatır.

“Fakat Sivas’a, sanki her işi bırakarak yalnız Merkez Ordusu kumandanının kanunsuz, zararlı, feci muamelelerini, tahakküm ve tecavüzlerini defetmeye çalışmak gibi acı bir meşgule için gelmiştim.

Yazmadıklarım, yazamadıklarım, yazmak azabına tahammül ettiklerimden az değildir. Yazamadıklarımın ne olduklarını o bölge ahalisi bilirler. (abç) Bazı hallerde bir şey yapmak veya söylemek nasıl bir vatani vazife ise bazen da bir şey yapmamak, susmak için nefsini zorlamak azabına katlanmak da öyledir.(..)

Yazık ki Merkez Ordusu Kumandanının hergün birer suretle icat ettiği feci levhaları daha ziyade temaşaya muktedir ve bunların çıkmasına engel olamadığım için büyük bir esefle Sivas’tan uzaklaşmak zorunda kaldım.” (abç)

Sivas Valisi, Kürtlere yapılanların yazılmasını “bir azaba tahammül etmek” olarak görüyor. Kürtlerin, yazamadıklarını, bildiklerini, yaşadıklarını söylüyor.

askeri yetkilinin “her gün birer surette icat ettiği feci levhalar” görmeye valinin “daha ziyade temaşaya” gücü yetmemiş. Kürtlere karşı her gün bir bahane ile icat edilerek yapılan eziyetler bu Türk Valinin ruhunda, vicdanında derin izler bırakmış; yaşadıkları, gördükleri, yapılanlara karşı müdahale edememesi bir azaba dönüşmüş. Anılarında bütün bunların ancak “bölge halkı” tarafından bilinebildiğini söylüyor. Bir Türk vali, Koçgiri’de yazmaya dahi tahammül edemeyeceği “azap” yaşamış. Daha sonraki yazısında Topal Osman’ın yaptıklarından sözettiğimde valinin yaşadığı “azap”ın ne oranda boyutlu uygulandığı görülecektir. Kaldı ki Valinin anıları dahi bütün bu azabı belgeleyecek içeriktedir.
Koçgiri’de Kürt toplumu “azap” hayatı yaşamıştır. Bunu devletin üst düzey bürokratı, valisi de anılarıyla belgelemektedir. Yalnızca, gördüklerini yazmakla, anılarını geçirmekle yetinmemiş; olayın geçtiği günlerde, gördüklerini Ankara’ya, TBMM Reisi Mustafa Kemal’e de bildirmekten kaçınmamıştır. 23 Temmuz 1921 günü şifreli bir telgrafla M. Kemal’e anlatmıştır:

“Bu adamın vilâyete musallat olması devam edecekse vatanımızın şerefini, menfaatini ve Milli Hükümetimizin haysiyetini ihlal eden hareketleri yakından görüp de men’e imkan bulamadığım bir yerde felç olmuş bir şahit halinde valilik etmeye değil, yaşamaya bile karakterim müsait olmadığından İstanbul’dan hareket eden ailemin bugün geleceklerine ve şu sırada memuriyet yerimin değiştirilmesindeki ağır külfete rağmen Kastamonu’ya veya Konya’ya memuriyetimin nakline bir an önce müsaade buyurmalarını istirham etmek mecburiyetinde bulunduğum maruzdur …”

Ebubekir Bey Koçgiri’de gördüğü “azap”a daha fazla tahammül edemeyeceğini anlamış, bölgeden uzaklaşmak istemiştir. Merkez ordusu Kumandanının muamelelerinden “müteessir” ve “mustarip’tir: Öyleki, ailesinin Sivas’a geldiklerinden iki saat önce yukarıdaki şifreli telgrafı M. Kemal’e göndermişti. Bu da, valinin bölgede yaşadığı “kabus”un ulaştığı boyutu açıklamaktadır. Vali, 13 Ağustos I921’de Sivas’tan ayrıldığında bu “kabus’un kendisini ömür boyu rahatsız edeceğini de bilmektedir.

Ankara’nın Sivas valisinin gördükleri ve M. Kemal’e, icra vekilleri Heyeti’ne aktarmaktan kaçınmadığı olaylarda. M. Kemal’in tavrı Merkez Ordusu Kumandanını korumak olmuştur. Vali, anılarında M. Kemal’in tutumunu da anlatmaktadır; 1927’de M. Kemal’in okuduğu Nutuk’una başvurarak bunu belgelemektedir:

“Nurettin Paşa’nın hükümetçe Merkez Ordusu Kumandanlığından nasıl azl ve Divanı Harbe tevdi edilmek üzere Ankara’ya celp olunduğunu ve meclisçe aleyhinde olan galeyan kendisinin idamını talep edercesine ileri gitmişken Başkumandan sıfatıyla şahsen Meclis kürsüsünden Nurettin Paşa’yı müdafaa ederek nasıl kurtardığımı da izah etmiştim …”

Bu sözler. M. Kemal’e aittir. Nurettin Paşa’nın Meclis tahkik Heyeti’nin kurulması, Koçgiri olayı hakkındaki raporu üzerine “azl” ettirilmesi istenmişti. Ayrıca Paşa’nın harp divanına verilmesiyle ilgili görüşmeler yapılmıştı. M. Kemal, Koçgiri’de Merkez Ordu kumandanının, Valinin kullandığı kavramla yaşattığı “azap”ı görmemezlikten gelmiş ve kumandanın harp divanında yargılanmasını önlemiştir. Nutuk’ta, M. Kemal Nurettin Paşa’ya yaklaşık 15 sayfa ayırmıştı.
1927’de okuduğu Nutuk’ta Nurettin Paşa eleştirilmektedir. Aynı sayfalarda paşanın Koçgiri olaylarındaki tavrından dolayı yargılanmasının önlendiği anlatılmaktadır. Nurettin Paşa, 1924’te Şefe, Şef’in otoritesine karşı “muhalif” konum almıştır. Koçgiri’de korunmuş olması artık bu süreçte düşünülemezdi. Şef’in otoritesine karşı konum almak gözden düşmek anlamına gelirdi. Koçgiri’de Kürtlere karşı şiddet uygulamasıyla “gözde” olan paşa, “muhalefetin oluşmaya başladığı” 1924’te “gözden” düşecekti. Nurettin Paşa, Bursa’dan, M. Kemal’in gösterdiği adayın karşısına çıkmıştı; üstelik seçimi de kazanmıştı. M. Kemal, Nutuk’ta, Merkez Ordu Kumandanı’na nasıl sahip çıktığını anlatmaktadır:

“…Biz de, Anadolu ortasındaki güvenliği sağlamakla görevli kuvvetlerimizi büyücek bir komuta altında birleştirmenin yararlı olacağını düşündüğümüzden, 9 Aralık 1920’de Sivas’taki Üçüncü Kolorduyu kaldırıp onun görevini yeni kurduğumuz Merkez ordusuna verdik. Bu orduya da Nurettin Paşa’yı komutan yaptık.

Nurettin Paşa merkez bölgesinde bir yıla yakın bu görevi yaptı; ama, “yetkisi dışında kimi yurttaşların haklarına el uzatıyor” diye milletvekillerinin yakınmaları ve içişleri Bakanlığına soru yönelimleri, Bakanlığında bu şikayetleri yerinde görmesi üzerine, meclisin isteğiyle Kasım 1921 başlarında görevden çıkarıldı. Meclis, Nurettin Paşa’nın yargılanmasına da karar verdi. Bu iş, benimle
Bakanlar Kurulu arasında bir anlaşmazlık çıkmasına da yol açtı. Ben, Nurettin Paşa’ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim. Fevzi Paşa Hazretleri de benim görüşüme katıldı. İkimizle, Bakanlar Kurulu arasında çıkan anlaşmazlık Meclisce bir çözüme bağlandı. Mecliste, Nurettin Paşayı savundum, kendisi için ağır bir işlem yapılmasını önledim.”

Koçgiri’deki olaylar, Merkez Ordusu Kumandanı Sakallı Nurettin Paşa’nın Kürtlere karşı uyguladığı “şiddet” tedbirleri TBMM’nin gündemine getirilmiştir. Sorun, TBMM’nin gizli oturumlarında görüşülmesi için, Erzincan mebusu Emin (Lelikli), Erzurum mebusları Mustafa Durak (Sakarya), Hüseyin Avni (Ulaş) vb. 107 imzayla Meclis Başkanlığına bir önerge vermişlerdir. Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşanın “Kürtleri göçürme tasarısı”, Mete Tunçay’ın da belirttiği gibi, Harp Tarihi Belgelerinde “övgüyle” anlatılmaktadır.

“Merkez Ordusu Komutanı bu felâketin bir daha tekerrür etmemesi için, bölgede daha esaslı bir hareketin yapılması hususunu Genelkurmaya önerdi. Nurettin Paşa bu önerisinde “asi köylerini dağıtmak, bunları Anadolu’nun başka bölgelerine, Türklerin arasına serpiştirmek ..” tezini savunuyordu.

Bu fikre, TBMM’ndeki bazı milletvekilleri, özellikle Doğulu milletvekilleri şiddetle karşı koydular. Hatta, tutulan ve Sivas’a gönderilen asilerin ve elebaşlarının affı için bir genel affın çıkması halinde gereken propagandaya bile başladılar. Bunun üzerine İçişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Merkez Ordusu Komutanının bu önergesini uygun bulmadıktan başka, Nurettin Paşa’yı, Meclisin içindeki direnmelere uyarak vazifesinden affetmek zorunda kaldı, Kasım 1921’de Meclis’ten bir kurul seçilerek, durumu yerinde soruşturma ve inceleme için Sivas ve Zara’ya gönderdi.”

Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı tarafından hazırlanan kitapta, Kürt milletvekillerinin “direnmeleri” üzerine Nurettin Paşa’nın görevden alınmasının gerçekleşebildiğinden sözedilmekteyse de, Nuri Dersimi aynı kanıyı paylaşmamaktadır. Dersimî’ye göre Meclis’te yalnızca Hüseyin Avni Bey olumlu bir “direnme” göstermiştir:

“Bu sırada Büyük Millet Meclisi’nde, Merkez Ordusunun Koçgiri üzerine hareketi müzakere ediliyor ve Kürdistan mebusu adını taşıyan ve Kürtleri hiçbir suretle temsil etmeyen bir takım dalkavuklar, Mustafa Kemal’e hoş görünmek için, Kürtlerin imhasını hedef tutan bu harekatı, “muvafık” sedalarıyla tasvip ediyorlardı. Bu dalkavuklardan istisna teşkil eden yalnız Erzurum mebusu ve Şadan aşireti aydınlarından Hüseyin Avni olmuştu. Bu zat, Kürtleri imha hedefini güden böyle bir hareketin icrasına itiraz etmek cesaretini göstermişti.”

Koçgiri olayı, görüldüğü kadarıyla I. TBMM’nin “açık” ve “gizli” oturumlarında önemli tartışmalara neden olmuştur. 3 Ekim 1921 günlü birleşimin birinci oturumunda Nurettin Paşa’nın neden olduğu ileri sürülen Samsun ve Koçgiri olaylarının açık oturumda mı, gizli oturumda mı görüşülmesinin uygun olacağı tartışıldıktan sonra Dahiliye vekili Fethi (Okyar) Bey’in Samsun olayları hakkındaki açıklamaları dinlenmiştir. Daha sonra, Nurettin Paşa hakkında uygulanması gereken işlem tartışılmıştır. Oturumda verilen bir önerge üzerine M. Kemal Paşa bir konuşma yapmıştır. Koçgiri ile ilgili görüşmenin açık mı, gizli mi
yapılmasına karar verecek birleşimde Erzincan milletvekili Osman Fevzi Efendi’nin:

“Orada fenalık vardır, isyan vardır, ondan sonra idaresizlik fenalığı vardır. Bunların hepsi fenadır. Hem idaresizlik, hem tarzı teskinde fenalık. Bunlar hakkında yapılacak şeyleri görüşelim. (abç) Eğer ameli bir faide temin ederlerse kirli çamaşırlar hafi olarak görelim.” Sözlerinden sonra, Erzurum milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey söz alarak şunları söylemiştir:

“Bu zulüm her tarafta işitilmiştir. Avrupa’da işitmiş, bütün safhalarına vakıftır. Bütün kudretimizi göstermek üzere aleni yapalım. Meclis vardır. Bir adam vazifesini suistimal etmiş, cezasını görsün. Selâhiyetle tecziye etmiş, mesul olmuş. Burada bir millet olduğunu gösterelim. Burada diktatörlük yoktur.,,*



* (Olayın meclis görüşmeleri ve Nurettin Paşa’nın konumu yazının ikinci bölümünde ayrıntılarıyla verilecektir.)



KAYNAKLAR

1- Koçgiri Halk Hareketi, İstanbul, Komal Yayınevi, 1992 (3. Basım)

2- Faik Bulut, Belgelerle Dersim Raporları, İstanbul, Yön Yayınları, 1991

3- Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması (1919-1925), İstanbul, Tekin Yayınevi, 1991 (Birinci Basım)
4- Mustafa İslamoğlu, Anadolu III. İstanbul, Denge Yayınları, 1994 (3. Baskı)

5- Prof. Dr. M. A. Hasretyan, Türkiye’de Kürt Sorunu (1918-1940) (1. Berlin, Weşanên İnstitûya Kurdî, 1995 (İkinci Baskı)

6- Kadri Cemil Paşa, Doza Kürdistan, Ankara, Öz-Ge Yayınevi, 1991 (İkinci Baskı)
7- VetDr.M.Nuri Dersimi, Hatıratım, Ankara, Öz-Ge Yayınevi, 1992.

8- Ali Kemali, Erzincan-İstanbul, Kaynak Yayınevi, 1992.

9- Kazım Öztürk, Türk Parlamento Tarihi, Ankara, TBMM Vakfı Yayınları, 1995, C. III.
10- H. Adnan Önelçin, Nutuk’un (Söylev)in içinden. Ankara, Yüce Yayınları, 1981.

ıı- Kamil Erdelha, Vilayetler ve Valiler. İstanbul, Remzi Kitabevi, 1975.

ll- Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar. Ankara, MEB, 1977, (3. Cilt)

13- Hayri Borak, Atatürk’ün Gizli Oturumlarda Konuşmaları, İstanbul, İnkılap ve Aka Yayınevi, 1981.
14- Sadi Borak, Atatürk’ün Gizli Oturumlarda Konuşmaları. İstanbul, İnkılap ve Aka Yayınevi, 1981.

15- Nurettin Gülmez, TBMM Zabıtlarından Doğu ve Güneydoğu Meselesi. İstanbul, Hamle Yayınevi, 1992.

16- Kenan Erengin, Milli Mücadelede İç Ayaklanmalar, İstanbul, Ağrı Yayınları, 1975.

17- Ebubekir Hazım Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları – İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1982.
18- İstikım Harbinde İç Ayaklanmalar. Ank, G.K.H.T.B Yayını.

19- TBM 2C (I. Dönem, 1920-1923/1921 Ciltleri)

20- TBM GC2 (I 92 i Cildi)

21- M. Kemal Atatürk, Söylev (Nutuk). Ankara, TDKY, 1965, C. 2.

22- Dr. Vet. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Diyarbakır, Dilan Yayınları, 1992.

23- Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti yönetiminin kurulması (1923 – 1931). Ankara, Yurt Yayınları, 1981.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder